19 Aralık 2018 Çarşamba


MEŞELER SARARMIŞ
Cevizlibahçe- Yayla Koru- Kavacık- Yürek/ 17 km/ 16.12.2018

Meşeler Gövermiş
 

Meşeler gövermiş varsın göversin,
Söyleyin huysuza durmasın gelsin.
Varmasın kötüye asılsın ölsün,
Kötü adamın var ömrünü yok eder.

Ben bilemedim yaylaların yolunu,
Saçın uzun bağlasınlar kolumu.
Eğer anan seni bana vermezse,
Yemin ettim keseceğim yolunu.

       Gün boyu dillerde bir türkü. Meşeler çeker kendini kendine. Büyüler yayla tutkunlarını  kökleri, dalları, pelitleri, çentekli yaprakları bir de türküleri ile. Kalıcılığı, yenilmezliği, bir de dik duruşu,  baş eğmezliği simgeler gönüllerde. Kökleri derinlerde, dalları göklerde, yüzyıllık ağaçlardır, özenle korunması gereken.
      Bu mevsim meşeler sararmış yaprakları ile top top ormanlarımızda. Kuzey yamaçlarda gövdeleri gövermiş yosunlarla, coşkuyla.
      Fethiye Dağcılık yürüyüşçüleri, saat 08.30’da  toplanıyor bu pazar da Eski Fethiye Lisesi karşısında, Mercan Pastanesi önünde. Yağmurlu havada yürümek başka bir keyif olacak.
      Üzümlü her zamanki sabah mahmurluğu ile sabah sisleri içinde. Bekir Beli’ni aşıyoruz, Nif de geride kalıyor. Kırkpınar’dan sonra Cevizlibahçe’de çeşme başında iniyoruz servislerden. Nif Dağı’na yöneliyoruz. Çoban ve köy yollarındayız bugün.  Bir tırmanışla başlıyoruz, belli belirsiz patikadan.
     Nif aşağılarda kalırken, başı dumanlı Çal dağı mağrur yükseliyor puslar içinde. Yayla Koru’ya nemli, mantar kokulu, bol oksijenli bir gök ile yürüyoruz. Yayla Koru’dan sonra çam ağaçları arasında sedirler yükseliyor.
Yayla Koru karşı yamaçta kalıyor.
Nif Dağı dereleri epey su bulmuş bu yağmurlarda. Coşkun akarak bölüyor yolumuzu. Ancak 2014’e geçemediğimiz sular yok artık dağlarımızda. Gittikçe tüketiyoruz sularımızı da.
           Pıynarların acı yeşili her mevsimin rengi. Koru sonrası pıynarlar başlıyor çamlar arasında. Bir de meşeler. Dağlarımız dumanlı, yağmur geliyor. Kavacık sırtlarında yemek molamız. Çoban sesleri ile aşıyoruz Söğütlü Bel’i. Buraya neden “Meşeli Bel” adı verilmemiş acaba? Yağmur da başlıyor, yağmurla yürümek dağlar içre yükselen bulutlara karışmak….
      Şimdi tepemizin dimdik inen eteklerinde Kavacık gözüküyor yeşillenen tarlaları ile. Taş döşeli patikamız dimdik dağın eteğinde sürüp gidiyor, her yer meşe oluyor. Karşımızda dallarda sarıdan kızıla harmanlanan, yerde kahverengi’ne dönen yaprakları ile koca meşeler; önümüzde güdük dalları ve yosunlanan gövdeleri ile. Kayacık’a inmeden patika ile Yürek Mahallesi sırtlarına yöneliyoruz. Tepeler arası duman duman  savruluyor . Yürek   Mahallesi’nin arkasında keskin kayalardan açılan patikada yürümek özel bi dikkat gerektiriyor. Yüzyıllarca kullanılan çoban yolları, köyler arası ulaşım yolları. Aşağıda asfalt yol dolanıyor tepeler arasında. Önümüzde de ovayı dolduran Deli Çay uzamakta . Enginlere açılan Eşen Ovasına uzanan vadi ve ak karları ile Akdağlar . Bulutlarla coşkulu gökyüzü eşliğinde kıvrıla döne iniyoruz Yürek Mahallesine.
Yağmur devam ediyor, çaylarımız hazır, sağ olsun sürücülerimiz, sıcacık.Cami yanında toplanıyoruz, köylülerimizle söyleşmek de güzel.
Tatlı bir yorgunlukla sıcak dost gülüşleri ile evlerimize dönüyoruz.
Katılımcılar: : Rehberimiz  Yusuf  Çilengir,  Aysel Yüksel, Rasih Küçükünal, Saliha-Kadir Gürol,  Sefai Güner,  Zeliha- Ceyhun Beyazova,  Atiye Kaçar, Ümit Dilsiz, Faruk Sener, Sami Atik,  Beyhan Yörük, Ali- Aliye Türk, Oğuz Kolak, Ulrike - Ali Engin,  Şakir Sarıoğlu, Cafer Özaysın, Mustafa Yavuz,  Aliye- Hüseyin Kantürk, Kerim Gürhan, İsmail Karabulut, Musa Toyman, Elif Ayan, Tamer Alpgiray, Ayşe Mehlepçi, Osman Beder, Faik Dontlu, Cemalettin Kıyışkan, Aydinç Hepyalnız, Nur musluoğlu, Selçuk Avşar, Emre Elvan Aslan

 


24 Ekim 2018 Çarşamba


KIYMAYIN
            Pazar sabahları yollardayız. Bir dersaneye giden çocuklar, bir sokak köpekleri bir de yürüyüşçüler yollarda . Toplanıyoruz Eski Fethiye Lisesi karşısında Mercan Pastanesi önünde. Fethiye’nin en özel yerlerinden birine, Likya Yollarının deniz kıyısı bölümüne gidiyoruz. Dağ ve deniz bir arada.
           Hava puslu deniz puslu,  ölüdeniz ufku denizle bir. Gözlerimiz adaları dolaşırken, puslar içinde Rodos’u hayal ediyorum. Kıvrıla döne dolanırken Babadağ eteklerinde  Akdeniz laciverti pırıltılı.
           Kelebekler Vadisi sırtlarında, kayalar koynunu geçiyor,  Faralya’da , yol üstünde bırakıyoruz servisleri. Patikamıza ulaşalım, George House’a yöneliyoruz,  patikamıza geçiyoruz ; deniz önümüzde, deniz gözümüzde. Kelebekler Vadisi aşağılarda nazlı nazlı 
350 metrelik sarp kayalıklarla çevrili olan Vadi, adını , barındırdığı 80′den fazla kelebek türünden ve özellikle dere boylarında koloniler halinde görülebilen Kaplan kelebeğinden alıyor. Kaynağı Faralya’da olan ve 50 metre yükseklikten Vadi’ye dökülen şelale, Vadi’nin ortasından geçen bir dere ile Akdeniz’e ulaşıyor. Vadi, 1995 yılında Dünya Mirasını Koruma Vakfı (World Heritage Foundation) tarafından, üzerindeki endemik bitki türlerinin zenginliği nedeniyle dünya üzerinde korunması gerekli 100 dağdan biri olarak ilan edilen Babadağ’ın eteklerinde bulunan Ölüdeniz, Kıdrak, Kabak  koylarından biri.  Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu’nca da yasal koruma (sit) altına alınmış.Her türlü yapılaşmaya kapatılan  Kelebekler Vadisi , yüzlerce kelebeğin yaşam yeri. 
         Koy, “Ködürümsü Limanı” olarak da biliniyor. Likya zamanında (MÖ 3 – 400 yılları) Perdikya (Faralya) kasabasının iskelesi olarak kullanılmış. Bizans zamanından, Osmanlı Rumlarına dek içinde ev – bark, kilise, kanyona yol, istinat duvarı vs yapılarak kullanılmış.
         Vadide mübadele anlaşmasında unutulup kalan son Rum “Despina” nın efsaneleri dolaşır bir de. Faralya yaşlıları, kadıncağızın, bu Rum nineciğin sırtında çuval yüküyle kanyonu tırmanıp köye ürün getirip götürdüğü, günün birinde ortadan kaybolduğu, cansız bedenine bile rastlanmadığı anlatılır. Halen bu hikayeden etkilenip, Despina’nın ruhunun oralarda dolaşıp durduğunu düşünenler yok değil. Vadi’de ilk turistik işletme 1987’de kurulmuş.”
        Kelebekler Vadisini tüm gizemi, nazlılığı ve güzelliği ile bırakıyor, denize paralel patikamızda yürüyoruz. İlk kayalıkları tırmanmak hayli zor geliyor. İlk nokta iplerle geçiliyor. Yamaçlar  ilkbahar  coşkusunda sanki. Her mevsim özel burada.  Mor çiğdemler açmış, sakız makiler  kırmızı  topicik çiçekleri ile canlı canlılar. Deniz coşkulu uzanıyor her zamanki gibi. Aktaşlara  yaklaşınca yapılaşmanın arttığına tanıklık ediyoruz. Yollar açılmış yeni. Kıymayalım güzelliklerimize, koruyalım. Güzelim yeşillikleri yapılarla kirletmeyelim.
       Öğle molası Aktaşlar’da.  Berrak bir deniz, dalgalı, kayalarda köpürmekte. Denizde terlerimizi bırakıyor, açlığımıza çare oluyoruz. Biz molada iken bir grup geliyor Parkistanlı. Kadınlar kıyıda oturuyor giysileri ile, erkeklerle çocuklar denizde. Çığlık çığlığa dolduruyorlar kıyıyı. Kalkıyorlar sonra. Şimdi onların tatili.
        Aktaşlar’da da bir sonraki denize sığ kayalıkların olduğu  koyda da bir iskele uzatılmış denize kayalıkların üzerinden. İnce katmanları ile özel  bir yapıda koy kayalıkları. Güzellikler herkesinken özel mülke dönecek korkarım; kıymayalım. Kabak vadisine yaklaştığımızda yapılar artıyor. Köy evi de var kabak sırtlarında . Bir amca  eşeği ile, soruyoruz  ona, lüks işletmelerin yabancılar tarafından  yapıldığını, arazilerin el değiştirdiğini söylüyor. Kabak köylüleri yöresel ürünler üretme ve satma peşindeler ya da sattıkları yerlere yapılan işletmelerde işçi olarak çalışıyorlar.
        Yüzyılların eskitemediği Likya Yollarında gözlerimiz denizde, kulaklarımız dalgalarda, gönlümüz düşlerde ;  güzellikler peşindeyiz.
           Kabak köyüne geldik; Kabak koyu’na inmedik. Deniz seyri ile yol kenarı işletmelerinde dinlenmeliyiz. Sezon kapanmamış, canlı daha çevre. Yerli bir işletmeci bulduğumuz için de seviniyorum. Ailece çalışıyorlar ne güzel.Sürücülerimiz de burada. Dönüşümüz gün batımı ile.
           “Ölüdeniz Hava Oyunları” kalabalığı var Belceğiz plajında. Paraşütçüler tüm hünerlerini gösteriyorlar. Bizim deniz kuşlarımız onlar. Gün batımına kalıyor birkaç kişi. Yorgunluğumuzu evimizde atmalıyız.
         Katılımcılar: Rehberimiz Yusuf Çilengir, Aysel Yüksel,  Elif Ayan, Tamer Alpgiray, Selim Nakaş, Gaffar Çit,Rasih Küçükünal,Cemal Önder, Kadir Gürol,  Sefai Güner, Emine-Jan Stanczyk, Ediz Macaroğlu, Arzu Horoz, Perihan Mekik, Can Eker, Chatherina Mouraux , Zeliha- Ceyhun Beyazova, Erdal Pay, Gonca İpek, Aydinç Hepyalnız,  Bayram Güngör, Ramazan Demir, Fatoş Korkmaz, Salim Akardiş,Ali Demin, Atiye Kaçar














DENİZ , YİNE  DENİZ
            Sarsala Koyu- Kleopatre Hamamı/14.10.2018/12km
           Sonbahar renkleri coşmuşken dağlarda , kış hazırlığındayken  yağmurlar denizin  tadını çıkarmalıyız. Deniz; enginliği, maviliği, kımıltıları, yelkenleri ve uçuşan balıkları ile çağırıyor. Sarsala Koyuna ulaşacağız.
           Fethiye Dağcılık toplanıyor 08.30’da  eski Fethiye Lisemizin karşısında, Mercan Pastanesi önünde. Gençlerimiz katılmışlar yürüyüşe, seviniyorum.
          Pazar günleri doğa günü bize. Doğaya sığınma, ter atma, güzellikleri içimize sindirme günü. Yitirme ürküsü ile sarıldığımız dağlarımız, taşlarımız,otlarımız, böceklerimiz, kıyılarımız, denizlerimiz, balıklarımız, kuşlarımız, yollarımız; uzak, titrek köylerimiz var.
           Muğla yolundan ayrılıyoruz Dalaman’da, denize çeviriyoruz yönümüzü. Ovada nar ve portakal bahçeleri arasında pamuk tarlaları var iki tane. Açmışlar pamuklar dallarda. Çocukluğumun Fethiye ve Zorlar ovalarını dolduran koca pamuk tarlalarını anımsıyorum. Yitiklerimizden oluyor ekili alanlarımız.
           Kapıkargın Mahallesini geride bırakıp tepeye vuruyoruz. İki göl beliriyor sağımızda. Sazlıklar arasında bir küçük göl “Baldımaz Gölü”, hemen sonrasında “Kocagöl”. Kocagöl, sabah dinginliği ile kımıltısız suskun uzanıyor.Karşı kıyısında yalçın kaya yansıması sularda, küçük adacığı kıyıda.
            Tepeyi aşıyoruz deniz uzanıyor önümüzde. Burunlar arasında masmavi bir göl sanki. Yelkenlileri,  yatları ile yeşili maviye harmanlayan denizimiz dağlar koynunda.  Sarsala Koyu aşağılarda sonbahar dinginliğinde. Tüm koylar berraktır şimdi. Uğurladılar yaz konuklarını. Deniz keyfi bilenler sularda . Deniz serin, ürpertici, güz güneşi ile parlak. Kıvrıla döne iniyoruz , hemen  koyun sağında patikadayız. Denizimiz solumuzda uzanıyor, daha bir çılgın. Patikamız tepeye tırmandıkça daha da mavi oluyor . Tepeyi aşınca kıyıya iniyoruz. Deniz yanımızda, deniz elimizde ;  denizle yürüyoruz.
              Akbük Hamam  Koyu  yatların ikmal yeri idi. Tamamen işgal edilmiş, telle çevrili. İyi, kapı bırakmışlar bu sene yürümeye. Bir işletme var  şimdi, doğallıktan uzaklaşmış koy özenle işlenmiş, süslenmiş.                                                                                  Devam ediyoruz, Kleopatra Hamamı’nda denizimize dalacağız. Mısırlıların kraliçelerini korumak için yaptıkları doğudan batıya, bu koydan Güngörmez Koyuna  uzanan bugün yer yer yıkılmış koca bir duvar  var. “Kapı Koyu” adı da bu duvardan geliyor. Koca duvar deniz kıyısından yol veriyor patikamıza.  Zeytin ağaçları ve keçiboynuzu ağaçlarının çam ormanıyla harmanlaştığı bu koyda, (Kleopatra Hamamı’nda) atacağız terimizi. 
             Kleopatra’nın tatillerde geldiği bu koyda kullanmak için yaptırdığı hamam kalıntıları denizin içinde. Selim ve Selçuk fotoğraflıyorlar su altını. Deniz dibi ile,  balıkları ile gözümüzün önünde. Bir grup daha geliyor yürüyüşçü. Ortak oluyorlar bize.
         Yemek molamız Kadir Bey’in kahvesi ile şenleniyor. Kırk yıl hatırlı kahvemizden sonra dönüşteyiz. Gün gölgeye dönse de terletiyor seri yürümek. Aynı patikadan dönüş sadece bu parkurda var sanki. Servis sürücülerimiz Sarsala  Koyu’nun tadını çıkardılar gün boyu. Dönüşü tamamlayan yürüyüşçü denize atlıyor , su serin dingin yine, yorgun kasları dinlendirmede hoyratça.
         Servislere biniyoruz, gözümüz denizde çakılı kalıyor.
         Yürüyelim dostlar, gençlerimizle, çocuklarımızla yürüyelim. Güçlü olalım. Günümüzün sözü de “Ne kadar yürürsen yürü; arkanda bıraktığın yol kadar güçlü ve henüz yürümediğin yol kadar zayıfsın. (Borıs Vıan)” olsun.

Katılımcılar: Rehberimiz Yusuf Çilengir, Şakir Sarıoğlu,  Aysel Yüksel,  Elif Ayan, Ali- Aliye Türk, Tamer Alpgiray,  Ayse Bostancı Kuskonmaz, Elif Yıldırım, Hüseyin Çatal, Fatih Doğan, Aliye- Hüseyin Kantürk, Canan Ertan, Selim Nakaş, Gaffar Çit,Rasih Küçükünal,Cemal Önder, Hatice Tulumbacı, Cafer Özaysın, Hayati Bingöl, Nurten Polat, İhsan Erol,Kadir Gürol, Ege Akkuş, Selçuk Özyürek, Sefai Güner, Gönül- Kerim Ünal, Aysema Leblebici, Dilek Semerci, Emine-Jan Stanczyk, Eren Çiftçi, Fatma Kazan, Ceren Hançer, Hüseyin İlden, Gülsüm Akkuş, Mehmet Çakar, Gül  Deren Çakar, Nezahat Çakar, Aysel Hanım







23 Ekim 2018 Salı









AH ÖZGÜR
Belen Mah.- Turunç Muğarı- Haçbel- Kınalı / 07.10.2018/14 km.
Kalabalık olacak yürüyüşümüz sanırım. Hava güzel, parkur güzel, denize de girilebilir en mavi Akdeniz sularında.
Saat 08.30’da toplanıyoruz Eski Fethiye Lisesi karşısına, Mercan Pastanesi önünde. Yeni yürüyüşçülerimiz var. Gençlerimiz  de katılmışlar yürüyüşe. Elif de Selim de hoş gelmişler.
Kayaköy sabah sisleri altında. Gün ışıkları ile yavaşça açılmakta sisler. Sol tarafta, sarnıcımızın yanında iniyoruz servislerimizden. Sürücümüz Mehmet Abi yok artık,  özleyeceğiz onu. Zafer ile devam ediyoruz. Çaylarımız Zaferin elinden olacak sağ olsun.
Yazın yitirdiğimiz,  Özgür Atlıhan’ın, Özgür’ümüzün adını yaşatacağız bir de dağlarda bugün.
Rehberimiz, Yusuf Bey düşüyor önümüze. Pıynarlar ve keçiboynuzu ağaçları eşlik ediyor taş  döşeli patikamıza. Likya yollarındayız.
Kadim Likya yolları çam ormanları arasına, yüzyılların yıpratamadığı taş döşeli yollar. Dünyanın en iyi on uzun mesafe yürüyüş rotasından biri. 540 km’lik bir yol. Eşsiz doğa güzellikleri ile çok sayıda antik kenti birbirine bağlıyor. Dünyanın her yerinden yürüyüşçüleri var. Her dilden , her renkten, her yaştan binlerce insan yürüyor. Sahip çıkmamız gereken eşsiz bir hazine. Geçtiğimiz günlerde  Antalya’nın yerel bir gazetesinde bir haber, tüm yürüyüşçüleri yaralıyor: “Likya Yolu’nun Antalya başlangıç parkuru, Elma yanı- Hisar çandır arası asfaltlanıyor.”  Satılan kıyılarımızın betonlaşmasını kabul edemezken çığlığımız Likya Yollarının asfaltlanmasının kabul edilemezliğine yankılanıyor.
Üçkuyular’da mersin yeşilliği eşsiz bir tablo. Kuruyan çam pürçekleri ve susuzluğun soldurduğu yapraklar arasında parlak , cam parlağı mersin yaprakları. Sonra baharda canlanmasını bekleyeceğimiz yosunlarımız la taşlarımız. Aşıyoruz Turunç’ta denize dimdik inen kayalıklarımız ile Fethiye uzanıyo r uzaklarda , denizin enginliği özgürlük tutkumuzu perçinliyor. Sonra Özgür, diyorum:
 Ah Özgür genç kalmayı seçtin sonsuzca. Beni, bizi, ve dağlarımızı sensiz bıraktın tüm yakınlarınla, sevenlerinle  beraber. Sıcak gülüşün, gülüşünle  ışıltılı gözlerin kaldı, bir de kayalara yankılanan sesin dağlarda. Yokluğunu düşünmek de zor, yokluğuna katlanmak da. Işıklar içinde ol, toprağın bol olsun , bir de alkış gönderiyoruz Turunç sırtlarından sana.
 Denize atlayıvereceğiz dimdik dağlardan. Ceviz ağacının yaşını merak ediyoruz Turunç Muarı tepesindeki. 50 yılda karar kılıyoruz. Denizi seyrediyor, seyrediyoruz…  Harnup ağaçları çiçeklenmiş. Ceviz ağacından büyük olanlar da var.
Turunç Koy’u el değiştirdi. Çobanlık yok artık , çoban da kayıplarımız içinde. Keçi ağılları da yok  girişte. Keçi- koyun , tavuk filan yok ortalıkta.  Dizayn  değişmiş geçen yürüyüşümüzden beri. Asmanın altında yemek molamız. Önce denize atlamalı, yorgun bedenlerimizde su serinliği duymalıyız. Denizde yatlar arasında balıklar da koşucu.
Deniz pırıl pırıl, masmavi, yüzüyor, yüzüyoruz. Yemek molamız daha uzun bugün.
Dönüşte  Haçbel sırtlarına kadar yokuş tırmanıyoruz, arada deniz seyri ile. Fotoğraflar kalıcı kılma pesinde  eşsiz görüntüleri. Ali Bey’in eline, gözüne  sağlık,  Kınalı’da sarnıç yanında servislerimiz, çay kokusu karışıyor masmavi gökyüzüne. Çayın yanında, Elif Arkadaşımızın Özgür anısına yaptım , dediği meyveli nefis bir kek. Eline sağlık senin de arkadaşım.
Yürüyelim canlar her PAZAR  dağlardayız biz.
 Sadece güneşlı günlerde yürürseniz, hedefinize asla varamazsınız. (Paulo Coelho)
Katılımcılar: : Rehberimiz Yusuf Çilengir, Şakir Sarıoğlu,  Ali Karacan, Aysel Yüksel,  Emin Demirci, Elif Ayan, Ali- Aliye Türk, Özer Kaçar, Aydinc Hepyalnız, Tamer Alpgiray, Ayse Bostancı Kuskonmaz, Elif Yıldırım, Hüseyin Çatal, Zeliha- Ceyhun Beyazova, Fatih Doğan, Aliye- Hüseyin Kantürk, Canan Ertan, Silvi Gürdal, Selim Nakaş, Gaffar Çit,Rasih Küçükünal






6 Ekim 2018 Cumartesi


DENİZ COŞTU
Hisarönü- Kayaköy- Ölüdeniz/ 12 km / 30. 09.2018
Günlerdir kasırga haberleri ile yatıp kalkıyoruz. Kasırga pazar sabahından itibaren Fethiye’den giriş yapabilir , evlerinizden çıkmayınız! İyi de biz yürüyüşlerimize başlıyoruz. Yaz boyu bekledik. Hem Fethiye Dağcılık yürüyüşlerin her koşulda yapar, diyor rehberimiz Yusuf Çilengir, hele bir pazar olsun, sağlık olsun.
Heyecanla çıkıyoruz yola pazar sabahı, toplanıyoruz Eski Fethiye Lisesi karşısında Mercan Pastanesi önünde.
Bulutlu bir hava, yağmur ya da kasırga yok. Özlemle kucaklaşıyoruz, rehberimiz son kontrollerini yapıyor. Yürüyüşü iptal edenler var, Serpil hanım da yeni katılıyor aramıza. Bir minibüs ile yola çıkıyoruz.
En güzel parkurlardan birini yürüyeceğiz, yeşile ve maviye kanacağız , fotoğrafçı yürüyüşçülerimiz Ali Karacan ve Cemalettin Kıyışkan da gelmişler, kalıcı kılacağız günümüzü, güzelliklerimizi sonsuzca.
Nikolas Park’ın oradan başlıyoruz. Yürüyüşümüzün adı “Sadi Gürsoy” bugün. 03 Ağustos 20152’te çıktığı Türkiye turunda geçirdiği kazada yitirdiğimiz öğretmen, yürüyüş arkadaşımız Sadi GÜRSOY’u anıyoruz yılların sessizliğinde. Toprağı  bol olsun arkadaşımız Sadi’nin.
Yine sıklamenler gülüyor öbek öbek bize. Sonbahar susuzluğu ile cılız olsalar da mor mor çam pürçekleri içinde. Burası sıklamenlerin en yoğun görüldüğü yerlerden biri . Güneş  yakmayacak bizi de çam ağaçlarımız arasında patika, Likya Yolu, gölgemiz iyi.
Hisarönü’nün her yıl biraz daha büyüdüğünü görüyor, çam ağaçlarını Mendos’un tepesine doğru iten yapıların beton soğukluğunu geçiyoruz. Birden insan sıcaklığını duyuyorum. Koşucular  ile karşılaşıyoruz. “Likya Yolu Ultra Maratonu” yapan bir grup. İstanbul’dan  geliyorlar, genci-yaşlısı, yerlisi -yabancısı sekiz yüz kişi, Ölüdeniz’den başlamışlar koşuya (çoğu yürüse de) , Ölüdeniz’de bitirecekler maratonu. Güleryüzle karşılıyoruz, güzelliklerimizi taşıyacaklar belleklerinde, her sene de yapıyorlar, kutluyoruz onları.
Arada güçlü bir rüzgar şakırdatıyor dalları ama geçiyor, sakin bir havadayız. Tepemizi aşıyoruz, tüm büyüleyiciliği ile Akdeniz uzanıyor kıvrım kıvrım kıyıları ve eşsiz turkuaz’ı, zümrüt yeşili  ve gök mavisi ile ebruli.
Soğuksu nazlı  nazlı çağırıyor bizi. Karşımızda soğuksu sırtları. Kayadan gelen yola bağlı bir yol açılmış,(patikamız da kaybolmuş mudur )  Galvaniz kapısına kadar uzanmış. Motor sesleri zonkluyor  beynimde , içim yanıyor birden, Soğuksu’nun önüne gerilmek ve bozmayın burayı da, diye haykırmak istiyorum. Dostlar güzel kıyılarımız yapılarla doluyor, kirleniyoruz dibimize kadar. Yol yapıları getiriyor, doğallığı yitiriyoruz.  Sularımız yetmiyor, kuruyoruz git gide.
Kayaköyden gelen patika ile birleşiyoruz ve asırlık keçiboynuzlarımızın dibinde öğle yemeği molamızı veriyoruz. Yemeğimize  katık ediyoruz gülüşlerimizi. Kadir Beyin kahvesinden sonra  toparlanıyoruz.
Dünyanın en güzel seyir yeridir Ölüdeniz, Lagun’un tepesi.  Lagunda  tekneler dolu şaşıyorum. Kasırgaya önlem, Belcekız boşaltılmış. Köpük köpük dalgalar kıyıyı aşmakta, denize girme hayalimiz suya düşüyor sanırım. Babadağ’ın doruğu karanlık bulutlar altında. Uçuşlar yok, bomboş Ölüdeniz’in üstü. Paraşütçüler kıyılarda dans etmekte.
Sun City’nin önünde  düze iniyor, Belcekız’a  koşuyoruz, sulara atlamalıyız. Dalgalar adam boyu, köpükler kıyılarda. Yüzmek her babayiğidin harcı değil. Yusuf  Bey, Osman Bey ve Kadir Bey deliyor dalgaları  önce. Özer Bey de katılıyor onlara. Bir gözüküp bir yitiyorlar mavilerde. Biz de köpükler içinde koşan, coşan  sularda, dalgalardan kaçarcasına , kıyılardayız.
İlkler güzeldir. Aynı parkuru defalarca yürüsek de ilk yürüyormuşcasına özlem ve coşku ile yürümek  daha da güzeldi. Katılımcılar da sağ olsunlar.
Yürüyelim dostlar! Sağlık için, sevgi için, güçlü olmak için, güzellikler için, denizlerimiz- dağlarımız için, suyumuz- toprağımız için, kayıplarımız- kazançlarımız için, kendimiz için yürüyelim.  Yürümek, Nazımca:
“ YÜREKTEN / GÜLEREKTEN / YÜRÜMEK.”gerek.
Katılımcılar: Rehberimiz Yusuf Çilengir, Şakir Sarıoğlu, Faruk Sener, Ulrike- Ali Engin, Ali Karacan, Aysel Yüksel, Cemalettin Kıyışkan, Kadir Gürol, Osman Beder, Sefai Güner, Emin Demirci, Elif Ayan, Ali- Aliye Türk, Özer Kaçar, Serpil Hanım.



25 Temmuz 2018 Çarşamba

BİSİKLET
Çocukluk  tutkuları saklı derinlerde. Anıları saklarken bellekler bisiklet özel bir yer alır çocuklukta.  Üç teker, iki teker, rengarenk bisikletler… Alınamayan, özenle izlenen, saklanan bisikletler… Çınn bisiklet zili…
Bisikletim olmasını istediğimi anımsamıyorum. Uzak benim yaşamıma, yaşadığım yerlere. Abimlerin bisiklet maceralarını dinledim birkaç kez, bisikletten düşme öyküleri!
Pedal çevirmek, rüzgara karşı uçmak hep büyüleyici gelirdi . Büyüdükçe çocukluğunda doyasıya bisiklet kullananları dinler, onları ayrı bir yere oturturum belleğimde. Anadolunun  toprakla uğraşan köylerinde bisiklet düşünmek gülünesi bir eylem.
Oğlumun on yaşlarında  bisikletten düşerek geldiği bir gün ayrı bir yara yüreğimde. Üstelik haber de vermiyorlar üzülmeyeyim diye. Kazayı ucuz atlattığını sonradan anlıyorum ve korkum büyüyor. Oğlum da yirmi beşinden sonra , bisiklet tutkunu, bisikletle sporda.
İmrendim  bisiklete binenlere ve uzak durdum hep. Bir yerlerimi kırabilirim bu yaştan sonra, dedim. Kız kardeşim küçük sevimli bir bisikletle öğrenmiş kırkından sonra. Aldım elinden bisikleti ve Nilgün (Nilgün Kuşkonmaz)ile başladık çalışmaya.
Rüzgara karşı uçacağım ben de artık. bisiklet kullanmayı bilen ayrıcalıklı insanlar arasında sayacağım kendimi.
Günlükbaşı sokak aralarında başlıyoruz adım adım. Çocuklar gülerek geçiyor bisikletleri ile ve özel gösteriler sunuyorlar çevremizde. Hepsi de buldular ya bir fırsat, öğretmen oluyor, yol gösteriyorlar bize. Gülünesi teyzeler sokakta...
Artık yalnız çıkıyorum ve şimdilik , güvenle , trafikten uzak sokaklardayım. Yaşasın öğrendim, diyebiliyorum. Yaşım mı? Elli altıJ 25. 07. 2018


14 Mart 2018 Çarşamba


KOCAMAN  BİR AİLE
Kayaköy- Afkule- Haçbel- Karagözler/ 14km /11.03.2018
İyi tanıyoruz artık birbirimizi. Bizden oluyor  bizi bilen, kan bağımız var, dağlar tutkusu. Yürüyüşümüz şu gördüğümüz dağlarda bu hafta. Hani Fethiye Kordonu’ndan  Karagözle’rin üstüne bakıyoruz ya, koyu çam ağaçları kayalar koynunda, işte o dağlardayız bu gün.
Kocaman bir aile olmuşuz. Saat 08.30’da Eski Fethiye Lisesi karşısında Mercan Pastanesi önündeyiz. Kalabalık yürüyeceğiz anlaşılan, üç servis var. Herkese Merhaba ,diyorum. Geçen hafta bu yılın inatçı gribi ile boğuşmaktan yürüyememiştim. Özlemişim arkdaşlarımı. Zeliha arkadaşım da “ Yokluğun belli oluyor.” diyor, sarılıyorum yürüyüşçü dostlarıma.
 Rehberimiz Yusuf Çilengir her zamanki gibi aktif, elinde küçük bir kağıt, tanıyor tüm yürüyüşçüleri. Bir aile olduk: Fethiye Dağcılık  Ailesi.
Ege’mizden sonra ,  bir  çocuk-genç yürüyüşçümüz daha var bugün. Elif, Ata Okulları 6. Sınıf öğrencisi. Şanslısın yavrucuğum doğa ile bütünleştiğin için erken yaşta. Kutluyorum seni , hoş geldin!
Doğadan alınacak tüm güzel dersler. Yeşil ile mavi evrenin rengi olursa bitecek yıkımlar, savaşlar. İnsanlık  o  zaman anlayacak sevgiyi, gerçek sevgiyi. 
Melih Cevdet ne diyor bak:
O gün gelsin neşemiz tazelensin de gör 
Dünyayı hele sen bir barış olsun da gör
Seyreyle gülü bülbülü
Çifter çifter aylar gökyüzünde
Her gece ayın on dördü 
 
Hiç görmediğim şey bu 
Kurdun gözü yılmış sürüden 
Elmanın yarısı soğuk yarısı sıcak 
Ağulu bitkilere dolanmış salkım 
Güneşten yağmur boşanacak 
 
Yetsin demir çağının beyliği 
Yeni bir gün başlıyor demek 
Yeryüzünde korkusuz yaşamak 
…….
 
 
Dünyayı hele sen bir barış olsun da gör 
Seyreyle deli ozanı 
Baştan başa sevda, baştan başa tutku 
Dili baldan tatlı” 
                                 

Kayaköy’de kadim dostlarımız  “devekuşları”mız yok ortada, çınarımızdaki baykuşumuz da göstermedi kendini. Biz de Gemile - Afkule yol ayırımında bırakıyoruz servislerimizi. Karagözlere ineceğiz, yolumuz uzun.
Yusuf  Bey gerekli açıklamaları yapıyor, artçımız  Ümit. Çam ağaçları olanca yeşilliği ile önümüzde. Bahar çiçekleri geçiyor, havamız yaza dönüyor. Gelincikler papatyalar. Zincir olduk patikamızda, ilk meyve molamız Afkule tepesinde. Biraz soluklanıyoruz, deniz enginliği ile Göcek adalarına kadar uzanıyoruz.
Keyifli, bilindik bir parkur. Kayaköy çobanlarının patikaları antik kentleri bağlayan Likya yolları ile bütünleşik. Haçbel kalıntılarına ve koca meşe ağacımıza merhaba diyor, kalıcılığın güzelliği ile sol taraftan patikamızı buluyoruz. Sağ tarafa gidersek Kayaköy’e ineriz.
Turunçpınarı sırtlarındayız. Yazın habercisi ahlat ağaçlarının çiçekleri. Öbek öbek ahlat ağacı var bu tepede.  Deniz bize , biz denize eşlik ediyoruz bir süre. Hafif puslu bir hava , deniz üstü de büyülü. Adalar nazlı, Göcek’e doğru tepeden bakıyoruz. Kalıntılarla dolu dağlarımız. Tünel girişimizden(metro girişi diyoruz biz) sonra yosunlu kayalar, kayalarda açmış sıklamenler ve keskin mersin yeşili ve kokusu ile üçkuyular geride kalıyor.
Öğle molamız tepede tam Karagözlerden yukarıda. Kayalar koynunda rüzgarı kesmiş oturmuşuz. Papatyalar arasında olunca hünerli eller taç yapıyor. Ayşe ‘nin ellerine sağlık, bütün kızlarımız birer prenses oluyor. Nuray ve Özüm’ün taç giyme törenleri daha bir başka !  Grubumuzun prensesleri. Taçlar asıl sahiplerinde,  Elif ile Süheyla’da kalıyor sonra. Gülen yüzüne öyle de yakışmış ki her ikisinin !..
Karagözleri Kayaköy’e  bağlayan orman yolu piknikçilerle dolu.Yürüyoruz, şiirlerle türkülerle yürüyoruz. Selamlaşıyoruz doğanın tadını çıkaran şanslı çocuklarla. Bir de temiz kalsa her yer daha da mutlu olacağım.
Derken yeşil bir araba, arabanın rengine bakıyoruz da içinden çıkan tam bir sürpriz bizim için. Grubumuzun güzellerinden Seval, koltuk değnekleri ile önümüzde. Bravo diyorum, şimdilik destekle yürürsün ama seni dağlarda görmemiz yakındır. Azimlisin Seval’cim yine aramızda olacaksın.Tek tek kucaklaşıyoruz Seval’imizle  yürüyüş coşkumuza ortak ediyoruz onu . O da keyfine devam edecek Serdar, Ebru ve Tülay arkadaşlarımızla.
Tepeden iniyoruz şimdi Boncuklu kavşağındayız. Sürücülerimiz çaylarımızı hazırlamışlar sağ olsunlar, keklerimiz de Ayşe ve Süheyla’dan. Yorgunluğumuz sıcacık çayın içten söyleşileri ile yok oluyor. Servislerimize pay ediliyoruz, talı bir mahmurlukla evlerimizdeyiz.Atiye KAÇAR

Katılımcılar: Yusuf Çilengir, İhsan Erol, Rasih Küçükünal,  Süheyla Coşkun, Fatih Doğan, Şakir Sarıoğlu, Ümit Dilsiz, Beyhan Yörük, Fatih Alpgiray, Atiye  Kaçar, Elif Ayan, Necla Günal, Ulrike- Ali Engin, Nuray  Ünsal, Özüm Girgin, Zeynep Karaca,  Zeliha- Cey Hun  Beyazova , Nizam Şimşek, Baha Ünsal,Arife Güven, Hatice Bilgin, Hüseyin Çatal, Ali Gaffar Çit, Sefai Güner,  Ramazan Demir, Emin Demirci, Nurettin Özdemir, Fatma- Osman Beder, Faik  Dontlu, Elif- Seher Döğerli, Aysen Erten, Emine Karakaya,Gönül- Kerim Gürhan, Gülsüm Akkuş, Sami Atik,Can Eker, Baha Ünsal, Ayşe Kuşkonmaz, Ali Demin, Gonca İpek…



1 Mart 2018 Perşembe

ON NUMARA
Kayaköy- Soğuksu – Ölüdeniz/ 25.02.2018 / 12 km
Fethiye yürüyüşçülerinin eşsiz parkurlarından Kayaköy –Soğuksu- Ölüdeniz. Merkeze yakın, Kayaköy Rum evlerinin aralarından büyülü bir atmosferle başlıyor. Tamamen patika, deniz seyrine doyum yok, yeşiller , çiçekler içinde yürünüyor. On numaralık yürüyüş…
Fethiye Dağcılık üyeleri de güle coşa toplanıyor Eski Fethiye Lisesi karşısında, Mercan Pastanesi önünde. Yeni yürüyüşçülerimizle renklenmişiz. Eczacılarımız Ayla ile Nazire artık sürekli yürüyüşçü olacaklar. Ali Karacan da fotoğraf çekme tutukusu ile birleştirmiş yürüyüşü, katılmış aramıza. Sayımız çoğalmış üç araba ile çıkıyoruz yola. Dilimizde gündem, gönlümüzde yaralı ülkem, önümüzde özgürlük tutkumuz.
Dağlar yüceliği, denizler enginliği ile özgürleştiriyor güçlendiriyor. Özgürlük tutkusu , yürüyüş tutukusu bağımlılık oluyor. Pazar günlerimiz dağlarda…
Debboy’dan Kaya yolundayız. Çam ağaçları gecenin yağmuru ile incilenmiş yaprakları ile parlıyor. Kayaköy ovası sisler altında. Fotoğraf tutkusu ile koşuyor Ali Bey ile Fatih Bey Rum evleri arasına. Masal dünyasından çıkıp gelmiş sisler içinde duvarlar. Koca ova sis denizi . çocukluğumuzda “körduman” derdik sislere. Korkardım bilinmezlikten. Şimdi de sisler altında yaşıyoruz, sis kalkacak bir gün. O gün neyle karşılaşacağız , bilen var mı?
Zaman geçirmeden diziliyoruz kiliseye doğru. Ova sisli, yeşiller koyu, hava kurşun… Tepeyi aşıyoruz, deniz uzanıyor griden turkuaza. Koylar dizili Ölüdenize doğru, Beştaşlar, Atatürk burnu, uzanıyor . Asırlık keçiboynuzu ağaçlarının düzlüğü yıkıntıların yanına yerleştiriliveren kırmızı tuğlalarlı yeni bir yapı ile sızılı. Yerler gülyüzlü papatyalarla; güler yüzlü , renk renk lalelerle dolu. Mayısta açması gereken sarı çiçeklerimiz de açmaya başlamış, olmayan kışa ve erken gelen bahara aldanıp. Kıvrıla döne Galviz Kapısından geçiyoruz, denizin çekici güzelliği ile Soğuksu koyuna iniyoruz. Dalgalar farklı ezgilerle dinlendiriyor.
Çamlar arasında maviler eşliğinde aşıyoruz Ölüdeniz tepesini.Türkülerle şiirlerle yürüyoruz. Öğle yemeğimiz her zamanki yerimizde, sarnıç başındaki düzlüğümüzde. Düzlüğümüz korunaklı, yeşil ve güneşli. Ateş yakılıyor, öbek öbek yayılınıyor. Azıklar açılıyor, yan masa ikramları başlıyor. Her grup kendi güzelliğinde. Sakin, durgun kimileri; coşkun gülüşlü kimileri. Oradan oraya takılıyor bir bütün oluyoruz birden. Fethiye Dağcılık ailesi. Coşkun, tutkun, güçlü. Kibarız kimi zaman değil mi Nazire? Nimet ile Hatice türkülerde takılı kalıyor.
Lagunun tepesindeyiz, fotoğrafla ölümsüzleşiyor sanki her cm. En güzeli Süheyla ile Saskia’nın fotoğrafı olmalı buradan çekilmiş. Lagun açılıyor Kumburnu’ndan Belcekız’a doğru. Atatürk Burnu ile Faralya arasında uzanıyor enginler. Babadağ paraşütleri kuş misali süzülmekte ak kumlar üstüne.
Ölüdeniz keyfi yaşıyoruz. İlle farklı büyülü Ölüdeniz mavisi. Turkuaz kimi yerde mavi boncuk oluyor, kimi yerde zümrütleniyor. Kumlara oturuyoruz önce, yiyor içiyoruz. Sonra köpük köpük sulara koşuyoruz Arife ve Aliye hanımlarla. Ceyhun Bey de sıvamış paçaları, dalıyor sulara. Deniz seyri ile dinleniyor, on numaralık yürüyüş ardından servislerimize doluşuyoruz. Günün değerlendirmesi var artık dillerde.
Katılımcılar: Yusuf Çilengir, İhsan Erol, Rasih Küçükünal, Kadir Gürol, Süheyla Coşkun, Fatih Doğan, Şakir Sarıoğlu, Ümit Dilsiz, Nimet Bulut, Beyhan Yörük, Fatih Alpgiray, Atiye- Özer Kaçar, Elif Ayan, Ahmet Selki, Zeliha- Cey Hun Beyazova , Nizam Şimşek, Baha Ünsal, Ali- Aliye Türk, Serhat Beder, Yunus Gümüş, Mehmet Çakar, Tijen Targıt, Hanife- Yılmaz Ertuğrul, Haydar Sakinci, Arife Güven, Ayla - İsmail Karabulut, Serap Önal, Ali Engin, Hatice Bilgin, Hüseyin Çatal, Ali Gaffar Çit, Sefai Güner, Meral Atasever, Murat Güven, Ramazan Demir, Ali Karacan, Murat Güven, Emin Demirci, Saskıa Layden,




6 Ocak 2018 Cumartesi

HER HANGİ BİR GÜN

27 Eyl. 12 Perşembe


           Tembellikten kurtulmalıyım diyerek uyanıyorum birkaç gündür. Tembel de değilim diyorum bir yandan. Sekizde kalkıyorum, tamam bazen uyuşuk, oluyorum. İşe , harekete başlayamıyorum hemen. İşim çok oluyor çoğunda. Yoruluyorum demek ki…
            Gürel Dereli’ye cenazeye gidilecek bu gün. Kahvaltımı edip haberleşmeliyim Rukiyelerle. Araşıyoruz, saat ondan önce orada olmalıyız. Beklenen bir ölüm, bir haftadır yoğun bakımda yatıyor hastamız. Dün öldü.
           Ölüm acı, kanıksanmış eylemlerle karşılanıyor. Evin önünde sessiz hüzün ağırlığı taşıyan bir kalabalık, cenaze arabası… Birbirini epeydir görememiş dostlar da buluşuyor bahaneyle. Göz ucuyla selamlaşılıyor, ev sahipleri, ölen kişinin yakınları aranıyor. Daha bir kızaran gözlerle karşımıza çıkıyor en yakınlarının koltuğunda anne, baba, eş, kardeş, çocuk. Cenaze yıkanıyor, tabutlanıyor , bir dua başlıyor. Sesler kesiliyor, yükselen hoca sesi bütün seslerin üzerine çıkıyor. Herkes iç sesiyle dinliyor hocayı. Dua mırıldanıyor kimileri, kimileri de sessizce yaşıyor ölümü. Helallik de isteniyor, ne demekse. Herkes helal ediyor hakkını. Kimin kimde ne hakkı varsa? İç sesiyle dinlemek isterim insanları bir de. (Ölenin ardından kötü konuşulmaz ama.) dua bitiyor sessiz bir telaş seziliyor. Mezarlığa kimler gidecek? Erkekler mutlaka gidiyor tabii son görev. Kadınlar da bırakmak istemiyorlar, son noktaya kadar görmek istiyor, özellikle yakın duyumsayanlar kendini. Mezarlığa sessiz acı ağırlığı ile bir gidiş, ölen dönmeyecek artık.
           Kalanlar gelenekleri yerine getirme telaşına düşüyor. Gelen gidene  ne ikram edilecek, cesedin üzerinden çıkan giysiler ne olacak, çocuklar- eş yaşamını nasıl sürdürecek, anne baba acıya nasıl dayanacak?
           Metin görünüp işleri yoluna koyan biri çıkar mutlak. Duygularını bastırmış, donuk, anlamsız bakışlarla ortalığı idare eden biri. yalnızlığında doyasıya ağlayacaktır.
          

     

2013 YARIYILI

2013 YARIYIL TATİLİ  İSTANBUL


26 OCAK 2013

            Akşamın yorgunluğunu unuttum bile. Erken kalkabilir, valizlerimi hazırlayabilirim. Akşamın tatlı yorgunluğu, annemle , arkadaşlarımla keyifli geçen bir gecenin sabahı. Daha aydınlık bir sabah. Hava kapalı, rüzgar, yağmur birbirine karışmış. Keyfimi kaçıramaz.
           Valizler elimizde otogardan  havaş servisine gidiyoruz. Saat on bire yetiştik.Dalaman Hava alanındayız. Rüzgarın hızı artmış. Islık çalıyor. THY uçağı inmemiş alana. İptal edilmiş uçuş. Atlasjet 13.15 uçağı ile gideceğiz İstanbul’a. Rüzgar çok, hava ürpertici. Uçaktayız kötü düşünceleri kovuyorum zihnimden.Uçak yolculuğunu seviyorum. Yükselmek, dünyaya uzaktan bakmak, tepeden bakmak güzel.uzakları çabucak yakın etmesi ayrı bir güzellik.Oğlumu özledim çok, kavuşmalıyım bir an önce.
             Akşama doğru varıyoruz oğlumun evine. Sıcacık, özel ve sevecen bir yemek ve akşam yaşıyoruz.

27 OCAK 2013   PAZAR
           Pazar sabahları oğlumuzla farklıdır bizim için. Özer’le erken kalkarız, erken kahvaltı ederiz. Oğlumuz olunca işler değişir.Akşamdan ayarlanır kahvaltı saati. Özgür fedakarlık ediyor bizim için erken kalkacak(!) ve saat on birde sofrada olacağız.  Özer’in oyalanması gerekir. Onu pazara gönderiyorum. Sebze, meyve ve otları da çok sevdiğimiz için seve seve gitti pazara bugün de. Ben de biraz ortalıkla ilgileneyim, sabah sporum evde olsun. Mükellef bir de kahvaltı soframız olsun.
            “Günaydın annem, öpeyim, doyayım sana. İstanbul yağmurlu, İstanbul karlı, İstanbul soğuk. Evimiz sıcacık, evimiz gülüyor, evimiz sevinçli…Kahvaltımız keyifli, kahvaltımız uzun, kahvaltımız bereketli. Artık çıkalım biraz dışarı, dolaşalım, dost kahvesi içelim. Kahve kokusuna bayılırım.
              Evimize dönelim, özlem giderelim, kimse olmasın çevremizde.
           
28 OCAK 2013   PAZARTESİ
              Oğlumuzun uyumasını izlemek, onu en tatlı sesimizle uyandırmak, öpmek, koklamak, onun için kahvaltı hazırlamak, kalkıp giyinmesini izlemek, yumurtasını haşlamak kayısı kıvamında, çayını doldurmak, ekmeğini bölmek, kapıdan uğurlayıp ”iyi işler” demek. Süre ne çabuk ilerledi.Oğlumuz işine gitti, biz de biraz ev işi, biraz gezi. Hadi çıkalım.
           Fulya yokuşundan iniyoruz.Yürüyelim, hava biraz soğuk da olsa yürüyelim. Beşiktaş çok kalabalık. Yaşanmışlık dolu Kabalacı kitap evinde dolaşıp geçiyoruz. Kitap kokusu  almak  önemli. Deniz kenarına ilerliyouz. Dolmabahçe’nin yüksek duvarları, mermer kapıları işlenmiş tarih yaşanmışlık saklıyor.yürüyoruz, Dolmabahçe’yi gezelim diyoruz.kapıdan giriyor, tarihi yapıların görkemli gizemiyle saat kulesini, Dolmabahçe kapılarını seyre dalıyoruz. Pazartesi günleri ziyaret olmadığını öğreniyoruz. Deniz keyfi ile çayımızı yudumlama kararına varıyoruz. Deniz gri, martılar uçuşuyor vapurlar, gemiler arasında. Hele duvar kenarında kedilerle martıları bir arada görüntülemek ayrı bir keyif oluyor.Kalkalım artık. İstanbul’u yürüyerek solumalıyız.
           Yeşilliğin bol olduğu Yıldız yokuşuna vuruyoruz. Taksim anıtını görüyor Osmanbey’e yöneliyoruz. İstanbul’un bir başka yönü saklı burada. Yapılar eski, yılların tanıkları. Gizledikleri güzelliğin gururuyla sakin, dilsiz konuşuyorlar. Cadde kalabalık , bir arka sokaktan Nişantaşı’nı geçiyor, Şişli’ye dek yürüyoruz. Sporumuz da yapılmış oluyor böylece.
          Evimize dönelim, Özgür’ün işten çıktığı saat belli. Eve gelince akşam sofrasına oturabilmeliyiz. Ev keyfiyle içeriz kahve ve çayımızı…

29 OCAK 2013   SALI
             Sımsıcak bir oda, sevimli bir masa, alışılmış kahvaltılıklar, sıcak çay.
              Annem köyde yaşıyor. Bizim köy işlerinden, köy yaşamından kurtulduğumuz için çok mutlu. Evimize geldiği zaman sabah bizden önce kalkar, çayımızı demler, kahvaltı masamızı hazırlardı. Anne sıcaklığı demlenmiş çay kokusuna karışırdı evimizde.   Bize de : “Hepiniz yanımda olsanız, her sabah kahvaltınızı hazırlasam, siz biraz daha uyusanız, ama yine böyle işlerinize gidebilseniz” derdi. Yedi çocuğunun her biri başka başka şehre dağılmıştı. Şimdi ben de oğluma demek istiyorum aynı şeyi. Fethiye’de yaşaması zor artık. Yanımda olsa, her zaman kahvaltısını hazırlasam, demlenmiş çay kokusuna uyandırsam, işine gitse… 
              Kahvaltı sonrası Özgür’ü işine uğurluyoruz. Evde alışılmış işler sonrası İstanbul keyfine başlıyoruz.
              Bugün 15 yaşımızı yaşayacağız. Serap ve Nimet’le buluşacağız. Semra Yılmaz da katılacak bize. Taksim’de toplanalım.
               Özer’le Taksim anıtı önündeyiz saat on bire geliyor. Güvercinlerle dans ediyoruz önce. Nimet görünüyor gülen gözleri ve can sesiyle. Özlemle kucaklaşıyoruz önce. Serap ve Semra’yı beklememiz gerekecek. Simit sarayına oturuyoruz. Yanık susam kokusu öğrencilik yıllarımızın dostu. Çay söyleşimizin arkadaşı. Saatin nasıl geçtiği anlaşılmıyor. Semra ayrılıyor bizden, biz onyedi yaş çılgınlığı ile yürüyoruz Beyoğlu’nda. Anıtsal yapıların her kıvrımına, farklı farklı insanların her birinin yüz anlatımına bakarak ve şımarıklıkla hoplayıp zıplayarak yürüyoruz. Çiçek Pasajına girmeyi ve tavanlara kadar bakmayı atlamıyoruz. Molamızı Öğretmenevi’nde vereceğiz. Pera Palas ve civarındaki yapılar ve Öğretmenevi  İstanbulda olduğumuzu zihnimize kazıyor. Büyülü yürünür bu sokaklarda. Eski İstanbul Efendilerinin kibarlıkları kılıç seslerine karışır zihinlerde.
            Öğretmenevi terasta  sık sık yinelediğimiz Adabelen 4-A buluşmalarının birini daha yaşıyoruz. Serap,Nimet biz hep bir arada olalım ve yaş alıp, yaşlanmayalım. Gülüşümüzü, duruşumuzu, bir birimizi sarışımızı sürdürelim. Özer de tanıklık edip katılıyor bize.
           Akşam bir başka Adabelenlilere Nilgün ve Sabri Kuşkonmazlara konuk oluyoruz. Zengin, dolu ve sıla kokusu ile renklenen söyleşimizle gençleşiyoruz. Sabri arkadaşımızı öğrenciliğini devam ettirdiği için engin birikimi ve çalışkanlığı için tekrar kutluyorum. Arkadaşı olduğum için de gururluyum.

30 OCAK  2013 ÇARŞAMBA
                 Oğlum İstanbul’da kalacak. Oturabileceği, gücümün yetebileceği evlere bakmalıyız. Ortaklar caddesini yürüyoruz boydan boya. Ali Samiyen Stadı’nın kazındığı yerine gökdelenlerden birinin daha dikileceği şantiyeyi geride bırakıyor, Gayrettepe’ye yöneliyoruz. Yeditepeli şehrimizde tepeleri iniyor, tepeleri çıkıyoruz. Fulya yokuşundan evimize dönmeliyim. Neveserle buluşacağız.
                Neveser 1983’te Ankara’da bıraktığım arkadaşım. Beni Dil Tarihli günlerime taşıyacak. Dile kolay otuz seneyi kapatacağız. Birbirimizin otuz yıllık öyküsünü dinleyeceğiz. 
              Cevahir AVM’nin önünde karşılıyorum Neveser’i. Hemen kahve ile zenginleştire-ceğimiz  söyleşimize başlıyoruz.  
              Neveser okulu bitiremeden evleniyor, Denizli’ye gidiyorlar. Fahrettin okuldan atanma haberi beklerken askere gidiyor. Birlikte Malatya’da yedeksubay askerliği bitiriyorlar ve Fahrettin İstanbul’da  kuyumculuk sektöründe Arap ülkeleri bağlantılı bir işe giriyor. Bu arada iki çocuğunu özenle yetiştirmeye adıyor kendini Neveser. Başarıyor da. Kızı Mimar olmuş çalışmaya başlamış. Oğlu da kocaman delikanlı, babanın işi ile ilgileniyor, kendine işler üretiyor. Dil Tarihli günlerden söz ediyor. Ben yürüyüşlerimizi, gülüşlerimizi anımsıyorum, Neveser sınıfta uyuduğumdan söz ediyor. Gece çalışıp gündüz okula gitmenin semeresi. Söz uzuyor, söz uçuyor, söz coşuyor… Gençliğimizi paylaşmışız, kolay mı?
            Akşam oğlumlayım yine. Onu özlemişim birlikte olabileceğimiz zamanları iyi değerlendirelim.

31 OCAK  1013 PERŞEMBE

              Beşiktaş’ı öğreneceğiz bu gün, semtleriyle. Fulya yokuşunu inmeyeceğiz. Mecidiyeköy kavşağından Ali Samiyen’den Gayrettepe’ye yürüyoruz. Buralar İstanbul’un en eski yerleşim yerlerinden. Yapılar çok katlı değil, yaşanmışlıkları yansıtıyor alabildiğine. Yeni yapılar aralarda. Barbaros Plaza yükseliyor Dikilitaş’ta. Oğlum burada… İnternet aracılığı ile ulaştığımız evleri göreceğiz. “Dikilitaş”ı da görüyor, civarında birkaç ev geziyoruz.
              Beğendiğimiz evler üç yüz elli ile dört yüz bin lira . Bu durumda ev almayı erteliyoruz, Özgür kiraya çıkacak.OVİT Mudo Mağazaya giriyoruz. Dolaşıyoruz, Fulya yokuşundan eve dönüyoruz. Oğlumla gün geçirmek güzel, eve dönmeliyim. Yemek, ütü, temizlik, yağmur da yağıyor, çamaşırlar geç kuruyor.

1 ŞUBAT CUMA

              Oğlumuzu uğurladık, akşama ne pişireceğimizi ayarladık, yürüyelim bu gün Özer seninle. Şişli’den metroya atlıyor, Şişhanede iniyoruz. Galata Kulesine doğru yöneliyoruz. Yüzyıllık yapıların arasından boğaz manzarası ile geçiyoruz. Galata köprüsünde balık tutanların arasındayız. Oltalar dolu geliyor. Deniz coşkulu. Vapurlar keyifli, balıkçılar şen. Geceden beri balıkla uğraştığını söyleyenler var. İri balıklar gece tutuluyormuş. Balıkçıları geride bırakıyoruz.     
              Emin önünde tarihi balık ekmek teknelerine ulaşıyoruz. Kalabalıkla karnımızı da doyuralım. Zevkle, iştahla, keyifle yiyoruz. Kalabalık içinde yalnızlık da böyle bir şey  mi? Kimseyi tanımıyoruz. Hadi içerilere dalalım.
              Kalabalığa katılarak Mısır Çarşısı’na geliyoruz. Kapsında 1597-1664 tarihini okuyunca kılıç sesleri çınlıyor kulaklarımda. Osmanlı bezirganlarını, ağalarını ve  tarihi hayal ediyorum. Yüksek, kubbeli tavanları ile daha çok hediyelik eşya satan dükkanları ile  Mısır Çarşısını geride bırakıyoruz. Mahmutpaşa ‘dayız şimdi. Türk sinemasının, bayram alışverişlerinin görüntülendiği cadde. Çığırtkanları ve kargacık burgacık, küçük dükkanları ile ucuz mu ucuz  Mahmutpaşa’yı geçiyor, Kapalıçarşı’ya giriyoruz. Şimdi tam turistik eşyaların sergilendiğini görüyoruz. Işıl ışıl lambalar, halılar, deriler, bakırlar…              
          Duvarların, sütunların nemden sıvaları dökülmeye yüz tutmuş. Yüksek tavanların işlemeleri bozulmakta. Yerli, yabancı yüzlerce kişi ile dolaşıyoruz uzun, birbirinin aynısı gibi düşünülen farklı koridorlardan geçiyoruz. Bir kemer alayım, günlük kullanım için. Centilmen Han’ı tarif ediyorlar. Buluyoruz. Gerçekten de sadece deri dükkanlarının olduğu üç katlı bir han. Özellikle çanta ve kemer çok. Yeni yapı ama. Çemberlitaş’a çıkıyoruz.
           Tamamen Bizans, Osmanlı yapıları… Camiler, apartmanlar, dükkanlar. Karşımızda tüm görkemiyle Sultan Ahmet, Ayasofya, Topkapı…
           Sultan  Ahmet Camii avlusu, ne kalabalık.  Her dilden, her renkten, her ulustan, her kıtadan insan var. Cami içine giremedik kalabalıktan, daha sakin bir güne bıraktık iç mimari seyrini.    
             Topkapı Sarayına geçiyoruz. Yüzyılların ağırlığı var her yerde. Yapılar yüzyıllık, ağaçlar yüzyıllık, yollar yüzyıllık, toprak yüzyıllık… giriş kapısı Fatih’in tuğrası ile yaldızlı. Osmanlının en görkemli dönemini yansımak istiyor. Kapının görkemi içerisi ile ilgili ön izlenimi veriyor. Kendini cüce sayarak giriyor, gerekli kontrol noktalarından geçiyorsun. Seninle dünyanın dört bir yanından akın etmiş dilleri, renkleri, boyları, yaşları, huyları, parmak izleri birbirinden farklı binlerce kişi giriyor içeri. Sarayın bölümlerini bu insan zinciri ile dolaşıyor, gözünü gönlünü altına doyuruyorsun. Tahtlar, giysiler, süs eşyaları… Harem bölümüne geçemiyoruz, süre yetmiyor. Harem  bölümünü gezmeyi bir başka güne  bırakıyoruz. Tarihin kılıç şakırtılarını at kişnemelerine, nal seslerine karıştırıyor, İstanbul sokaklarına dönüyoruz.Yürüyelim, Gülhane parkına dalalım. “Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkında…) Yeşiller içinde yürümek güzel. Cem Karaca’nın ceviz ağacını ararcasına tüm ağaçları tek tek inceliyorum.derken sazıyla Aşık Veysel’i buluyorum.Gülhane Parkını Sarayburnu kapısından çıkıyoruz.Yürümeye devam edelim, Fatma ve Semra’lar bekliyor. Adabelenli dostlarla buluşmak her zaman çok özel olur. Sirkeci’de çaylarımızı içiyor, oğlumuza dönüyoruz.

2 ŞUBAT 2013 CUMARTESİ


       Özgür’le olmak çok güzel. Bugün oğlumuzlayız, kararlaştırdığımız saatte uyandırıyorum kahvaltı soframız hazır. Yumurtamız pişmedi, sıcak sıcak  sofraya gelmali. Herkes yerine oturduğunda, çaylar buğulanırken hem de. Kahvaltı keyfimiz uzun sürüyor. Söyleşiyor, gülüşüyor, konuşuyoruz... Kahvemizi Ortaköy’de içeceğiz. Beşiktaş’tan ortaköy’e de yürümeliyiz. Akşam sarıyerde rakı- balıkla Özgür’ün işini kutlayacağız.
        Öğlen çıkıyoruz, Fulya yokuşunu iniyoruz Beşiktaş’tayız. Tarihi yapılarla gökdelenler kaynaşmaya çalışıyor ama olası görünmüyor bu. Ortaköy’e yürümek , tarihle yüzleşmek güzel. Asırlardır ar olduğumuzu da anlıyoruz. Bu caddede ağaçlar asırlık, saraylar asırlık, köprü asırlık, bahçeler asırlık. Çırağan Sarayı’nın görkemini,  Galatasaray Üniversitesinin bulunduğu yapılar çarpıyor insanı.Ne büyük bir kent şu İstanbul, diyoruz. Ortaköy her zamanki gibi cıvıl cıvıl. Çarşısı, kafeleri, kumpircileri ve meydan dolusu elinde kumpiri ile gençleri… Ünlü Ortaköy Camii selamlıyor herkesi. Kahveyi daha ileriye bırakıyor, yürümeye devam ediyoruz.   Boğaz köprüsünün altından geçiyoruz.yükseklerde tüm görkemiyle uzanıyor uzadıkça incelerek. Sağımız deniz, solumuz İstanbul. Sıkışık trafiği, deniz kenarı balıkçıları, yalıları, apartmanları, gökdelenleri, camileri ve sarayları ile … 
      Kuruçeşme’de deniz kenarında mola ve  kahve keyfi. Suların şıpıtısı ile yudumluyoruz sade kahvelerimizi. Oğlum anlatıyor biz dinliyoruz.Özeri epey şaşkınlığa  düşüren hesabı ödüyoruz.Araba mı yürüme mi? Yürümeye devam ediyoruz.balıkçıları geçiyor, yalıları selamlıyor, boğazdan geçen gemilere el sallıyoruz…Denizde Savarona bize bakıyor, bizi tanıdık buluyor. Biz de tanıyoruz.Arnavutköy de geride kalıyor Osmanlı yapılarıyla. Bebek sahillerine ulaşıyoruz. Binelim mi arabaya? Yok,yürüyelim, Boğaziçinde Manzara’da dinlenelim, diyoruz.Boğaziçi’ne Bebek kapısından tırmanıyoruz. Akşam olmakta, ufku tatlı bir kızıllık sarmış.her yer yeşil, yeşillik içindeyiz, önümüz deniz. Merdivenlerden çıkıyor, ünlü Boğaziçi terasına oturuyoruz. Gemiler geçiyor coşkun boğaz sularından. Kimi Karadeniz’e kimi Akdeniz’e gidiyor suları yara yara. Karşıda Küçüksu, Kuleli Askeri Lise, ve adını bilmediğim yerler, yapılar. Özgür öğrenciliğini sürdürüyor diye düşünüyorum. Öğrencilik güzeldir, bitmese öğrencilik…Güney kampüsten kuzey kampüse geçiyoruz.Öğrencilik günlerini konuşuyoruz. Ben mezuniyet günü coşkularına tanıklık etmiştim gençlerin. Onlar neler yaşadılar kim bilir bu alanlarda…
         Akşam oldu, atlıyoruz bir taksiye Sarıyer’e balık yemeye… Yerimiz ayrılmış, önce soğuk mezeler geliyor. Hep balıkla yapılanları seçiyoruz. Haydi oğlum, şansın açık olsun, başarılar, mutluluklar, sağlıklar diyorum. Kadehlerimizi Özgür’e kaldırıyoruz.söyleşiyor, gülüyor, eğleniyoruz…


3  ŞUBAT  PAZAR

             Erken başlamalıyız güne. Oğlumun ev işleri de bitecek, gezi de sürecek. Bugün Akvaryum’a gideceğiz. Ev işleri ile ilgilendikten sonra Özgür’ümü uyandırıyorum koklayarak.Oturuyoruz , keyif de eklediğimiz eşsiz kahvaltımızı ediyoruz. Şimdi toparlanabiliriz. Oğlum yorgun, dün alışmadığı kadar çok yürümüşüz. Haftanın yorgunluğunu da taşıyor, dinlenmeye karar veriyor.Özer’le gideceğiz…