4 Kasım 2014 Salı

GÜZ YANGISI
(Kayaköy-Belen Mahallesi- Turunç  Pınarı – Kınalı Mahallesi/12.10.2014)
        Toprak kuru , yaprak kuru. Yaz sonu geldi yağmuru özler gönüller, yürekler. Serinletsin bizi yağmurlar, serinletsin de dağılsın güz bulutları. Gönlüm de bulutlu, ,izleyemez oldu Tv de haberleri.
       Havanın bir yanı, Fethiyemizin kuzeyi yoğun bulutlu pazar sabahı. Yürüyüşçüler düşmüş yollara. Toplasa da dolmuşlar mahallelerimizden bizleri, sokaklarda yürüyenler de var serinlikle. Yağışlı olur mu yürüyüşümüz. Her koşulda yürürüz. Mavi sulara da  dalacağız bu gün.
      Toprağın suyu özlediği  ölçüde özledik yürümeyi. Üç dolmuşla çıkıyoruz yollara. Debboy’dan çıkarken ince yeşilli ışıltılı çamlar arasına dalmanın keyfindeyiz. Kayaköy uykuda, bahçeler güz sarılığında. Hasat bitti. Kuyubaşı kahvemiz köy dinginliğinde. Belen Mahallesi’ne yöneliyoruz.
        Sarnıcımız bekler ovaya dağılan Kayaköy evleri, dağlara yaslanan antik kent kalıntıları seyriyle. Biz de dönüp dönüp bakıyoruz ardımıza , tırmanış da başlıyor. Yerler kuru, kayabiliriz, dikkatli olmalıyız. Çam ağaçlarının ardından Akdeniz makileri ile sürüyor patikamız. Turunç zirveye yol buluyoruz. Pıynarlar bir tünel açmış bize. Güneş yok, güz yangısı yakmış toprağı.
         Çam ağaçları, pıynarlar, sandallar ve çitlembiklerden sonra yeşilin çarpıcı tonu ile parlayan mersin tünellerine ulaşıyoruz. Üç kuyulardayız. Antik kuyularda su gözükmüyor ama su izi var ki mersinler yaşamına devam ediyor. Yağmurlar canlandıracak buraları, taşları yosunlandıracak, yeşili coşturacak, çiçekleri patlatacak. Kekikler kuru kokulu şimdi.  Deniz yok henüz; ancak tarih var. Yüzyıllık taş duvarlar geride kalıyor, “metro girişi” dediğimiz antikçağ kalıntısını  da geride bırakıyoruz. Tırmanış epey  yoruyor, suyu özledik.
         İşte şimdi engin Akdeniz uzanıyor, özel mavisi yelkenleri ve puslu güneş parıltısı ile. Karşıda Fethiye uzanıyor Göcek’e doğru. Denize atlama tutkusu depreşiyor. İniş kaygan ve kuru toprakla daha bir dikkat gerektiriyor. Öncülerimiz  “Cevizli  Köşk” adını verdiğimiz Turunç Pınarı çoban kampına  ulaşıyor. İsteyen burada kalabilir, diyor rehberimiz Yusuf Çilengir.  Soğuk suyu, birkaç sandalyesi koyu ceviz gölgesi ve engin deniz seyri ile konaklamayı seçiyor birkaç yürüyüşçü.  
          Koyu bir bitki örtüsü  şimdi önümüzde. Şaşkın kalmış bir keçiboynuzu ağacı baştan ayağa çiçeğe durmuş. Koku ve arı sesi ile irkiliyoruz. Bahardayız ama son bahardayız. Fethiye’miz her mevsimi bir arada yaşatır bize, mutluyuz.
      Koyun ve keçiler eşlik ediyor bize. Bunlar Çoban Osman’ın hayvanları. Çoban Osman kırk yıldır burayı şenlendirmiş keçileri, koyunları, tavukları köpekleri ve meyve ağaçları , sebzeleriyle. Denizin içine kadar uzanmış restaurantında, ağaç evlerinde, köşklerinde konuklarını ağırlıyor. Lüks yatlar da uğruyor buraya küçük balıkçı tekneleri de. İsterseniz sizi Boncuklu Koyu’ndan taşır özel tekneleriyle.
          Denizi gören yürüyüşçüler atıyor kendilerini mavi sulara. Soğuk mu , diyorum,  ben de bırakıyorum kendimi mavilere. Tüm hücrelerimize ulaşıyor suyun berraklığı, dinginliği. Çırpıntılar enginlere çağırıyor. Açıldıkça açılıyor Hatice ile Nilgün. Ben de geleceğim, bekleyin. Su öyle güzel, akvaryum berraklığı… Dışarı serin. Acıktığımızın farkındayız çoktan. Azıklar açılıyor, diyet söylentileri eşliğinde lokmalar bölüşülüyor, yan masa ikramları başlıyor. Balıkçı Osman yeri şenleniyor. Mersinler olgunlaşmış, üzümler ballanmış…
         Zamanı durdurmak gerekli, acılara umar bulmak, umarsızları yüreklendirmek için güç gerekli. Umut   gerekli deniz enginliğinde. Puslu  deniz ufkunun verdiği belirsizliği çözmek gerekli.  Denizle gökyüzünü ayırmak gerekli. Gerekliler için dönmek gerekli. Rehberimizin çağrısı kendimize getiriyor. Toplanmak, yola düşmek gerekiyor.
       Dağlara vuracağız, bir daire çizip Kayaköy Kınalı Mahallesi’ne ulaşacağız. Tırmanış başlıyor, deniz uzuyor, güneş denize düşüyor, deniz gümüşleniyor, patikalar uzuyor, keçiboynuzu- harnup ağaçları kuru meyvelerini sunuyor, kuru kekik kokuları kuru ot kokularına karışıyor, taşlar kayıyor ayaklar altında, yıkılan ağaçlar yolları kesiyor, kırkayak dizimiz uzuyor, İlknur direniyor, molalar sıklaşıyor Haçbel’e varıyoruz.
                    Yolumuz azaldı, İniş başlıyor, gevenler bacaklarımızda. Çalılıklar içindeyiz. Canım Akdeniz makileri…Taş duvar kalıntıları arasında zeytin ağaçları yerleşim yerlerini belirliyor. Baharda çiçeğe gark olacak küçük düzlükler kupkuru. Güz sonlarındayız. Çitlembikler, keçiboynuzları az da olsa sandal ağacı meyveleri attık ağızlarımıza en doğalından. Sandal ağacı meyvelerine “dağ çileği” diyoruz. Güz bereketi kuraklığın pençesinde. Yağmuru gözlüyor tüm doğa.
          Dönüşümüz iki saati geçiyor. Restorasyona uğramış Kayaköy evleri karşılıyor Kınalı’da bizi. Güzelim taş duvarlarda yapaylıklar katlanılmaz. Kayaköy’ün bütününü kaybedeceğimizi unutmayalım.  İhale   23 Ekim’de yapılacakmış. Haberi şöyle:   “Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Çevre ve Şehircilik Bakanlığı arasında 2013 yılı başlarında imzalanan protokolle Fethiye Kayaköy'de tarihi kalıntıların yer aldığı bölge turizme açılırken, diğer bölgeye de kısmi inşaat serbestliği getirildi. Projeye göre “Kayaköy'ün üçte birlik kısmını kapsayacak oteli işleten firma, tarihi köyün kalan kısımlarının da onarımını sağlayacak. Yok olmaya yüz turmuş Rum evleri aslına uygun olarak onarılarak turizme kazandırılacak(!)
Bu bağlamda daha önce çıkılan ihalelere katılımcı bulunamadığı için
proje hayata geçirilememişti. Kültür ve Turizm Bakanlığı Kayaköy için yeni bir ihale kararı aldı. 23 Ekim'de açık artırma usulü ile yapılacak ihale ile tarihi köye 300 yataklı  turizm tesisi yapılacak.”  
        

         Dolmuşlarımızı görmek dinlendiriyor, Kuyubaşı kahvesinde çay molası bir kez daha dinlendiriyor. Bitimsiz bir söyleşi de özlediğimizi gösteriyor bir birimizi. Haftaya yine  dağ, deniz ve tarihi kaynaştırarak yürüyeceğiz. Akşam kızıllığı  ile evlere dönmek de güzel.Atiye KAÇAR

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder