AĞRI DAĞI ZİRVE
Fethiye dağları çam kokulu, ardıç
kokulu, sedir-köknar-küynar kokulu. Alıştık dağlara , dağlar çekiyor bizi.
Karar veriyoruz birkaç arkadaş: Ağrı Dağı’na çıkacağız.
Hamza Bey sağ olsun, tüm bağlantılarımızı kuruyor; Necla tüm yazışmaları
sağlıyor. 4 Temmuzda çıkılacak yola.
4 Temmuz 2014
VAN’DAN DOĞUBEYAZIT’A
Antalya’ya servisimizi de
ayarladık, uçakla Van’a ulaşım keyifli. Saat 10.30, Rehberimiz Cuma Bey
karşılıyor bizi. Akdamar Adası’nı görelim önce. Van Gölü’nü , yok Van Denizini sağımıza alıp
yola çıkıyoruz. Karşımzda bir dağ, Vizontele’nin Artos Dağı. Vizontele filmini
de anımsayarak deniz seyri ile Gevaş İskelesine ulaşıyoruz. Van günlerimiz
sınırlı, önce Ünlü Van kahvaltısını öğreniyoruz. Keyifle enerjimizi alıp ,
Gevaş İskelesinden bir tekne’ye atlıyoruz. Van Denizi masmavi, gökyüzü pırıl
pırıl ak bulutlar tüllenmekte. Akdamar
Adası uysal bir kedi mavilik ortasında. Yaklaştıkça büyümede, Tamara’nın
ışığını, garip çobanımızın sesini
saklamakta.
Akdamar Adası’nda Ermeni
mimarisinin eşsiz örneklerinden olan kiliseyi izliyoruz. Taşın ince şekillenişi
kalıcı kılıyor tüm görünümleri belleklerde.Yüzyıllık badem ağaçları arasında
dolaşıyor, tarih deniz ve doğayı bütünleştiriyoruz. Yolumuz uzun, yolumuz
yükseğe, Doğbeyazıt yolundayız.
Van’da yeşillik var epey. Tarım da
gelişmiş tekniklerle. Sebze ve meyve bahçeleri Van Gölü’nün kıyısını
yeşillendirmekte. Birden uçsuz bucaksız bir arazi ve ortasında tekerleri ile tüm araziyi dolaşabilen dev
yağmurlama sistemi şaşırtıyor bizi.
Rehberimiz:” Hüseyin Çelik’in arazisi” diyor.
Göl seyri epey sürüyor. Süphan Dağı
yükseliyor(4055 m)gölün arkasında.
Çıplak dağları kolluyoruz şimdi
aralarında sessiz köyleri, suskun çobanları ile. Muradiye Şelalesini de
göreceğiz yol üstü. Muradiye’ye 10 km uzaklıkta Tendürek Dağlarından çıkan
Bend_i Mahi çayı üzerinde. Bir vadi içerisinde saklanan bir güzellik, bir
serap. Asma bir köprü ile geçiyoruz şelalenin karşısına. Vadiye iniyoruz
suların coşkusuna ortak oluyoruz. Suyun serinliği iliklerimize işlerken
hafiften yağmur da başlıyor. Suyun tanığı asırlık ağaçlarla yeşillenmiş bir
alan. Yola devam ediyoruz.
Tendürek Dağı da volkanik. Yer
yer taşlaşmış püskürtüler dağlar içinde, dağlar üstünde, yolların ulaştığı
noktalarda. Bir taraf da dümdüz kıraç topraklar, dağlar. 2660 metredeyiz. Yolda
İran’dan gelen tırlar sebze taşıyor olmalı.başka da araç yok. Dağlarda sınır
işaretleri, dağlarda sınır karakolları. Tendürek bir tarafta püskürtüleri ovalarda. Yol uzuyor, Ağrı Dağı
tüllenen zirvesi ile nazlı nazlı gösteriyor kendini. Tüm dağlara tepeden
bakmanın mağrur duruşu. Yanına da almış Küçük Ağrı’yı koruyup kolluyor. Toprak
damlı, tezek duvarlı, yalnız evleri ile köyler uzanıyor. Somkaya, Gökçebulak
okuduğum bir iki tabela.
Doğubeyazıt’a ulaşıyor, otelimize
yerleşiyoruz. Rehberimiz Cuma Bey tüm aileyi seferber etmiş bizleri ağırlamak
için. Akşam yemeği için evine konuk ediyor bizi.
Bahçeye serilmiş kilimler, atılmış döşekler üzerine. Uzun da bir sofra
kurulu. Kızlarımız ve boncuk gözlü eşi getiriyor yiyeceklerimizi. Tüm çocuklar
yarışıyor hizmet için. Harun, İslam Ayşe…
İyi
dinlenmeliyiz, sabah Ağrı Dağı yolculuğu başlayacak.
5 Temmuz 2014
BEKLE BİZİ AĞRI DAĞI - ARARAT-
Sabah ayrı bir havada, başka bir
dünyaya yolculuk için hazırık kahvaltının ardından. İki minibüs geliyor
kapımızın önüne ve eşyalarla birlikte doluyoruz içeriye.
Kısa sürede kenti geride bırakıyor
asfalt yoldan da çıkıyoruz. Ağrı Dağımız
aynı gururuyla karşımızda dimdik. Eteklerine doğru yol alıyoruz. Dağlar yeşil
tüllü bu kez, otcuklar arasında da mor, sarı akça pakça çiçekler.Eli köyü 2200
metrede. Toprak damları ile kıraç topraklar arasında bir köy , dağlar koynunda, Ağrı Dağı eteğinde.
Köyün dışında eşyalarımızı indiriyor,
atları bekliyoruz. Büyük sırt çantalarını büyük çöp poşetlerine de
yerleştiriyoruz ki yağmurda ıslanmasın. Ağrı’nın sağı solu belli olmaz. İslam
başta sahip çıkıyor katırlara. Kemal baş
kaptan. Katır sesleri arasında tatlı bir telaş, telaş arasında dolmuş
homurtuları katır sesleri arasında yitip
gidiyor.
Rehberimiz Cuma bey topluyor
bizi. Ekip başımız Hamza Bey ile işbirliğinde yine. yürüyüşe geçiyoruz, tepeler
arasından tutunduk Ağrı Dağı eteklerine. Tek sıra, kırkayak olacağız,
Abdurrahman Abi, bırakma grubu. Yorulmak yok, ağır, ritmik adımlar atmalıyız.
Üç dört saatlik bir yürüyüşle 3200 metreye çıkacağız.
Bir saat kadar yürüyoruz. Katırlar
yükleri ile yetişiyor arkamızdan, önümüze düşüp yamaçları tarıyorlar. Yayla
obaları yayılmış tepeler arasında. Biz de moladayız Cuma Bey’in ablasının
çadırında. Sobada kaynayan çay, ve halanın eliyle yaptığı ayran keyfimize keyif
katıyor. Çadıra da yayılıyoruz
sereserpe, dinleniyoruz.
Ağrı dağı tepesi tüllü bir gelin, göstermelik istiyor zirvesi saklı.
Gözümüz zirvede, tekrar başlıyor tırmanış. Tırmandıkça Doğubeyazıt ovası da
uzanıyor aşağılarda. Kar sularının beslediği yerler yeşil deniz, suyun
ulaşamadığı yerler kuru .Ekili alan yok, kendiliğinden yetişen otlar
tırpanlanmış, öbeklenmiş sıra sıra. Hayvanların kışlık yiyecekleri…
İkinci molamız Hacı Baba’nın
çadırında. Burada çay ve ayranın yanına
Lavaş ekmekleri ve tadına doyumsuz peynirler de çıkıyor. Gücümüz yenileniyor, Cuma Bey’in çocukları dedeye “baba”, babaya da “abi” diyor. En küçük oğlan Harun da
henüz ayırımında değil, babaya “abibaba” diye sesleniyor.
Hacı Baba’nın çadırı daha büyük. İki yüz
koyun , inek, at, katır, tavuklar, bir çok hayvan var. Dağlar dolusu bir
çiftlik. Şanslıymışız, toplanılmış imece usulü koyun kırkımı var. Koyunlar iki
kez kırkılıyor. Bahar kırkımına “yapağı” diyoruz. İkinci kırkım güzün, yün
oluyor yapağılar.
Koyunların eti, sütü, sütten yapılan
peynirler, yünler aile gereksinimine ancak yetiyor. Öyle geniş bir aile.
Dedenin çocukları, torunları hep bir arada yaşıyor.Haziranda çıkılan
yaylalardan ağustos sonunda iniliyor köylere.
Hafiften yağmur da eşlik ediyor
şimdi. Yürüdükçe artıyor, temposunu yükseltiyor yağmurun ezgileri. Taş
kovuklarında soluklanıyoruz biraz , sonra 3200 metre kampları başlıyor öbek
öbek çadırları ile. Bizim kamp ortada bir etekte. Yanımızda çağıl çağıl kar
sularından dere. Bu su kullanılacak buz gibi.
Mutfak çadırında çayımız ve
atıştırmalıklarımız hazır. Yağmur sürse de tasa değil. Çayımızı içiyor,
yorgunluğumuzu giderdikten sonra çadırlarımıza yerleşiyoruz. Güneş gül yüzüyle
ışıtıyor koca ovayı. Yemeğimiz saat 17.30’da dinlenelim biraz.
En güzel yemek bir tas çorba burada. Yemeklerimizi
Adem pişiriyor, el birliği ile servis
yapılıyor.
Kampta on üç kişi Fethiye grubu var.
Grubumuza İzmir’den Neşe, Ankara’dan Nezihat, Samsun’dan üç üniversite öğrencisi
ve İspanyol Karmen ve Diego katılmış. Yemek sonrası eğlencemiz başlıyor.
Aşçılar, katırcılar, rehberler, konuklar horona duruyor Ağrı’da önce. Burada
herkes sanatçı, sesler öyle yanık. Hele Cevdet, hiç yorulmadan gece boyunca
söylüyor en yanık halk türkülerini, arabeske de bulaştırarak. Cuma Bey Kürtçe
sevda türküsü söylüyor.
Cevdet “O Ses Türkiye” yarışmasına katılmış. Bülent Ersoy’a “Bülent
Ağabey” diye seslenme gafletinde bulunmuş ve yarışma dışı kalmış. Güzel bir
ses.
Sabah 4200 metreye yürüyeceğiz, bir saat konaklayıp geri döneceğiz.
Bünyemiz dağın yüksekliğine alışacak. Bu yürüyüşe “aklimatizasyon” diyoruz.
Kalkış saat 08’de.
Çadırda ilk gecemiz. Sesleri
dinliyoruz sabaha kadar. Önce yan çadırlarda söyleşilere alışıyoruz. Sonra
yağmur başlıyor tıpır tıpır. Rüzgar sesi korkutuyor, çadırlar biz içindeyken
sökülmez. Sesler doluya dönüyor, dışarısı buz kesiyor, biz sıcacık uyku
tulumlarımızda. Yarı uyur yarı uyanık sabahı buluyoruz. Dingin bir sabah ve biz
de dinlenmişiz.
6 Temmuz 2014
AĞRI
DAĞI’NA ALIŞIYORUZ
Gün daha ışımadan uyanıyoruz. Dağlarda katır sesleri ve çadırlar
arasında. Az sonra önce ovada kızıllanıyor güneş, sonra pırıl pırıl gösteriyor kendini. Heybetiyle
arkamıza aldığımız Ağrı Dağı
zirvesi kendini göstermiş. Abdurrahman
Ağabey ile Ali sohbette, Hamza da kalkmış. Sesler iç içe. Buz gibi suda yüz
yıkamak kendine getiriyor insanı. Sıralanıyoruz kahvaltı masasına, bu dağ
başında çay, peynir ,zeytin ekmek bal olmuş. Herkes keyifte, hemen
hazırlanmalı, yürüyüşe başlamalı, zirveden eteklere saçaklanan karlara
ulaşmalıyız.
Adem götürecek bizi 4200 metreye.
Ritmik ağır adımlarla çıkıyoruz yola. Başka kamplar da var aynı sabah
telaşında. Kırkayak oluyor, zikzaklarla sıralanıyoruz Ağrı Dağı böğrüne.
Yükseklik çarpmamalı, arada nefeslemeli, ağır ağır çıkılmalı.
Kayalıklar arasında yeşil kısa otlar, otlar arasında çiçekler.
Hele Ağrı laleleri mor mor. Beyaz sarı gökçe çiçekler. Sonra kuş sesleri.
Kayacıklar arsında bir görünen ,bir kaybolan kuşlar. Bülbüller, iri serçeler,
başka başka kuşlar. Sonra çadırlarda çocuklar, bir şeyler satmak için
çıkıyorlar karşımıza tek tük.
Patika kalabalık. Yukarıdan
inenler, grup grup yukarıya çıkanlar… Her dilden, her renkten insan coşkuyla
bir olmuş. Arada eşyaları taşıyan katırlara yol veriyoruz. . Rakımdan etkilenen
arkadaşlarımız da var. Üç arkadaşımız 3500 metreden geri dönüyor. Üç saatlik
bir tırmanıştan sonra Öküz Deresi kenarına ulaşıyoruz. Oturup aşağılara ve
zirveye bakıyoruz. Zirve bembeyaz.
Öküzderesi canlı bir heyelan alanı,
yer yer kayıp yuvarlanan taşların , kayaların sesleri ile irkiliyorsunuz. Kırık
buz kütleleri vadi boyunca kayalar misali uzanmakta. Karlar arasındayız artık. Kamp çadırları
kayalar arasında, taşlar üzerinde. Aşağılarda hayvanların su içmesi için
oluşturulmuş gölcükler, çadır kampları, çoban çadırları serpili eteklerden
ovaya doğru. Doğubeyazıt puslar içinde. Ova otlarla yeşil deniz sanki.
Yükseldikçe özgürlük tutkusu coşuyor yüreklerde. Hafifliyor bedenler, hücreler
yenileniyor, başka dünyalara taşınıyor düşünceler.
Küçük Ağrı bir başka nazla
yaslanıyor Ağrı Dağımıza. Öğlen olmak üzere. Bulutlar yavaş yavaş önce Küçük
Ağrı’yı görünmez kılıyor. Sonra bizi içine alıyor. Sisler içinde, bulutlar
arasında inişe geçiyoruz. Yağmur da başlıyor hafiften, sonra dolu oluyor yağış.
Yağmurluklarımız tıpır tıpır, dere
coşkulu, adımlarımız yavaş. Yeşil kamptayız 3200 metrede. Kamp alanı
eğlencesi doyumsuz söyleşiler. İyi dinlenmeliyiz bu gece, yarın 4200 metreye
çıkacağız, gece de uyuyamayacağız zirve heyecanı sardı.
7 Temmuz 2014
KARLAR İÇİNDE
Başka bir heyecanla merhaba diyoruz
çadır dostlarımıza. Kahvaltı sonrası çadırlarımı topluyoruz. Meydan dolu,
herkeste bir telaş. Katırcılar koşuşturuyor. En çok da Adem kıpır kıpır.
Eşyalar paketleniyor,çadırlar toplanıyor, meydana taşınıyor; mutfak çadırı
kalıyor sadece. Yürüyüş başlıyor, 4200
metreye çıkıp çadırlarımıza tekrar yerleşeceğiz. Bir önceki günümüzden
bildiğimiz yol. Bütün ekip çıkacak kamp yerine.
Hatice, Semra ve Nazife gerilerden
geliyor. Rehberimiz Cuma Bey eşlik ediyor onlara. Yolu biliyoruz ya kendi
tempomuzla patikanın zikzaklarındayız. Yine yukarıya çıkanlar, aşğıya inenler,
yük taşıyan katırlar, katırcılar ve kimi katırların tayları karışıyor
birbirine. Herkeste bir merak: Zirveye çıktınız mı?, zirve nasıl? Zirveden
dönenler belli…
4200 metrede çadırlarımız kurulmuş,
sağ olsun Adem. Arkada kalanlar da geliyor, ekip zirvede. Semra bu kez
yükseltiye uyum zorluğu içinde. Çadıra alıyoruz onu, dinlenmeli. Çaylarımızı
içerken biz esrik bir havada çevremizi incelemekteyiz. Öküzderesine, Küçük
Ağrı’ya, ta aşağılarda Doğubeyazıt’a uzanan enginlere kilitledik bakışlarımızı.
Öğle sonuna doğru hava yine karışıyor, bulutlar içine alıyor bizi. Esinti
sarhoşluğu içindeyken kar yağıyor eğri eğri rüzgarda. Çadırlarımızdayız,
dinlenmeliyiz, gece zirve yolculuğu başlayacak. Cuma Bey gramponlarımızı
ayarlıyor. Gece birde uyanacağız, ikide yürüyüş başlayacak. Uyumak gerekmiyor,
arada çadırdan kafamı çıkartıp gün dönümünü, ovaya gün batımını izliyorum.
Akşam iniyor çadırlarımıza , sonra gece çöküyor esintiler içinde. Abdurrahman
Abi ve Ali Bey’in sesleri ile uyanıyor, giyiniyorum. Semra çadırda kalacak.
8 Temmuz 2014
HAYDİ ZİRVEYE
Çadırdan çıkıyorum tepe
ışığımla, çadırlar arasında ışıklar
dolaşıyor. Herkes ateşböceği olmuş.Tatlı bir soğuk var, esinti durmuş. Ana
çadırdan termoslarımıza sıcak su alıyoruz, ortaya çıkan peynirlere dalıyor, çay
ile kahvaltı ediyoruz gecenin ortasında. Hiç itiraz etmiyoruz, enerji
toplamamız gerekli.
Hatice ve Necla da kampta kalmaya
karar veriyor. Başka gruplar da var. Karanlığı delerek diziliyoruz Ağrı Dağı
yamaçlarına. Yerler buz, kar, kara taşlar. Patikadan birbirinin
peşisıra yürüyor herkes. Yukarıya bakıyorum, ışıklar kıpır kıpır ilerliyor,
sıra sıra. Ateş böceklerinin dansı ,diyorum kendimce. Aşağı bakıyorum enginlerde ışıklarla belirlenen köyler,
Doğubeyazıt. Işıklarla aydınlanan sınır kapısı ve ötelerde İran köyleri. Işıl
ışıl ova canlı capcanlı.
Dağımızın doğusu hafiften kızarıyor,
hava açılıyor biraz. Sonra sarı kızıl bir örtü uzuyor ovaya puslu. Küçük Ağrı
yanımızda kalıyor, kızıl puslar içinde gümüşlenmiş gün ışıkları ile. Sonra
ovaya dönüyorum. Koca Ağrı Dağı Koca bir üçgen olmuş uzanmış ovaya koca bir gölge
olmuş. Gölgesi ovada Ağrının aynı mağrur duruşu saklıyor, geri dönsem, ovada
çıksam zirveye. O kadar canlı.
Kayalar azaldı , güneş karları parlatıyor şimdi.
Gramponlarımız takıldı. 4800 metreleri geçtik sanırım. Tamamen karlar
içindeyiz, dağın zirvesine doğru bir esinti. Ağır adımlarla karlar üstünde
diziliyiz rehberimizin arkasında. Kısa molalarda termosumuzdaki sıcak suyu
içiyoruz. Herkes kendi zirvesini buluyor. Zirveden dönen gruplar da var artık.
Kimimiz takılabilir peşlerine.
Buzullara ulaşıyoruz. Rüzgarlı bir
hava, bulutlar içine de düşüyoruz. Adem çok yüreklendiriyor Nezihat ve
Neşe’yi. Artık bulutlar, dağ ve biz
varız. Bilinmeyen masallar ülkesinde duyumsuyorum kendimi. Esintiler içinde
Zirvede birbirimize “Hoş geldin” diyor, gökyüzünü kucaklıyoruz. Saat 08.
Bulutlar arasındayız, Havanın açık olduğu günler de Ermenistan, İran rahat
görülürmüş. Öyle bir gün bulmak büyük şans olmalı. Şimdi bulutlar arasınayız,
dünyadan koptuk sanki uzaya karışacağız.
İniş daha az yoruyor ama zor. Riskli, dikkatli olmak gerekiyor. Yer yer
oturup kayıyoruz karlar üzerinde, kayarak daha kolay iniliyor. Karlardan uçlara
yelpazelenen kar kütleleri salkım saçak. Kara taşlara inat akça pakça.4200
kampı da kar saçakları arasında. Öğleye doğru inebiliyoruz kampımıza. Biraz
dinlenmeliyiz de zirve etkisi sinmiş içimize saklı. Kampta yine toplanma
telaşı. Katırlar, sesler, paketlenmiş eşyalar, toplanan çadırlar…
Eşyalarımızı katırlara bırakıp tekrar
yürüyüşe geçiyoruz. 3200 metrede konaklayacağız bu gece. Alıştık artık
yürümeye, hiç zorlanmıyoruz. Yağan dolu keyfimize keyif katıyor. Bir grup dönüş
için yola çıkıyor. Ana çadırda konaklayıp çayımızı içerken dolu duruyor, güneş
açıyor. Hemen kuruyoruz çadırlarımızı , yine bir arada olmanın keyfindeyiz.
Zirvemizi kutluyoruz gönlümüzce.
Çadırda son günümüz. Yağmur yok,
rüzgar yok, Dağımız dingin bir gece
yaşatıyor bize. Galiba en derin uykumuz da bu gecede saklı.
9 Temmuz 2014
KARLAR ARASINDAN SICAK SULARA.
Günün ilk ışıkları ile çadır
komşularımıza, kamp çalışanlarımıza, atlarımıza, kayalarımıza, çağıl çağıl akan deremize ve enginlere uzanan
ovamıza “merhaba” diyoruz. Enerji yüklü kahvaltımız ardından kamp yaşamına veda burukluğu ile toplanıyoruz.
Keyifli bir iniş. Aşağılarda
çadırlar, kayalar, koyun sürüleri, nal sesleri, çoban çadırları, patika
yumuşak, hava güzel. Hacı Baba’nın çadırında çay- ayran keyfi ve veda.
Ata da binelim mi? Olur, diyor Semra. 2200 metreye eşya almaya giden
atlar bize eşlik ediyor. Çocukluğumda bindiğim atlar yanımda. Pazarlığımızı
ediyoruz, biniyoruz atlara. Hatice, Semra ve ben. Dizili iniyoruz. At üstünde
çevre seyri daha rahat. Tamamen
zihnime kazıyorum doyamadığım dağları. Dönüp dönüp Ağrı Dağına “Hoşca
kal” diyorum. Zihnimde Sebahattin Ali :
“Başım
dağ saçlarım kardır,
Deli
rüzgarlarım vardır,
Ovalar
bana çok dardır,
Benim
meskenim dağlardır.
Şehirler
bana bir tuzak,
İnsan
sohbetleri yasak,
Uzak olun benden, uzak,
Benim
meskenim dağlardır. “
Necla gel biraz da senin
olsun at keyfi. Adem durduruyor atı, iniş, biniş; nöbet devri. Şimdi ben yürümedeyim. Yolumuz oldukça kolay bu
kez.
Çevirme köyüne iniyoruz.
Minibüsler bekliyor, eşyalarımız da yüklenmiş,
Yeşil ovanın nazlı otları parlayıp dalgalanıyor rüzgarla. Doğubeyazıt’a
geliyoruz. Eşyalarımızı otele attığımız gibi Diyadin’e yollanıyoruz.
Kaplıcalara gireceğiz.
Diyadin
Tendürek dağları eteklerinde Ağrı’nın bir ilçesi. Tendürek’ten çıkan kaplıca
suları da yüzyıllardır kullanılmakta. Diyadin eski bir yerleşim yeri. “Kaplıcalar ilçe merkezine 7 km. uzakta ve Murat nehrinin doğu kıyısında. Çermiklerin
bulunduğu arazi engebeli olduğundan, geniş bir alana dağılmış. Aralarında
500-1000 m. mesafe var. Buradaki sularda radyoaktivite, kalsiyum, sülfür,
karbondioksit, Magnezyum, kükürt, bikarbonat ve demir vardır. Cilt hastalığı, özellikle
romatizma ve siyatik gibi hastalığı olanlar şifa bulmak için buraya giderler.
Kaplıca sularından meydana gelmiş çok güzel görünüşlü kalker tulleri ve
traverten, buraları daha gösterişli yapmıştır. Bu kaplıcalara halkın akını
haziranda başlar,Ağustos sonuna kadar devam eder. Yakın köylüler ve kasaba
halkı diğer aylarda da yararlanır.”
Hücrelerimiz şaşkın. İliklerimize kadar ısınıyoruz sıcak
sularda. Hafifleyerek çıkıyoruz. Doğal köprüyü, ilginç kayalıkları,
kayalıklar üzerine sıralanan martıları, ve fokur fokur kaynayan kaplıca
sularını geride bırakıp otelimize dönüyoruz. Akşam yemeğimiz yine Cuma Bey’in
evinde. Ev yemekleri farklı, dost söyleşisi ile bölüşülüyor.
Otelimizdeyiz, bu gece de dinlenelim, sabah çevre gezimiz var.
10 Temmuz
2014
İSHAK
PAŞA SARAYI
Semra tam iyileşemedi. Sabah
Doğubeyazıt Devlet Hastenesi acil servisine gidiyoruz. İki serum veriyor
doktorumuz, birini yanımıza alıp ekibimize katılıyoruz.
Otelde lobide bütün arkadaşlar.
Hemen minibüse biniyoruz İshak Paşa
Sarayı uzak değil. Doğubeyazıt çıkışında karşımızda hemen.
Dağlar
arasında tepeden ovaya meydan
okuyan kendi küçük adı büyük bir saray. Kartal yuvasını andırıyor. 18. Yüzyılda
yapılmış, Osmanlı mimarisinin güzel örneklerinden. Bakımı da yapılmış,
korunaklı bir şekle getirilmiş konuklarını bekliyor yalnızlığın ortasında. Dünyanın ilk kalorifer tesisatı
döşenen sarayı olması dikkatimizi çekiyor. Haremi, selamlığı, odaları,
hamamı, mutfağı özellikle de tuvaleti dikkatle geziyoruz. Kuzey cephedeki
engin ovaya bakan odanın cumbasını taşıyan ahşap ayaklar insan, aslan ve
kartal şekliyle yapılmış. Aynı
döşemeden dört tane sıralı. İnsan İshak Paşa’nın, aslan gücün, kartal
da yüceliğin ve egemenliğin sembolü olarak kullanılmış.
Karşısına Ahmed-i Hani Türbesi yapılmış. Ahmed-i Hanı 17. yüzyılda yaşamış Osmanlı Kürt edip, şair, tarihçi ve mutasavvıf.
Yaşadığı yörede zamanşeyh olarak kabul edilmiş, halk arasında Hani Baba adıyla da anılmıştır. Ayrıca, molla (Molla Ahmed)
olarak da tanınmaktadır. Hânî Aşiretinden olduğu ve Han köyünde doğduğu için
Ahmed Hânî (Ahmed-i Hânî) olarak tanınmaktadır. Doğubeyazıt medreselerinde müderrislik ve İshak Paşa Sarayında kâtiplik yapmıştır. Dört dil (Arapça,Farsça, Kürtçe ve Türkçe)
bilen Hani, eserlerini, dönemin tercih edilen edebiyat dili olan Farsça yerine Kürtçe yazmıştır.
Bu dört dilin de bilinmesi gerektiğini söyler.En bilinen eseri, 17.
yüzyılda Kürtçe'nin Kurmanci lehçesiyle yazdığı "Mem ü Zin"dir.
Türbeyi 1990’daDoğubeyazıt Belediyesi yaptırmış.
Türbeden çıkıyoruz.
Nuh’un gemisini ve Meteor çukurunu göreceğiz. Doğuya doğru yola devam ediyoruz. Yaylalardan
geçiliyor. Dağlar boyunca ekili yoncalar var. Mor çiçekleri ile ovayı
renklendiriyor. Toprak yolda 2320 metreye kadar yükseliyoruz. Yol geçit
vermiyor, tamirat var. Geri dönüyoruz.
Doğubeyazıt’ın
içinde gezelim. Pasajları dolaşıyoruz adım adım. Sonra bir kafeterya buluyor,
Ağrı Dağı seyri ile ayranlarımızı içiyoruz.
Akşam sokak
kahveleri çayı da keyifli. Kahveler sokaklara taşmış.
Otelimizdeyiz. Sabah
saat beşte kalkıp Van Hava alanına gideceğiz.
11 Temmuz
2014
ANILARIMIZDA
Erken kalkmanın
getirdiği mahmurlukla yollardayız. Tendürek Dağı’nın püskürtüleri ova boyunca
sürerken köylere daha yakınız artık. Geride kalanları özleyeceğiz. Eşyalarımızı
topladık mı, kalan giden var mı? Unutulan bir eşya yok ama anılarımız kaldı.
Ağrı Dağı’nın
çekiciliği, çıtı pıtı çiçekler, suların çağıltısı, katır sesleri, Adem’in
Andre’yi çağırışı, yağmur ve dolu
sesleri, Carmen’in söyleşisi ve İspanyolca
aksanı, yemek masamız, çadır eğlencelerimiz, Cevdet’in yanık sesi, Cuma’nın
ilk zirvesi, katırcılar, aşçı Adem’in kızını okutmayacağı gerçeği, Harun, yaz
ortasında kalın giysilerimiz, sıcaklığımız, kahkahalarımız ve daha birçok şey
unutulmayacak. Anılarımıza yerleşti
AĞRI DAĞI… Atiye KAÇAR
|
|
|