11 Kasım 2014 Salı

MANTAR KOKUSU, ÇINTAR TADI

Nif-Kırkpınar Yolu-Yayla Koru-Kavacık-Yürek parkuru 17 km.



  Pazar sabahı gök gürültüsü  ile uyanıyorum. Perdeyi aralıyorum dışarısı  fırtına, yağmur.  Hava yeni aydınlanıyor, bulutlarla kapkara.” Yürüyüş ne olacak”. Saat 07.30’a kadar bekliyorum. Rehberimiz Yusuf Bey ile konuşuyorum. Yusuf Bey kendinden oldukça emin: Yürüyüş var. Hava koşulları nedeniyle iptal olmaz, diyor. Gülümseyerek hazırlığa geçiyorum.
           Yol üzerinde bekliyorum servisimizi, arası yağmurlu bir hava. İki dolmuş geliyor, hava koşullarının yıldıramadığı yürüyüşçü sayısı artmış. Eksiklerimizi sayıyor, “Şeker oğlanlar” diyoruz çıkamayanlara.
          Üzümlü yolu çam ağaçları ile koyu yeşil olmuş. Güneş yok ya ağaçlar yağmur ıslaklığını yeşile sindirmiş. Kış başlangıcında olsak da pürenler mora kesmiş orman içini. Nasıl da coşmuşlar açmışlar hep birlikte ilkbahar coşkusuyla. Üzümlüde bahçelerin kızıl sarı yapraklı ağaçları sonbahar ezgisinde. Fethiye’de dört mevsim bir arada. Sabah mahmurluğu ile ovaya yayılan Üzümlü  yalnızlaşan villalarıyla sonbaharı almış omuzlarına… Bekir Beli de geride kalıyor. Çameli yolu uzayıp giderken Yayla Koru yol ayırımını  geçiyor  Kırkpınara varmadan Cevizlik ‘te bırakıyoruz servisleri.
        Çal Dağı karşımızda sipsivri. Yalçın kayalarla karşımızda. Kar yok zirvede henüz. Biz Torosların batı ucundayız bu gün. Çam ağaçları altında yumuşak kuru çam yapraklarına basarak tırmanmak zorluyor önce. Yağmur da çiseliyor arada. Nem, yosun ve kuru yaprak kokusu mantar kokusuna karışıyor. Şimdi gözler çıntar avında. Dağınık yürüyoruz. Batonlarımızla, şemsiyelerle eşeliyoruz  kurumuş yaprakları. Birer ikişer çıntar da buluyoruz. Rehberimiz, yolumuz uzun, diyor. Seval, azıcık mola, diyor. Yol üzerinde toplanan çıntarlar ellere sığmıyor, poşetler çıkıyor yavaştan. Bu gün “Çıntar güzeli” seçeceğiz. En güçlü adaylar, Seval  Ali Beyler( üç Ali var sanırım bu gün) Gülsüm.
           Çameli yolu uzuyor kıvrım kıvrım.  Nif   sonbahar kızıllığında bahçeleri ve kızaran kiremitleri ile yayılmş aşağılarda. Evlere tepeden bakıyoruz, kuş bakışı ve kuş özgürlüğünde. Islak çam dallarını incilemekta ara sıra yüzünü gösteren güneş, damlacıklar tutunmuş çam yapraklarının uçlarına. Karşı yamaçlarda ıslak kayalıklar gümüşlenmiş güneşle. Geceden yağan yağmur yumuş yıkamış tüm yeşilleri, taşları. Serin bir hava çıntar kokusu sarhoşuyuz. Yayla Koru’ya tepeden iniyor sonbaharla yalnızlaşan yayla evlerini ; villaları ve yıkılmaya yüz tutmuş eski köy evlerini ıssızlıkları ile bırakıyoruz. Geceden gelen sel suları kapılara kadar çamur da bırakmış.   
                   Yayla koru’yu arkamızda bırakıyor kıvrıla döne yürüyoruz. Bin iki yüz metre yükseklikteyiz. Asırlık çam ağaçlarına nazlı sedir ağaçları eşlik ediyor şimdi. Derelerde su yok henüz. Dere yataklarında kızaran yaprakları ile koca çınarlar salınıyor hafiften.  Makiler renk renk “yığırçık”lar top top kırmızı meyvelerinde. Kuşburnular kalmış dalların uçlarında. Çocukluğumuzun tatlı, dağ tatları, dağı büyütüyor gönlümde. Alıç da  buluyoruz  ahlat da… Meseniz Mahallesi aşağılarda. Karşımızda Akdağ etekleri. Meyveler bile ayakta yeniyor sanki, yolumuz uzun.
                Çamlar arasında mantar kokuları ile çıntar kebapları yiyeceğiz. Öğle yemeği molamız bir saat, diyor rehberimiz. Hemen bir ateş yakılıyor, çıkınlar açılıyor. Az yiyelim desek de yan masalardan ikramlar bitmiyor. Yeşillik bol önümüzde. Biri kurabiye kutusu dolaştırıyor, biri lahana sarması, derken biri biber dolması tutuşturuyor elime. Gözüm değneğe dizilerek pişmiş çıntarlarda. Kokusu doyuruyor önce. Önümüze alıyor birer lokma da olsa kebap keyfini yaşıyoruz. Söyleşi güzel de yolumuz uzun…  Toplu fotoğraf çekilelim de dizilelim patikamıza.
            
             Kavacık Mahallesi’ne doğru koca meşe ağaçları pıynarlara karışıyor. “Ah meşeler gövermiş, varsın göversin… “  Yaprakları değil koca gövdeleri yosunlarla göveren meşeler güdük dalları ile top top kızarıyor yeşil çamlar arasında. Pıynar pelitleri yollarda.  Zorlu bir inişteyiz. Çoban yerleşkeleri  melul melul bakan kara keçileri ve taşlara işleyen çan sesleri ile karşılıyor bizi. Uzun alaflı, pırıl pırıl suları ile çeşmeler de   gözlemiş yolumuzu. Avuçlarımızla dalıyoruz, kana kana içiyor, şişelerimizdeki sularımızı yeniliyoruz.
         Yalçın katman katman kayaları ile dim dik duran Torosları kıvrıla döne yürürken  ova uzanıyor, Ören Çayı bölüyor dağları. Ören ovasına dağılan geniş yatağı ile “deli çay” akmakta yol yol çakıllar taşlar arasında…  Aktığı yerden bir daha akmaz geniş ovada türlü yollar bulur kendine bu deli çay. Coşarsa da deli coşar. Çakıl ovası sanki  yatağı. Dağlar arasından geniş ovaya yayılmakta.
        Katman katman kayalar bağrında patika yolumuz. Uçak seyri ile izliyoruz aşağılarda  Yürek Mahallesi evlerini. Biliyoruz ki servislerimiz köy camiinin yanında. Biz nasıl ineceğiz oraya…  Günler kısalmış, gün batıyor, karanlığa kalmak zor. Adımlarımızı sıklaştırıyoruz. Çaya atlama, kayalıklardan uçma, kanatlanma tutkusuyla fotoğraf çekiyoruz. İndikçe aşağı Ören Çayı yaklaşıyor. Yürek evleri bahçe çiçekleri ve yollara kadar uzayıp dökülen meyve ağaçları ile sakin . Hava kararmadan cami önüne geliyoruz.  Dolmuşlarımızda dinlenmeye başlarız.            

           Söğütlü köyü mahalleleri ve Ören Çayı eşliğinde Kızılbel’den Üzümlü yoluna ulaşıyoruz. Hava kararıyor artık; soğudu da, evlerimizde sıcak çorba düşleyebiliriz…Atiye KAÇAR. 09 . 11. 2014

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder