21 Temmuz 2014 Pazartesi

AĞRI DAĞI ZİRVE
          Fethiye dağları çam kokulu, ardıç kokulu, sedir-köknar-küynar kokulu. Alıştık dağlara , dağlar çekiyor bizi. Karar veriyoruz birkaç arkadaş: Ağrı Dağı’na çıkacağız.
        Hamza Bey sağ olsun, tüm bağlantılarımızı kuruyor; Necla tüm yazışmaları sağlıyor. 4 Temmuzda çıkılacak yola.

4 Temmuz 2014
VAN’DAN DOĞUBEYAZIT’A
        Antalya’ya  servisimizi de ayarladık, uçakla Van’a ulaşım keyifli. Saat 10.30, Rehberimiz Cuma Bey karşılıyor bizi. Akdamar Adası’nı görelim önce.  Van Gölü’nü , yok Van Denizini sağımıza alıp yola çıkıyoruz. Karşımzda bir dağ, Vizontele’nin Artos Dağı. Vizontele filmini de anımsayarak deniz seyri ile Gevaş İskelesine ulaşıyoruz. Van günlerimiz sınırlı, önce Ünlü Van kahvaltısını öğreniyoruz. Keyifle enerjimizi alıp , Gevaş  İskelesinden bir tekne’ye  atlıyoruz. Van Denizi masmavi, gökyüzü pırıl pırıl ak bulutlar tüllenmekte.   Akdamar Adası uysal bir kedi mavilik ortasında. Yaklaştıkça büyümede, Tamara’nın ışığını, garip çobanımızın  sesini saklamakta.
        Akdamar  Adası’nda Ermeni mimarisinin eşsiz örneklerinden olan kiliseyi izliyoruz. Taşın ince şekillenişi kalıcı kılıyor tüm görünümleri belleklerde.Yüzyıllık badem ağaçları arasında dolaşıyor, tarih deniz ve doğayı bütünleştiriyoruz. Yolumuz uzun, yolumuz yükseğe, Doğbeyazıt yolundayız.
         Van’da yeşillik var epey. Tarım da gelişmiş tekniklerle. Sebze ve meyve bahçeleri Van Gölü’nün kıyısını yeşillendirmekte. Birden uçsuz bucaksız bir arazi ve ortasında  tekerleri ile tüm araziyi dolaşabilen dev yağmurlama sistemi  şaşırtıyor bizi. Rehberimiz:” Hüseyin Çelik’in arazisi” diyor.
           Göl seyri epey sürüyor. Süphan Dağı yükseliyor(4055 m)gölün arkasında.
          Çıplak dağları kolluyoruz şimdi aralarında sessiz köyleri, suskun çobanları ile. Muradiye Şelalesini de göreceğiz yol üstü. Muradiye’ye 10 km uzaklıkta Tendürek Dağlarından çıkan Bend_i Mahi çayı üzerinde. Bir vadi içerisinde saklanan bir güzellik, bir serap. Asma bir köprü ile geçiyoruz şelalenin karşısına. Vadiye iniyoruz suların coşkusuna ortak oluyoruz. Suyun serinliği iliklerimize işlerken hafiften yağmur da başlıyor. Suyun tanığı asırlık ağaçlarla yeşillenmiş bir alan. Yola devam ediyoruz.
              Tendürek Dağı da volkanik. Yer yer taşlaşmış püskürtüler dağlar içinde, dağlar üstünde, yolların ulaştığı noktalarda. Bir taraf da dümdüz kıraç topraklar, dağlar. 2660 metredeyiz. Yolda İran’dan gelen tırlar sebze taşıyor olmalı.başka da araç yok. Dağlarda sınır işaretleri, dağlarda sınır karakolları. Tendürek bir tarafta  püskürtüleri ovalarda. Yol uzuyor, Ağrı Dağı tüllenen zirvesi ile nazlı nazlı gösteriyor kendini. Tüm dağlara tepeden bakmanın mağrur duruşu. Yanına da almış Küçük Ağrı’yı koruyup kolluyor. Toprak damlı, tezek duvarlı, yalnız evleri ile köyler uzanıyor. Somkaya, Gökçebulak okuduğum bir iki tabela.
         Doğubeyazıt’a ulaşıyor, otelimize yerleşiyoruz. Rehberimiz Cuma Bey tüm aileyi seferber etmiş bizleri ağırlamak için. Akşam yemeği için evine konuk ediyor bizi.
      Bahçeye serilmiş kilimler, atılmış döşekler üzerine. Uzun da bir sofra kurulu. Kızlarımız ve boncuk gözlü eşi getiriyor yiyeceklerimizi. Tüm çocuklar yarışıyor hizmet için. Harun, İslam Ayşe… 
    İyi dinlenmeliyiz, sabah Ağrı Dağı yolculuğu başlayacak.

5 Temmuz 2014
BEKLE BİZİ AĞRI DAĞI - ARARAT-
         Sabah ayrı bir havada, başka bir dünyaya yolculuk için hazırık kahvaltının ardından. İki minibüs geliyor kapımızın önüne ve eşyalarla birlikte doluyoruz içeriye.
          Kısa sürede kenti geride bırakıyor asfalt yoldan da çıkıyoruz. Ağrı  Dağımız aynı gururuyla karşımızda dimdik. Eteklerine doğru yol alıyoruz. Dağlar yeşil tüllü bu kez, otcuklar arasında da mor, sarı akça pakça çiçekler.Eli köyü 2200 metrede. Toprak damları ile kıraç topraklar arasında bir köy  , dağlar koynunda, Ağrı Dağı eteğinde.
         Köyün dışında eşyalarımızı indiriyor, atları bekliyoruz. Büyük sırt çantalarını büyük çöp poşetlerine de yerleştiriyoruz ki yağmurda ıslanmasın. Ağrı’nın sağı solu belli olmaz. İslam başta sahip çıkıyor katırlara. Kemal  baş kaptan. Katır sesleri arasında tatlı bir telaş, telaş arasında dolmuş homurtuları  katır sesleri arasında yitip gidiyor.
         Rehberimiz Cuma bey topluyor bizi. Ekip başımız Hamza Bey ile işbirliğinde yine. yürüyüşe geçiyoruz, tepeler arasından tutunduk Ağrı Dağı eteklerine. Tek sıra, kırkayak olacağız, Abdurrahman Abi, bırakma grubu. Yorulmak yok, ağır, ritmik adımlar atmalıyız. Üç dört saatlik bir yürüyüşle 3200 metreye çıkacağız.
          Bir saat kadar yürüyoruz. Katırlar yükleri ile yetişiyor arkamızdan, önümüze düşüp yamaçları tarıyorlar. Yayla obaları yayılmış tepeler arasında. Biz de moladayız Cuma Bey’in ablasının çadırında. Sobada kaynayan çay, ve halanın eliyle yaptığı ayran keyfimize keyif katıyor. Çadıra da yayılıyoruz  sereserpe, dinleniyoruz.
        Ağrı dağı tepesi tüllü bir gelin, göstermelik istiyor zirvesi saklı. Gözümüz zirvede, tekrar başlıyor tırmanış. Tırmandıkça Doğubeyazıt ovası da uzanıyor aşağılarda. Kar sularının beslediği yerler yeşil deniz, suyun ulaşamadığı yerler kuru .Ekili alan yok, kendiliğinden yetişen otlar tırpanlanmış, öbeklenmiş sıra sıra. Hayvanların kışlık yiyecekleri…
       İkinci molamız Hacı Baba’nın çadırında. Burada  çay ve ayranın yanına Lavaş ekmekleri ve tadına doyumsuz peynirler de çıkıyor. Gücümüz  yenileniyor,  Cuma Bey’in çocukları dedeye “baba”,  babaya da “abi” diyor. En küçük oğlan Harun da henüz ayırımında değil, babaya “abibaba” diye sesleniyor.
         Hacı Baba’nın çadırı daha büyük. İki yüz koyun , inek, at, katır, tavuklar, bir çok hayvan var. Dağlar dolusu bir çiftlik. Şanslıymışız, toplanılmış imece usulü koyun kırkımı var. Koyunlar iki kez kırkılıyor. Bahar kırkımına “yapağı” diyoruz. İkinci kırkım güzün, yün oluyor yapağılar.
         Koyunların eti, sütü, sütten yapılan peynirler, yünler aile gereksinimine ancak yetiyor. Öyle geniş bir aile. Dedenin çocukları, torunları hep bir arada yaşıyor.Haziranda çıkılan yaylalardan ağustos sonunda iniliyor köylere.
          Hafiften yağmur da eşlik ediyor şimdi. Yürüdükçe artıyor, temposunu yükseltiyor yağmurun ezgileri. Taş kovuklarında soluklanıyoruz biraz , sonra 3200 metre kampları başlıyor öbek öbek çadırları ile. Bizim kamp ortada bir etekte. Yanımızda çağıl çağıl kar sularından dere. Bu su kullanılacak buz gibi.
           Mutfak çadırında çayımız ve atıştırmalıklarımız hazır. Yağmur sürse de tasa değil. Çayımızı içiyor, yorgunluğumuzu giderdikten sonra çadırlarımıza yerleşiyoruz. Güneş gül yüzüyle ışıtıyor koca ovayı. Yemeğimiz saat 17.30’da dinlenelim biraz.
             En güzel  yemek bir tas çorba burada. Yemeklerimizi Adem pişiriyor, el  birliği ile servis yapılıyor.
         Kampta on üç kişi Fethiye grubu var. Grubumuza İzmir’den Neşe, Ankara’dan Nezihat, Samsun’dan üç üniversite öğrencisi ve İspanyol Karmen ve Diego katılmış. Yemek sonrası eğlencemiz başlıyor. Aşçılar, katırcılar, rehberler, konuklar horona duruyor Ağrı’da önce. Burada herkes sanatçı, sesler öyle yanık. Hele Cevdet, hiç yorulmadan gece boyunca söylüyor en yanık halk türkülerini, arabeske de bulaştırarak. Cuma Bey Kürtçe sevda türküsü söylüyor.
       Cevdet “O Ses Türkiye” yarışmasına katılmış. Bülent Ersoy’a “Bülent Ağabey” diye seslenme gafletinde bulunmuş ve yarışma dışı kalmış. Güzel bir ses.
        Sabah 4200 metreye yürüyeceğiz, bir saat konaklayıp geri döneceğiz. Bünyemiz dağın yüksekliğine alışacak. Bu yürüyüşe “aklimatizasyon” diyoruz. Kalkış saat 08’de.
          Çadırda ilk gecemiz. Sesleri dinliyoruz sabaha kadar. Önce yan çadırlarda söyleşilere alışıyoruz. Sonra yağmur başlıyor tıpır tıpır. Rüzgar sesi korkutuyor, çadırlar biz içindeyken sökülmez. Sesler doluya dönüyor, dışarısı buz kesiyor, biz sıcacık uyku tulumlarımızda. Yarı uyur yarı uyanık sabahı buluyoruz. Dingin bir sabah ve biz de dinlenmişiz.

          
6 Temmuz 2014
AĞRI   DAĞI’NA   ALIŞIYORUZ
       Gün daha ışımadan uyanıyoruz. Dağlarda katır sesleri ve çadırlar arasında. Az sonra önce ovada kızıllanıyor güneş, sonra  pırıl pırıl gösteriyor kendini. Heybetiyle arkamıza aldığımız  Ağrı Dağı zirvesi  kendini göstermiş. Abdurrahman Ağabey ile Ali sohbette, Hamza da kalkmış. Sesler iç içe. Buz gibi suda yüz yıkamak kendine getiriyor insanı. Sıralanıyoruz kahvaltı masasına, bu dağ başında çay, peynir ,zeytin ekmek bal olmuş. Herkes keyifte, hemen hazırlanmalı, yürüyüşe başlamalı, zirveden eteklere saçaklanan karlara ulaşmalıyız.
          Adem götürecek bizi 4200 metreye. Ritmik ağır adımlarla çıkıyoruz yola. Başka kamplar da var aynı sabah telaşında. Kırkayak oluyor, zikzaklarla sıralanıyoruz Ağrı Dağı böğrüne. Yükseklik çarpmamalı, arada nefeslemeli, ağır ağır çıkılmalı.
           Kayalıklar arasında  yeşil kısa otlar, otlar arasında çiçekler. Hele Ağrı laleleri mor mor. Beyaz sarı gökçe çiçekler. Sonra kuş sesleri. Kayacıklar arsında bir görünen ,bir kaybolan kuşlar. Bülbüller, iri serçeler, başka başka kuşlar. Sonra çadırlarda çocuklar, bir şeyler satmak için çıkıyorlar karşımıza tek tük.
        Patika kalabalık. Yukarıdan inenler, grup grup yukarıya çıkanlar… Her dilden, her renkten insan coşkuyla bir olmuş. Arada eşyaları taşıyan katırlara yol veriyoruz. . Rakımdan etkilenen arkadaşlarımız da var. Üç arkadaşımız 3500 metreden geri dönüyor. Üç saatlik bir tırmanıştan sonra Öküz Deresi kenarına ulaşıyoruz. Oturup aşağılara ve zirveye bakıyoruz.  Zirve bembeyaz.
            Öküzderesi canlı bir heyelan alanı, yer yer kayıp yuvarlanan taşların , kayaların sesleri ile irkiliyorsunuz. Kırık buz kütleleri vadi boyunca kayalar misali uzanmakta.  Karlar arasındayız artık. Kamp çadırları kayalar arasında, taşlar üzerinde. Aşağılarda hayvanların su içmesi için oluşturulmuş gölcükler, çadır kampları, çoban çadırları serpili eteklerden ovaya doğru. Doğubeyazıt puslar içinde. Ova otlarla yeşil deniz sanki. Yükseldikçe özgürlük tutkusu coşuyor yüreklerde. Hafifliyor bedenler, hücreler yenileniyor, başka dünyalara taşınıyor düşünceler.
         Küçük Ağrı bir başka nazla yaslanıyor Ağrı Dağımıza. Öğlen olmak üzere. Bulutlar yavaş yavaş önce Küçük Ağrı’yı görünmez kılıyor. Sonra bizi içine alıyor. Sisler içinde, bulutlar arasında inişe geçiyoruz. Yağmur da başlıyor hafiften, sonra dolu oluyor yağış. Yağmurluklarımız tıpır  tıpır, dere coşkulu, adımlarımız yavaş. Yeşil kamptayız 3200 metrede. Kamp alanı eğlencesi  doyumsuz söyleşiler.  İyi dinlenmeliyiz bu gece, yarın 4200 metreye çıkacağız, gece de uyuyamayacağız zirve heyecanı sardı.


7 Temmuz 2014
KARLAR İÇİNDE
           Başka bir heyecanla merhaba diyoruz çadır dostlarımıza. Kahvaltı sonrası çadırlarımı topluyoruz. Meydan dolu, herkeste bir telaş. Katırcılar koşuşturuyor. En çok da Adem kıpır kıpır. Eşyalar paketleniyor,çadırlar toplanıyor, meydana taşınıyor; mutfak çadırı kalıyor sadece. Yürüyüş başlıyor,  4200 metreye çıkıp çadırlarımıza tekrar yerleşeceğiz. Bir önceki günümüzden bildiğimiz yol. Bütün ekip çıkacak kamp yerine.
           Hatice, Semra ve Nazife gerilerden geliyor. Rehberimiz Cuma Bey eşlik ediyor onlara. Yolu biliyoruz ya kendi tempomuzla patikanın zikzaklarındayız. Yine yukarıya çıkanlar, aşğıya inenler, yük taşıyan katırlar, katırcılar ve kimi katırların tayları karışıyor birbirine. Herkeste bir merak: Zirveye çıktınız mı?, zirve nasıl? Zirveden dönenler belli…
         4200 metrede çadırlarımız kurulmuş, sağ olsun Adem. Arkada kalanlar da geliyor, ekip zirvede. Semra bu kez yükseltiye uyum zorluğu içinde. Çadıra alıyoruz onu, dinlenmeli. Çaylarımızı içerken biz esrik bir havada çevremizi incelemekteyiz. Öküzderesine, Küçük Ağrı’ya, ta aşağılarda Doğubeyazıt’a uzanan enginlere kilitledik bakışlarımızı. Öğle sonuna doğru hava yine karışıyor, bulutlar içine alıyor bizi. Esinti sarhoşluğu içindeyken kar yağıyor eğri eğri rüzgarda. Çadırlarımızdayız, dinlenmeliyiz, gece zirve yolculuğu başlayacak. Cuma Bey gramponlarımızı ayarlıyor. Gece birde uyanacağız, ikide yürüyüş başlayacak. Uyumak gerekmiyor, arada çadırdan kafamı çıkartıp gün dönümünü, ovaya gün batımını izliyorum. Akşam iniyor çadırlarımıza , sonra gece çöküyor esintiler içinde. Abdurrahman Abi ve Ali Bey’in sesleri ile uyanıyor, giyiniyorum. Semra  çadırda kalacak.

8 Temmuz 2014
HAYDİ ZİRVEYE
         Çadırdan çıkıyorum tepe ışığımla, çadırlar arasında  ışıklar dolaşıyor. Herkes ateşböceği olmuş.Tatlı bir soğuk var, esinti durmuş. Ana çadırdan termoslarımıza sıcak su alıyoruz, ortaya çıkan peynirlere dalıyor, çay ile kahvaltı ediyoruz gecenin ortasında. Hiç itiraz etmiyoruz, enerji toplamamız gerekli.
            Hatice ve Necla da kampta kalmaya karar veriyor. Başka gruplar da var. Karanlığı delerek diziliyoruz Ağrı Dağı yamaçlarına. Yerler buz, kar, kara taşlar.                     Patikadan birbirinin peşisıra yürüyor herkes. Yukarıya bakıyorum, ışıklar kıpır kıpır ilerliyor, sıra sıra. Ateş böceklerinin dansı ,diyorum kendimce. Aşağı bakıyorum  enginlerde ışıklarla belirlenen köyler, Doğubeyazıt. Işıklarla aydınlanan sınır kapısı ve ötelerde İran köyleri. Işıl ışıl ova canlı capcanlı.
           Dağımızın doğusu hafiften kızarıyor, hava açılıyor biraz. Sonra sarı kızıl bir örtü uzuyor ovaya puslu. Küçük Ağrı yanımızda kalıyor, kızıl puslar içinde gümüşlenmiş gün ışıkları ile. Sonra ovaya dönüyorum. Koca Ağrı Dağı Koca bir üçgen olmuş uzanmış ovaya koca bir gölge olmuş. Gölgesi ovada Ağrının aynı mağrur duruşu saklıyor, geri dönsem, ovada çıksam zirveye. O kadar canlı.
             Kayalar azaldı ,  güneş karları parlatıyor şimdi. Gramponlarımız takıldı. 4800 metreleri geçtik sanırım. Tamamen karlar içindeyiz, dağın zirvesine doğru bir esinti. Ağır adımlarla karlar üstünde diziliyiz rehberimizin arkasında. Kısa molalarda termosumuzdaki sıcak suyu içiyoruz. Herkes kendi zirvesini buluyor. Zirveden dönen gruplar da var artık. Kimimiz takılabilir peşlerine.
          Buzullara ulaşıyoruz. Rüzgarlı bir hava, bulutlar içine de düşüyoruz. Adem çok yüreklendiriyor Nezihat ve Neşe’yi.  Artık bulutlar, dağ ve biz varız. Bilinmeyen masallar ülkesinde duyumsuyorum kendimi. Esintiler içinde Zirvede birbirimize “Hoş geldin” diyor, gökyüzünü kucaklıyoruz. Saat 08. Bulutlar arasındayız, Havanın açık olduğu günler de Ermenistan, İran rahat görülürmüş. Öyle bir gün bulmak büyük şans olmalı. Şimdi bulutlar arasınayız, dünyadan koptuk sanki uzaya karışacağız.
       İniş daha az yoruyor ama zor. Riskli, dikkatli olmak gerekiyor. Yer yer oturup kayıyoruz karlar üzerinde, kayarak daha kolay iniliyor. Karlardan uçlara yelpazelenen kar kütleleri salkım saçak. Kara taşlara inat akça pakça.4200 kampı da kar saçakları arasında. Öğleye doğru inebiliyoruz kampımıza. Biraz dinlenmeliyiz de zirve etkisi sinmiş içimize saklı. Kampta yine toplanma telaşı. Katırlar, sesler, paketlenmiş eşyalar, toplanan çadırlar…
          Eşyalarımızı katırlara bırakıp tekrar yürüyüşe geçiyoruz. 3200 metrede konaklayacağız bu gece. Alıştık artık yürümeye, hiç zorlanmıyoruz. Yağan dolu keyfimize keyif katıyor. Bir grup dönüş için yola çıkıyor. Ana çadırda konaklayıp çayımızı içerken dolu duruyor, güneş açıyor. Hemen kuruyoruz çadırlarımızı , yine bir arada olmanın keyfindeyiz. Zirvemizi kutluyoruz gönlümüzce.
              Çadırda son günümüz. Yağmur yok, rüzgar yok,  Dağımız dingin bir gece yaşatıyor bize. Galiba en derin uykumuz da bu gecede saklı.

9 Temmuz 2014
KARLAR ARASINDAN  SICAK SULARA.
               Günün ilk ışıkları ile çadır komşularımıza, kamp çalışanlarımıza, atlarımıza, kayalarımıza,  çağıl çağıl akan deremize ve enginlere uzanan ovamıza “merhaba” diyoruz. Enerji yüklü kahvaltımız ardından  kamp yaşamına veda burukluğu ile toplanıyoruz.
             Keyifli bir iniş. Aşağılarda çadırlar, kayalar, koyun sürüleri, nal sesleri, çoban çadırları, patika yumuşak, hava güzel. Hacı Baba’nın çadırında çay- ayran keyfi ve veda.
             Ata da binelim mi? Olur, diyor Semra. 2200 metreye eşya almaya giden atlar bize eşlik ediyor. Çocukluğumda bindiğim atlar yanımda. Pazarlığımızı ediyoruz, biniyoruz atlara. Hatice, Semra ve ben. Dizili iniyoruz. At üstünde çevre seyri daha rahat. Tamamen  zihnime kazıyorum doyamadığım dağları. Dönüp dönüp Ağrı Dağına “Hoşca kal” diyorum. Zihnimde Sebahattin Ali :                                                                    
                             “Başım dağ saçlarım kardır, 
                               Deli rüzgarlarım vardır,
                               Ovalar bana çok dardır,
                               Benim meskenim dağlardır.

                                Şehirler bana bir tuzak,
                                İnsan sohbetleri yasak,
                                Uzak olun benden, uzak,
                                Benim meskenim dağlardır. “
           Necla gel biraz da senin olsun at keyfi. Adem durduruyor atı, iniş, biniş; nöbet devri. Şimdi  ben yürümedeyim. Yolumuz oldukça kolay bu kez.
         Çevirme köyüne iniyoruz. Minibüsler  bekliyor, eşyalarımız da yüklenmiş, Yeşil ovanın nazlı otları parlayıp dalgalanıyor rüzgarla. Doğubeyazıt’a geliyoruz. Eşyalarımızı otele attığımız gibi Diyadin’e yollanıyoruz. Kaplıcalara gireceğiz.
           Diyadin Tendürek dağları eteklerinde Ağrı’nın bir ilçesi. Tendürek’ten çıkan kaplıca suları da yüzyıllardır kullanılmakta. Diyadin eski bir yerleşim yeri.  “Kaplıcalar ilçe merkezine 7 km. uzakta ve Murat nehrinin doğu kıyısında. Çermiklerin bulunduğu arazi engebeli olduğundan, geniş bir alana dağılmış. Aralarında 500-1000 m. mesafe var. Buradaki sularda radyoaktivite, kalsiyum, sülfür, karbondioksit, Magnezyum, kükürt, bikarbonat ve demir vardır. Cilt hastalığı, özellikle romatizma ve siyatik gibi hastalığı olanlar şifa bulmak için buraya giderler. Kaplıca sularından meydana gelmiş çok güzel görünüşlü kalker tulleri ve traverten, buraları daha gösterişli yapmıştır. Bu kaplıcalara halkın akını haziranda başlar,Ağustos sonuna kadar devam eder. Yakın köylüler ve kasaba halkı diğer aylarda da yararlanır.”
    Hücrelerimiz şaşkın. İliklerimize kadar ısınıyoruz sıcak sularda. Hafifleyerek çıkıyoruz. Doğal köprüyü, ilginç kayalıkları, kayalıklar üzerine sıralanan martıları, ve fokur fokur kaynayan kaplıca sularını geride bırakıp otelimize dönüyoruz. Akşam yemeğimiz yine Cuma Bey’in evinde. Ev yemekleri farklı, dost söyleşisi ile  bölüşülüyor.
             Otelimizdeyiz, bu gece de  dinlenelim, sabah çevre gezimiz var.

10 Temmuz 2014
İSHAK PAŞA  SARAYI

       Semra tam iyileşemedi. Sabah Doğubeyazıt Devlet Hastenesi acil servisine gidiyoruz. İki serum veriyor doktorumuz, birini yanımıza alıp ekibimize katılıyoruz.
Otelde lobide bütün arkadaşlar. Hemen minibüse biniyoruz  İshak Paşa Sarayı uzak değil.  Doğubeyazıt  çıkışında karşımızda hemen. 
        Dağlar arasında  tepeden ovaya meydan okuyan  kendi küçük  adı büyük bir saray.  Kartal yuvasını andırıyor. 18. Yüzyılda yapılmış, Osmanlı mimarisinin güzel örneklerinden. Bakımı da yapılmış, korunaklı bir şekle getirilmiş konuklarını bekliyor yalnızlığın ortasında. Dünyanın ilk kalorifer tesisatı döşenen sarayı olması dikkatimizi çekiyor. Haremi, selamlığı, odaları, hamamı, mutfağı özellikle de tuvaleti dikkatle geziyoruz. Kuzey cephedeki engin ovaya bakan odanın cumbasını taşıyan ahşap ayaklar insan, aslan ve kartal şekliyle yapılmış. Aynı  döşemeden dört tane sıralı. İnsan İshak Paşa’nın, aslan gücün, kartal da yüceliğin ve egemenliğin sembolü olarak kullanılmış.
            Karşısına Ahmed-i Hani Türbesi yapılmış.  Ahmed-i Hanı 17. yüzyılda yaşamış Osmanlı Kürt edip, şair, tarihçi ve mutasavvıf. Yaşadığı yörede zamanşeyh olarak kabul edilmiş, halk arasında Hani Baba adıyla da anılmıştır. Ayrıca, molla (Molla Ahmed) olarak da tanınmaktadır. Hânî Aşiretinden olduğu ve Han köyünde doğduğu için Ahmed Hânî (Ahmed-i Hânî) olarak tanınmaktadır. Doğubeyazıt medreselerinde müderrislik ve İshak Paşa Sarayında kâtiplik yapmıştır. Dört dil (Arapça,Farsça, Kürtçe ve Türkçe) bilen Hani, eserlerini, dönemin tercih edilen edebiyat dili olan Farsça yerine Kürtçe yazmıştır. Bu dört dilin de bilinmesi gerektiğini söyler.En bilinen eseri, 17. yüzyılda Kürtçe'nin Kurmanci lehçesiyle yazdığı "Mem ü Zin"dir. Türbeyi 1990’daDoğubeyazıt Belediyesi yaptırmış.
       Türbeden çıkıyoruz. Nuh’un gemisini ve Meteor çukurunu göreceğiz.  Doğuya doğru yola devam ediyoruz. Yaylalardan geçiliyor. Dağlar boyunca ekili yoncalar var. Mor çiçekleri ile ovayı renklendiriyor. Toprak yolda 2320 metreye kadar yükseliyoruz. Yol geçit vermiyor, tamirat var. Geri dönüyoruz.
        Doğubeyazıt’ın içinde gezelim. Pasajları dolaşıyoruz adım adım. Sonra bir kafeterya buluyor, Ağrı Dağı seyri ile ayranlarımızı içiyoruz.
           Akşam sokak kahveleri çayı da keyifli. Kahveler sokaklara taşmış.
          Otelimizdeyiz. Sabah saat beşte kalkıp Van Hava alanına gideceğiz.

11 Temmuz 2014
ANILARIMIZDA
          Erken kalkmanın getirdiği mahmurlukla yollardayız. Tendürek Dağı’nın püskürtüleri ova boyunca sürerken köylere daha yakınız artık. Geride kalanları özleyeceğiz. Eşyalarımızı topladık mı, kalan giden var mı? Unutulan bir eşya yok ama anılarımız kaldı.
         Ağrı Dağı’nın çekiciliği, çıtı pıtı çiçekler, suların çağıltısı, katır sesleri, Adem’in Andre’yi çağırışı,  yağmur ve dolu sesleri, Carmen’in söyleşisi ve İspanyolca  aksanı, yemek masamız, çadır eğlencelerimiz, Cevdet’in yanık sesi, Cuma’nın ilk zirvesi, katırcılar, aşçı Adem’in kızını okutmayacağı gerçeği, Harun, yaz ortasında kalın giysilerimiz, sıcaklığımız, kahkahalarımız ve daha birçok şey  unutulmayacak. Anılarımıza yerleşti AĞRI DAĞI… Atiye KAÇAR
         
              







          
       
        
       
    



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder