MANTAR KOKUSU, ÇINTAR TADI
Nif-Kırkpınar
Yolu-Yayla Koru-Kavacık-Yürek parkuru 17 km.
Pazar sabahı gök
gürültüsü ile uyanıyorum. Perdeyi
aralıyorum dışarısı fırtına,
yağmur. Hava yeni aydınlanıyor,
bulutlarla kapkara.” Yürüyüş ne olacak”. Saat 07.30’a kadar bekliyorum.
Rehberimiz Yusuf Bey ile konuşuyorum. Yusuf Bey kendinden oldukça emin: Yürüyüş
var. Hava koşulları nedeniyle iptal olmaz, diyor. Gülümseyerek hazırlığa
geçiyorum.
Yol
üzerinde bekliyorum servisimizi, arası yağmurlu bir hava. İki dolmuş geliyor,
hava koşullarının yıldıramadığı yürüyüşçü sayısı artmış. Eksiklerimizi sayıyor,
“Şeker oğlanlar” diyoruz çıkamayanlara.
Üzümlü yolu çam ağaçları ile koyu
yeşil olmuş. Güneş yok ya ağaçlar yağmur ıslaklığını yeşile sindirmiş. Kış
başlangıcında olsak da pürenler mora kesmiş orman içini. Nasıl da coşmuşlar
açmışlar hep birlikte ilkbahar coşkusuyla. Üzümlüde bahçelerin kızıl sarı
yapraklı ağaçları sonbahar ezgisinde. Fethiye’de dört mevsim bir arada. Sabah
mahmurluğu ile ovaya yayılan Üzümlü
yalnızlaşan villalarıyla sonbaharı almış omuzlarına… Bekir Beli de
geride kalıyor. Çameli yolu uzayıp giderken Yayla Koru yol ayırımını geçiyor
Kırkpınara varmadan Cevizlik ‘te bırakıyoruz servisleri.
Çal Dağı
karşımızda sipsivri. Yalçın kayalarla karşımızda. Kar yok zirvede henüz. Biz
Torosların batı ucundayız bu gün. Çam ağaçları altında yumuşak kuru çam
yapraklarına basarak tırmanmak zorluyor önce. Yağmur da çiseliyor arada. Nem,
yosun ve kuru yaprak kokusu mantar kokusuna karışıyor. Şimdi gözler çıntar
avında. Dağınık yürüyoruz. Batonlarımızla, şemsiyelerle eşeliyoruz kurumuş yaprakları. Birer ikişer çıntar da
buluyoruz. Rehberimiz, yolumuz uzun, diyor. Seval, azıcık mola, diyor. Yol
üzerinde toplanan çıntarlar ellere sığmıyor, poşetler çıkıyor yavaştan. Bu gün
“Çıntar güzeli” seçeceğiz. En güçlü adaylar, Seval Ali Beyler( üç Ali var sanırım bu gün) Gülsüm.
Çameli yolu
uzuyor kıvrım kıvrım. Nif sonbahar kızıllığında bahçeleri ve kızaran
kiremitleri ile yayılmş aşağılarda. Evlere tepeden bakıyoruz, kuş bakışı ve kuş
özgürlüğünde. Islak çam dallarını incilemekta ara sıra yüzünü gösteren güneş, damlacıklar
tutunmuş çam yapraklarının uçlarına. Karşı yamaçlarda ıslak kayalıklar
gümüşlenmiş güneşle. Geceden yağan yağmur yumuş yıkamış tüm yeşilleri, taşları.
Serin bir hava çıntar kokusu sarhoşuyuz. Yayla Koru’ya tepeden iniyor
sonbaharla yalnızlaşan yayla evlerini ; villaları ve yıkılmaya yüz tutmuş eski
köy evlerini ıssızlıkları ile bırakıyoruz. Geceden gelen sel suları kapılara
kadar çamur da bırakmış.
Yayla koru’yu arkamızda bırakıyor kıvrıla döne yürüyoruz. Bin iki yüz
metre yükseklikteyiz. Asırlık çam ağaçlarına nazlı sedir ağaçları eşlik ediyor
şimdi. Derelerde su yok henüz. Dere yataklarında kızaran yaprakları ile koca
çınarlar salınıyor hafiften. Makiler
renk renk “yığırçık”lar top top kırmızı meyvelerinde. Kuşburnular kalmış
dalların uçlarında. Çocukluğumuzun tatlı, dağ tatları, dağı büyütüyor gönlümde.
Alıç da buluyoruz ahlat da… Meseniz Mahallesi aşağılarda.
Karşımızda Akdağ etekleri. Meyveler bile ayakta yeniyor sanki, yolumuz uzun.
Çamlar
arasında mantar kokuları ile çıntar kebapları yiyeceğiz. Öğle yemeği molamız
bir saat, diyor rehberimiz. Hemen bir ateş yakılıyor, çıkınlar açılıyor. Az
yiyelim desek de yan masalardan ikramlar bitmiyor. Yeşillik bol önümüzde. Biri
kurabiye kutusu dolaştırıyor, biri lahana sarması, derken biri biber dolması
tutuşturuyor elime. Gözüm değneğe dizilerek pişmiş çıntarlarda. Kokusu
doyuruyor önce. Önümüze alıyor birer lokma da olsa kebap keyfini yaşıyoruz.
Söyleşi güzel de yolumuz uzun… Toplu
fotoğraf çekilelim de dizilelim patikamıza.
Kavacık
Mahallesi’ne doğru koca meşe ağaçları pıynarlara karışıyor. “Ah meşeler
gövermiş, varsın göversin… “ Yaprakları
değil koca gövdeleri yosunlarla göveren meşeler güdük dalları ile top top
kızarıyor yeşil çamlar arasında. Pıynar pelitleri yollarda. Zorlu bir inişteyiz. Çoban yerleşkeleri melul melul bakan kara keçileri ve taşlara
işleyen çan sesleri ile karşılıyor bizi. Uzun alaflı, pırıl pırıl suları ile
çeşmeler de gözlemiş yolumuzu. Avuçlarımızla dalıyoruz,
kana kana içiyor, şişelerimizdeki sularımızı yeniliyoruz.
Yalçın katman katman kayaları ile dim dik
duran Torosları kıvrıla döne yürürken ova
uzanıyor, Ören Çayı bölüyor dağları. Ören ovasına dağılan geniş yatağı ile
“deli çay” akmakta yol yol çakıllar taşlar arasında… Aktığı yerden bir daha akmaz geniş ovada türlü
yollar bulur kendine bu deli çay. Coşarsa da deli coşar. Çakıl ovası sanki yatağı. Dağlar arasından geniş ovaya
yayılmakta.
Katman katman
kayalar bağrında patika yolumuz. Uçak seyri ile izliyoruz aşağılarda Yürek Mahallesi evlerini. Biliyoruz ki
servislerimiz köy camiinin yanında. Biz nasıl ineceğiz oraya… Günler kısalmış, gün batıyor, karanlığa kalmak
zor. Adımlarımızı sıklaştırıyoruz. Çaya atlama, kayalıklardan uçma, kanatlanma
tutkusuyla fotoğraf çekiyoruz. İndikçe aşağı Ören Çayı yaklaşıyor. Yürek evleri
bahçe çiçekleri ve yollara kadar uzayıp dökülen meyve ağaçları ile sakin . Hava
kararmadan cami önüne geliyoruz.
Dolmuşlarımızda dinlenmeye başlarız.
Söğütlü
köyü mahalleleri ve Ören Çayı eşliğinde Kızılbel’den Üzümlü yoluna ulaşıyoruz. Hava
kararıyor artık; soğudu da, evlerimizde sıcak çorba düşleyebiliriz…Atiye KAÇAR.
09 . 11. 2014
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder