24 Aralık 2013 Salı

YAZDAN KALMA BİR GÜN
Kayaköy-Soğuksu-Ölüdeniz yürüyüşü 22.12.2013
                 Masmavi gökyüzü bu sabah. Güneş pırıl pırıl, yazdan kalma bir gün yaşanacağı daha sabahtan belli. Üç servisle çıkıyoruz yola. Debboy’dan Kayaköy’e tırmanırken dolmuşlarla, Likya döneminden kalma taş döşeli yolun sağlamlığını konuşuyoruz. Likya yollarına yazık etmeyelim.
             Kayaköy güneşin ilk ışıkları ile uyanmaya çalışıyor, çimenler kırağı beyazlığı ile direnişte. Yeşillenecek  ama her yer az sonra. Kuyubaşı kahvesinde çınardaki baykuşumuza da merhaba, diyor çayımızı da içip yola koyuluyoruz.
          Masallardan fırlayan Kayaköy evleri arasından yol buluyoruz. (Kapıdan geçersek bedel ödemek durumundayız.) Laleler açmaya başlamış. Bir iki haftaya lale dolar buralar. Aşağı kiliseden taş yola çıkıyor, hafif dumanlı örtüsü ile ovada evleri ; yamaçta  kalıntıları bırakıyoruz. Tepeyi aşıyor masmavi uzanan denize çakılıyoruz. Yürürken de düşmemek için önümüze bakmalıyız.  
                Makiler arasında ilerlerken gevenlere dikkat etmeliyiz. Sakız ağaçları, çalılıklar aralarda adaçayları, kekikler. Galavaniz kapısından geçiyoruz, koca koca harnup ağaçları yanında denize tepeden baktığımız kayalık uç noktada mola veriyoruz. İşte deniz…  Özgürlük ve sonsuzluk tutkusu bu….
             Denizi kucağımıza alıp Soğuksu koyuna iniyoruz. Öyle yazdan kalma bir gün ki mayolarımız olsa denize gireceğiz. Paçaları sıvayan denize dalıyor. Su ılık, hava sıcak, aralık ayı sonunda kısa kollu giysilerle yürüyoruz. Tuzlu suda hafifleyen ayaklarımızla uçarcasına ilerliyoruz şimdi. Zorlu bir tırmanıştayız. Dökülenlere teselli: Az  kaldı, dayanın…
           Yemek molasındayız. Ateş yakılıyor önce ortaya. Ellerinde çubuklarla yaklaşıyor sucuğunu kapan. Takılırken herkes birbirine Abdurrahman Abi’nin ayakkabı kutusu çıkıyor ortaya. Yusuf Bey’le topladıkları paralar kutuda. Ne  yapacağız bu paraları? Önce kapmaya çalışıyoruz, sonra paralarla poz veriyoruz, sonra “Okul mu Yaptırsak?” diyoruz,sonra da bu paraları yılbaşı gecesi yemeyi planlıyoruz… Toplu fotoğraf çekilelim. Gün boyu bize eşlik eden koca köpeğimizi de aramıza alalım. Adabelenliler de toplansın, grup içi bölücülük olmuyor mu?.  Yok dergimize göndereceğiz,  dostlarımız  için fotoğraflayalım bu güzellikleri

            Yediburunlar’ı kımıl kılmıl denizi ile geçiyoruz, çam ağaçları arasından önce maviliği görülüyor Ölüdeniz’in. Şimdi tam tepedeyiz . Arkadan bakıyoruz “lagun”a. Önümüzde sakin, dingin, sessiz, mavi; göl gibi ölü deniz. Belcekız plajıyla uzanan Kumburnu, ve Rodos’a kadar uzanan Akdeniz. Kıvrım kıvrım dantellenen kıyılar büyülü. Bir tarafımız İblis Burnu’na uzanan koylar, bir tarafımız Faralya  kıyıları. Fotoğraf çekmek yetmiyor sanki. Büyüleniyor, aşk oluyor her yer. Kayalarda kıyılarda efsanenin balıkçılarını ve Belcekız’ı arıyoruz. Buraya adını veren efsaneyi anlatıyor, canlandırıyoruz gözümüzde. İşte Ölüdeniz Efsanesi:
                   “Fırtınalı bir günde, Yediburunlar önlerinde bir baba ile oğulun gemisini yakalamış  azgın sular, fırtınalar. Oğul bilirmiş buraları çünkü Belcekız adında yörede yaşayan bir kıza sevdalıymış. Kayalara yaklaşırlarsa bir koya girebileceklerini ve fırtınadan kurtulacaklarını söylemiş babasına. Baba ise kayalara çarpıp parçalanacaklarını, buralarda koy olmayıp yalçın kayalıklar bulunduğunu iddia eder dururmuş. Aralarında öyle şiddetli bir itiş-kakış başlamış ki, baba tam kayalara çarpacaklarını sandığı an, oğlunu bir kürek vuruşuyla denize atıp dümene geçmiş. Bir de bakmış ki deniz dönüyor, dümdüz, çarşaf gibi bir koya dönüşüyor.
          Baba gemisiyle bu koya sığınmış. Gemisi ve yükleri kurtulmuş ama oğlunun da ölüsüne yanmış tutuşmuş. Günlerce yas tutmuş, denize ağlamış. Gözyaşları, haykırışları boncuk boncuk kumsallardan sekerek karşı yamaçları sarmış. Belcekız sevgilisinin öldüğünü duymuş ve kendisini denize atarak sevgilisine kavuşmayı düşlemiş. O günden sonra, Oğulun öldüğü yere “Ölüdeniz” ve kızın öldüğü yere de “Belcekız” denmiş.”
           Seri bir inişle denize ulaşıyoruz. Araçlarımız Kumsal Pide’nin orada bekliyor. Belcekız plajı boyunca yürüyoruz. Deniz kenarı da cıvıl cıvıl. Balık tutanlar kıyıda güneşin tadını çıkaranlar, denize girenler. Gerçekten yazdan kalma bir gün yaşıyoruz kış ortasında. Atiye KAÇAR


17 Aralık 2013 Salı

DENİZ Mİ OLSAM
( Montana- Kozağaç- Kirme- Faralya  Yürüyüşü. 15.12.2013)
               Telmessos  Dağcıları bir hafta süren soğukların ardından güneşli, güzel bir pazar sabahında yollarda. Soğuk var ama çok değil, hele güneşle  kış soğuğu hissedilmiyor. Grup tamamlanıyor, Yusuf Çilengir Bey  sayıyı tutturdu. Alışverişler de tamam çıkıyoruz yola.
               Ölüdeniz yolundayız, çam ormanlarına vuran sabah güneşi eşliğinde pırıl pırıl her yer. İçimiz açılıyor daha denizi görmeden. Ovacık’ı geride bırakıyor  Ölüdeniz’e doğru eğilince sola sapıyoruz. Likya yollarının başlangıç noktasında iniyoruz servislerden.
      Fethiye’den  Antalya’ya uzanan ve antik kentleri birbirine bağlayan bu güzelim yollar doğaya tutkun ediyor bizi. Dünyanın dört bir yanından gelmiş; dilleri, renkleri, ülkeleri farklı da olsa gönülleri bir insanlarla karşılaşıyor, birlikte yürüyoruz.
        Önce çam ağaçları  arasındayız. Toprak kokusu adaçayı ve kekik kokuları ile yürüyoruz. Sağımızda Akdeniz uzanırken  Ölüdeniz, Lagun çıkıyor karşımıza. Gün boyu da dağlar arasından enginlere uzanan  Turkuaz  tutkusu  tutsak etmiş bizi kendine.
          Çamlar arasında Ölüdeniz küçük bir göl gibiyken kıvrıla yüksele yürüyoruz, Belceğiz plajının iğne oyasından bir dantelcesine uzanışına   kilitleniyoruz.  Durup durup fotoğraf çekiyoruz. Makiler başlıyor, Babadağ’a tırmanıyoruz. Yer yer zikzaklar çiziyor yolumuz. Güneş güzel, ayazı kesiyor. Yürüdüğümüz için de üşümüyoruz. Gölge yerlerde kırağı var. Hatta buzlar su birikintilerinde.
      Yedi yüz metrelere çıkıyoruz. Deniz büyüyor, tepeler küçülüyor. Şimdi  yorulanlar, yollara dökülenler daha sık mola istiyor. Biz de deniz seyrindeyiz. Ölüdeniz küçülüyor, yeşillikler arasında göl oluyor. Nikolas Adası tarihi kalıntıları ile ortada. Gemile koyu, Soğuksu, Darboğaz, İblis Burnu. Arkasında Kızılada,  Kapıdağ Yarımadası, Göcek adaları… Deniz deniz  deniz…  Uzanıyor Akdeniz enginlere. Biz  Babadağ’ın yalçın kayalarına tırmanırken deniz tutkumuz depreşiyor. Atlasak mı aşağıya.  Önümüzde,   dilimizde, zihnimizde  deniz. Deniz mi olsak… :
Denizin üstünde ala bulut
yüzünde gümüş gemi
içinde sarı balık
dibinde mavi yosun
kıyıda bir çıplak adam
durmuş düşünür.

Bulut mu olsam,
gemi mi yoksa?
Balık mı olsam,
yosun mu yoksa?..
Ne o, ne o, ne o.
Deniz olunmalı, oğlum,
bulutuyla, gemisiyle, balığıyla, yosunuyla.”
 Sonra  “DENİZ” olmaya karar veriyorum. Alabildiğine mavi, alabildiğine özgür, alabildiğine engin…
      Tırmanış bitiyor, Kozağaç Köyü’ne yöneliyoruz. Aşağıda Kıdrak’ın yalçın kayalıkları.  Deniz manzarası eşsiz. Birkaç ev ve doğal yapıyı acımasızca katleden taş, beton birkaç yapı. Geçen seneden başlayan yapılar biraz daha tamamlanmış, insan yok.
            Orman yolu ile devam ediyoruz. Deniz güneşin eğilmesi ile ışıklanmış, gümüşlenmiş …  Yemek molası ardından kayalıklar kırk haramiler gibi önümüzü kestiyor, şaşıyoruz.  Kozağaç köyünde çocuklar çok şanslı. Çayır çimende koşturduklarını doğa ile iç içe yaşadıklarını görüyoruz.. Okula gittiklerini söylüyorlar. Derslerine iyi çalışıp öğretmen olacaklarına dair söz alıyor, onları özgür yaşamları ile baş başa bırakıyoruz.
           Zorlu bir inişteyiz şimdi. Kirme köyünde yüzyıllık zeytin ağaçlarına baktıkça kalıcılığı daha bir kutsuyorum. Mehmet amca’ya konuk olmayı unutmuyoruz. Şerife Ninemle doksan seneden daha çok yaşamanın keyfindeler. Üzümlerinden ikram ediyorlar. Dalında daha üzümler.
           Geçen hafta esen rüzgar çam ağaçlarını devirmiş, koca koca dallar kırmış, her yere çam kozalakları dökmüş. Doğal budama olmuş.
            Uçurumlardan atlarcasına iniyoruz denize doğru. Kelebekler Vadisi’nin tepesindeyiz. Gün boyu bir yanımız dağ, bir yanımız deniz yürüdük. Faralya’ya iniyoruz. Dolmuşlar bekliyor, yorgunluk çayımızı da içmeliyiz deniz seyriyle.  Yol kıyısında yazın canlı tesisler ıssız kalmış. Bize açıyorlar sofralarını. Demlenmiş sıcacık çaylar kahkahalarımıza karışıyor. Sağ olun dostlar. Haftaya  yine yine yine yürüyeceğiz… Atiyr KAÇAR.
           

  

          

4 Aralık 2013 Çarşamba

YALÇIN KAYALARDAN ENGİN DENİZE
KİRME - YAĞLI- YAYLA KABAK - FARALYA YÜRÜYÜŞÜ
           Cuma gününden beri anons var Fethiye Kaymakamlığından. Başbakanımızın Pazar günü  ilçemize geleceği duyuruluyor ve alınan önlemler sıralanıyor. Biz sokağa çıkamayacağız anlaşılan. Zaten dağlara çıkacağız da nerede toplanacağız?
          Rehberimiz  Yusuf  Çilengir  çözümü buluyor, Muğla Makası’nda  buluşacağız. Haberleşme  tamamlanıyor, üçüncü servis de geliyor, Taşyaka’dan tırmanıyor, Fethiye’yi kendi  kalabalıklığı ile baş başa bırakıyoruz. Hava bulutlu,  serin;  doğa canlı, nemli. Ölüdeniz yolundayız.
             Ölüdeniz inatla mavisini koruyor. Açık deniz gri olsa da kıyılar masmavi, turkuaz mavisi. Gökyüzünün  kurşuni griliğine inat masmavi.  Deniz seyriyle     Faralya yolundayız. Kelebekler Vadisinin gizemini çözmek istercesine Kirme’ye doğru yükseliyoruz.  Kirme denize bakan evleri ile sonbaharı yaşıyor. Yine denize karşı çay içme dürtümüz depreşiyor.
              Köy içinde bırakıyoruz dolmuşları. Parkurumuz patika ve on iki kilometre sürecek. Tırmanış da başlıyor. Babadağ eteklerindeyiz. Yedi yüz metreden başladık. Yalçın kayalıklar önümüzde, zikzak çizerek tırmanıştayız. Likya yolları hala sağlam taş döşeli. Dik yamaçlara öyle sağlam yapmışlar. Çam ağaçları nemle tatlı yeşil. Yeşillerin arasında erguvanlar sarı sarı, menekişler turuncu, sandallar kızıl.   Doğa renk cümbüşü. Hava nemli ya taşlar da yosunlanmış ayrı yeşillenmiş. Bin elli metreye kadar tırmanıyoruz. Kimimiz kekik topluyor, kimimiz adaçayı. Sami ağaçlarda. Sandal ağaçlarından dağ çileği yiyoruz. Kızıl kızıl küçük topicikler öyle tatlı, dağ kokulu. Ben şaşkın açan ilkbahar çiçeklerindeyim. Paptyalar yanında anemonlar da açmaya başlamış   Faralya yakınlarında. Yorulduk, az kaldı, diyor rehberimiz.
               Babadağ etelerinde tepecikler arasında düzlükler, ovalar, ovacıklar, ayrı bir yeşil,  otlak olmuş. Ekilemeyen çakırdikenler  içinde tarlacıklar var.  Yağlı, bin metrelerde bir ovacık. Çoban evlerinden soba boruları uzanıyor. Soğuk  burası, kar da yağarmış kışın ...  Eski bir yerleşim yeri  ki eski evlerin yıkıntıları var. Sıra sıra dikilmiş ahlat ağaçları, taş setler ve koca meşeler. Üç çoban yaşıyormuş bu düzlükte , biri ile söyleşiyoruz.Depremden önce yaşayanlar varmış  burada, diyor çobanımız. Şimdi  asıl yerleşim yerleri Karaağaç köyü. Yağlı da hazine arazisi olmuş. Çobanların  çocukları okula gidiyor, aile bireyleri işbölümü ile hayvanlara bakıyor. Çoban köpekleri  eşliğinde keçilerle söyleşiyor,  inekleri, danaları selamlıyoruz. Düzlükte  yürümek daha kolay. Şimdi zorlu iniş başlıyor.
            Dik kayalar, yalçın kayalar, kimi kayalarda mağaralar …  Sol yanımız  heybetli Babadağ, sağ yanımız engin deniz. Denizde  adalar, denizde dağlar…  Sayıyoruz: Önümüzde dimdik kayaları ile Kelebekler Vadisi,  Ölüdeniz, sağda uykuda, yanında Gemile,  karşımızda Darboğazıyla fenere uzanan dağı ile  İblis burnu, arkasında Fethiye körfezi, adalarımız, Kapıdağ yarımadası, daha arkasında Dalaman… Her yer  ayaklarımızın altında. Atlasak mı ne?  Sırtımızı kayalara verip deniz görünümü ile fotoğraf çekme yarışındayız. Doğal ki en güzel fotoğraflar Ali Karacan’ın objektifinden.  Gözüne ve deklanşöre basan parmağına sağlık…        
         Önümüze bakıyor, dikkatle iniyoruz  zikzaklarla yine. Bir birimizin tepesindeyiz. Zincirimiz uzuyor. Sesleniyoruz en öndeki de duymalı. Emin Abi ile ağaçkakan sesi taklidindeyiz, kahkahalarla çınlatıyoruz dağları taşları…
           Fethiye nasıl bir gün yaşıyor? Fethiye semaları  helikopterle korunuyor, sokaklar çevik kuvvet ve TOMA’larla.  Kim kimden korunuyor anlamak olası değil. Bu kez önlemlerin çok daha olağanüstü  olduğunu görüyoruz. Önlemler olağanüstü.  İnsanlar taşınıyor çevre  köy ,ilçe hatta illerden. Belediyelerin devlet kuruluşlarının resmi araçları seferber olmuş.  Yazık değil mi “tüyü bitmemiş yetim hakkı” diye adlandırılan vergi gelirlerimize. İzleyici kadar da polis var görevli. Televizyonları basını istediği gibi kullanıyorsunuz, iletilerinizi basın – yayın aracılığı ile ulaştırsanız kitlelere hem daha ucuz hem daha uygar olmaz mı? Umut gerekiyor, umutları  kırmamak gerekiyor, dirençli olmak zorunlu.
             Faralya’ya iniyoruz kıvrıla kıvrıla. Turizm sezonu sonu tesislerde sarı yapraklar uçuşuyor. Servislere atlıyor, yorgunluk çaylarımızı Ölüdeniz- Kumsal Pide’de içmeye karar veriyoruz. Ölüdeniz’de  de tesisler boş, sokaklar  sonbahar yaprakları ile renklenmiş. Deniz yine güzel, çekici. Koşuyorz birkaç  kişi sıvayıp paçaları atlıyoruz denize. Yüzemiyoruz ama kıyı boyu dalgalarla dans ederek yürüyoruz.
      Çaylar, biralar  yorgunluğumuzu alıyor, Fethiye’de kalabalık dağılmış, biz de evlerimizdeyiz. Haftaya Cadianda’dan yakacık köyüne yürüyeceğiz. Atiye KAÇAR 01.12.2013
       
         

         

         


    

      

29 Kasım 2013 Cuma

HAVA KURŞUN GİBİ
TELMESSOS DAĞCILIK GRUBU DARBOĞAZ –İBLİS BURNU YÜRÜYÜŞÜ 24 Kasım 2013
          Telmessos Dağcılık Fethiye kaymakamlığı önünde toplanıyor  bu pazar sabahında da.  Yağmura yakalanır mıyız? Yok  sanmam, diyoruz. Deniz gri, hava kurşun gibi ağır.
           Deniz kurşun, hava kurşun, bende kurşun ağırlığı. Doğaya katılmalı, yenilenmeliyiz bir an önce.           Atlıyoruz servislere, Debboy’dan yol alıyoruz  Kayaköy’e. Çiğle incilenmiş  yine çam ağaçlarının iğne yaprakları.  Kayaköy sisten  yorganıyla uykuda. Kahvemizde sabah çaylarımızı içelim.
              Bugün 24 Kasım. Günün anlam ve önemine ilişkin bir konuşma yapıyor   Sami.  Çiçeğini veriyor, tüm öğretmenlerimiz adına Kerim Gürhan’a. “Öğretmenler Günü”nü kutluyoruz,  sıcak çaylarımızla. Dünden içimiz buruk. Kızılay’da  Öğretmenlerimiz polis barikatı, TOMA ‘lar ve akreple karşılanıyor. Tazyikli su altında öğretmenlerimiz.  Gaz bulutu içinde Ankara. Hava bulutlu, gaz bulutları  yağmur bulutlarına karışıyor. Hava kurşun gibi ağır.
            Öğretmenlerimizin özlük haklarını, haksızlığa uğrayan öğretmenlerimizi ,elbette atama bekleyen öğretmenlerimizi konuşuyoruz. Bir yanda 126 bin öğretmen açığı, diğer tarafta  atama bekleyen yaklaşık 250 bin öğretmen adayı. Atama beklerken  canına kıyan,  gencecik  39 öğretmen. Hava kurşun gibi ağır.
              Servislere biniyoruz, Gemile koyu yolundan Darboğaz’a iniyoruz. Deniz kurşuni, manzara eşsiz, doğa canlandırmalı bizi.  Burası ,  Andrei Konchalowsky’in 1997yapımı “Odyseeia(Odesa)” filminin Türkiyede geçen  bölümleri n çekildiği yer.   Filmin başında   Odyessius’un çobanının iki katlı evi, eşsiz deniz manzarasıyla  görünüyor burada. Toplanıyoruz, fotoğra f çekiliyoruz. İlkbahar lalelerinin açtığını görüyoruz şaşkınlıkla. Havalar soğuyamadı bu sene, kış gelmiyor, doğa ilkbahara geçmiş. Papatyalar da açmış.
                Yürüyüşümüz zorlu bir tırmanışla başlıyor. Toprak nemli, yağmurlar başlıyor ama ölçüsüz. Doğa hesapsızca kullanılmanın öcünü alıyor. Yağmur Sarıgerme’den sonra Bodrum ve İzmir’i de yıkıp geçiyor.
             Çam ormanı, sakız ağaçları, keçiboynuzları arasında kekik kokularıyla yürüyoruz. Keçiboynuzu ağaçları yoğun çiçekli, arılar da toplanmış, tatlı bir uğultuya durmuş doğa. Hafif bir esinti bizi de sarhoş ediyor. Hava bulutlu. Faralya  yolu seçiliyor uzaktan, güzelim koylarımız sisler altına saklamış kendini. Deniz gökyüzüyle kaynaşmış, gümüşlenmiş. Hava kurşun gibi ağır.
          Dardoğaz’dan  İblis Burnuna uzanan koca dağ denizi ikiye bölmüş. Bir taraf Ölüdeniz, bir taraf Fethiye Körfezi. Yürüyüşümüz de çift taraflı deniz seyrinde. Bir iniyor bir tırmanıyoruz derken sandal ağaçları içine düşüyoruz. Kıpkırmızı, pürüzsüz gövdeleri ve kıpkırmızı dağ çilekleriyle. Sami uzanıyor en uç dallardan en olgunlarını topluyor çileklerin. Sırayla veriyor  tüm yürüyüşçülere. Payını alan ilerliyor, yorgunluğumuzu unutmalıyız. Yemek molası istiyoruz da yemeğimizi dağın en uç noktasında fener seyri ile yiyeceğiz.
           Yalçın kayalıkların tepesinde denize atlama tutukusu ile oturuyoruz öğle yemeği için. Öbekleşmişiz yine, yan masa ikramlarına başlamışız. Hüseyin’in annesinin kabak kızartmalarına Özgür’ün çeşitlemeleri katılıyor. Geçen hafta şakşuka, bu hafta peynir topları… Olmuyor böyle, yürüyüş başlayalı kilo alıyorum, diyen çoğalacak. Tarçınlı karanfilli çaylar alıyor tüm yorgunluğumuzu.
              Dönüş yolumuz dağın Fethiye  körfezi yönünde. Şimdi Göcek adaları, Kapıdağ yarımadası eşlik ediyor bize. Kızıl sandal ağaçları ve sık orman içinde; düşsek denize yuvarlanacağız, diyerek yürüyoruz. Kayalarda atlasak denize gireceğiz. Fotoğraf molaları sıklaşıyor. Bulutlar yükselmiş, hafiften güneş de gösteriyor kendini. İşte fotoğraf için en uygun ışık.
      Darboğazdayız  yeniden. Denize girdiğimiz günlerin özlemiyle yola koyulurken , doğanın tüm güzelliklerini sunduğu noktada  çöplere takılıyoruz. Adem Bey ve Yusuf Bey yağmurluk olarak kullanmak amacıyla yanlarına aldıkları çöp poşetlerini çıkarıyorlar.Elbirliği ile toplanıyor güzelim yurdum insancıklarının bıraktığı çöpler. Kıyamayız doğamıza. Hava kurşun gibi ağır!
      Sözü büyük ozanımız Nazım’a veriyorum :    
KEREM GİBİ 
Hava kurşun gibi ağır!! 
Bağır,
 bağır, bağır 
                        bağırıyorum.
 
Koşun
  kurşun    eritmeğe 
                            çağırıyorum...
O diyor ki bana: 
— Sen kendi sesinle kül olursun ey!
 
            Kerem  gibi
   yana   yana...
«Deeeert   çok,  hemdert yok» 
Yüreklerin
 kulakları  sağır... 
Hava kurşun gibi ağır...
Ben diyorum ki ona: 
— Kül olayım
  Kerem   gibi   yana   yana. 
Ben yanmasam
 , sen yanmasan 
                             biz yanmasak,
 
    nasıl
 çıkar  karanlıklar  aydınlığa..
Hava toprak gibi gebe. 
Hava kurşun gibi ağır.
 
Bağır
   bağır  bağır 
                        bağırıyorum.
 
Koşun
   kurşun  eritmeğe 
                             çağırıyorum.....
 
 

  Telmessos Dağcılık, haftaya pazar sabahı,  yine Fethiye kaymakamlığı önünde. Atiye  KAÇAR                                                                               
  

11 Kasım 2013 Pazartesi

KADIN ERKEK YÜRÜDÜK ATAM
Telmessos DAĞCILIK ÜZÜMLÜ- KIZILCAKÖY- ÇAYAN ‘da
        Saygı duruşu iki dakikaydı bugün. Milyonlar , tüm yurt iki dakika  Atatürk’ü düşündü, Atatürk’ü yaşadı.İki dakikada zihinlere neler takıldı, zihinlerden neler geçti? Her kafada bir film şeridi. Devrimler ve günümüz…
          Telmessos Dağcılık her an anmayı bilenlerden Atatürk’ü. Bu gün tüm yurtla anacak. Çelengini hazır etti ve 8.30’da Kaymakamlık önünden Beşkaza Meydanına geçti,  tören alanında yerini aldı.
           Kalabalıktı tören alanı. En güzel giysileri ile toplanmış Fethiye halkı. Tören başladı, çelenkler sunuldu, meş’ale yakıldı. Tüyler ürperten siren sesleri ile Ata’mızın yokluğunu duyumsadık. Sessizce zihinlerde Atatürk’le, bindik servislerimize, düştük yola.
           Üzümlü yolundayız. Çam ormanının serinliğine pürenlerin morluğu karışmış. Yağmuru bekliyor doğa. Pürenlerin çam diplerini mora kesmesi bahar, sonbahar güzelliği. Üzümlü Geyran Dağı eteklerinden ovaya doğru uyumakta hafif sisleriyle. Kahvelerin oradan Hüseyin’i de alıyor Ortaköy yoluna yöneliyoruz. Üzümlü geride kalıyor, köy evlerine meydan okuyan villalarıyla. 
         Kadyanda yol ayırımını geçince servisleri bırakıyor, Ece Beli’ne  doğru yürümeye başlıyoruz. Orman içi, patika, kurumuş çam yapraklarının esrik kokusu. Gündemi konuşuyor, değerlendiriyoruz. Geriye gidişimize acıyoruz  içimiz burkularak. Hiç gündeme bile almamamız gereken konulardan söz ediyor, kızlı –erkekli yürüdüğümüzle, kendimizle dalga geçiyoruz . Gençlere dokunmanın bedelinin ağır olacağını biliyoruz. Gezi,  değişim yaratan bir hareket. Kimsenin gözünden kaçmasın. Kaçan uykularımızdan söz ediyor, sonra doğadan güç alıyoruz. Pırıl pırıl olmuş çam yaprakları güz güneşinin altında. Sıcak, sıcakta ağaç gölgeleri güçlü sığınak.
        Tırmanış keyifle devam ediyor. Hüseyin Günday  Civcivli Ahmet Ağa’nın evini gösteriyor. Evin önünden  geçiyor, çoban evlerinin bulunduğu meydanda konaklıyoruz. Kızılcaköy burası. Terk edilmiş yıkıntılar, yalnız köy evleri, çoban kulübeleri… Koyunlar otluyor, çayırlar çalı çitlerle çevrilmiş. Çakırdikenler kurumuş, yeşermek için yağmur bekler. Meşeler tüm heybetiyle meydan okuyor  tüm koşullara. Asırlık meşeler arasında dolanıyor “Yemek Molası” diyoruz. Meşeler sağlam duruşun kalıcılığını simgelesin.
            Çayırlara yayıldık öbek öbek. Paylaşımlarla şenlikte ve keyifte herkes. Yorgunluk biraz gitsin ki eğlencemiz olsun, karnımız doysun.
        Çoban evlerinde kimse gözükmüyor.  Ağıllar kuzu dolu. Sesleri ayrı bir melodi. Çağırıyorlar: “küçük güzeldir” kuzular ayrı bir şirin. Meşeler uzun yaşamın kalıcılığını haykırıyor. Kimimiz kuzularla haşır neşir, kimimiz ot topluyor. Uzanıp dinlenenler de var. Nazime Abla düz araziyi görünce atlama ipini çıkardı.Haydi gençler ip atlamaya. Bir kahkaha ,bir şenlik, zıplayan zıplayana. Gah sınav yapılıyor, gah zincir atlama. Nefesler kesiliyor. Karma atlıyoruz.
        Yola koyulma vakti, toplanıyor, toplu fotoğrafımızı çekiliyoruz. Sesli çıkar mı fotoğraflar, kahkahlar devam ediyor da… Zorlu bir tırmanış mı var? İniş daha zorlu. Patikada yürümek en büyük keyfimiz. İp oluyoruz, sıra sıra.çam ağaçları arasında sandal ağaçları kızarmakta şimdi, suyu ve yağmuru bekleyen küçük kırmızı çilekleriyle. Zorlu inişle Ören çayı ve Çayan köyü açılıyor önümüzde. Ta dağların dibinden ovayı ak çakıllarıyla ortadan bölerek gelen Ören Çayı’nın da suları azalmış. Bizim “deli çay” bu. Hangi yöne akacağı belli olmaz. Bir o kıyıyı keser, bir bu kıyıyı döver. Çayın seyri ile inerken yata yuvarlana, Çayan Köyünün köpekleri karşılıyor avaz avaz havlamaları ile. Köyü yabancılar bastı. Çayın kıyısına kadar yürüyoruz evler arasından.
         Servislerin biri var, diğerleri gelmemiş henüz. Karşılayalım, yola çıkıyoruz. Çok geçmeden yetişiyor Zafer minibüsüyle. Şimdi sarı- kızıl yapraklarla nar bahçelerini dolmuşlardan seyredeceğiz. Ortaköy verimli, bereketli. Ekilmiş yoncalar, zeytin ağaçları arasından üzümlü yoluna doğruluyoruz. Çay eşlik etmediği yerde görevi su kanallarına bırakmış. Sağımız coşkun suları ile çaydan ayrılan kanal, solumuz Ortaköy evleri. Üzümlü yolunda ormana dalıyoruz yine. Güneş öyle güzel parlatıyor ki  çam ağaçlarının yapraklarını!
              Yorgunluk çayımızı Üzümlü kahvesinde içeceğiz . Üzümlü’de Atamızın önünden geçerken yine gösterdiği hedefe yöneliyoruz. Eve geliyorum , ekran karşısında umutlarım yeşeriyor yeniden. Gözlerim doluyor: Milyonlar Anıtkabirde, milyonlar Kadıköy’de, milyonlar Gündoğdu’da, tarlada, caddede, hastanede, Boğaz Köprüsünde, sokakta.  Milyonlar AYAKTA.
           Telmessos Dağcılık haftaya  Bayır(Naldöken)- Kavaklı- Atlıdere parkurunda;eski yayla göç yolunda. Atiye KAÇAR – Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni.




5 Kasım 2013 Salı

GÜZ BEREKETİ
TELMESSOS DAĞCILIK ,  ARSA – KOYAT GEÇİTİ- KAYADİBİ YÜRÜYÜŞÜ
              Sonbahar bereketiyle kapımızda. Telmessos dağcıları toplanıyor Fethiye kaymakamlığı önünde. Serin esinti sonbaharda olduğumuzu söylüyor; ceketlerimiz de ellerimizde değil üzerimizde. Arsa köyüne çıkacağız bu gün. Akdağların eteğine.
          Antalya yolundan, Seydikemer - Saklıkent kavşağından  Kadıköy’e yöneliyor,  Arsa’ya tırmanışa geçiyoruz. Fethiye’den  50 km sonrası 850 metre rakımla  Arsa’ya ulaşıyoruz. Köy kahvesinde köylülerimizle söyleşerek sabah çaylarımızı içiyoruz. Kahve tenha, iş zamanı. Güz mevsimi,  hasat mevsimi, bereket. Ünlü Arsa elmaları toplanmış, sıra üzümlere gelmiş. Tarla sebzeleri bitmiş, domatesleri seradan yiyeceğiz artık. Köylümüzden aldığımız ön bilgiden sonra dolmuşlarımıza biniyor, köyün çıkışına doğru gidiyoruz.       
           Rehberimiz Yusuf Çilengir önümüzde, Oğuz Kolak artçımız. Arsa  yerleşimi dağınık, arazisi geniş bir köy. Saklıkent Kanyonuna doğruluyoruz. Evler önünden, bahçelerden, tarlalardan geçiyoruz. Her yer asma bahçesi. Asmalarda üzümler üzümler üzümler… Üzümler arasında elmalar, ayvalar, zeytinler ve nar bahçeleri. Bahçe kenarlarında ballanmış yemişleri ile incir ağaçları ile mersinler. Sonra tarlalar, kurumuş otları ve yeni çıkmaya başlayan ekinleri ile tarlalar.
        Elmalar hasat edilmiş ya ağaçta kalan küçük yamru yumru elmacıklar öyle tatlı, ayvalar benzersiz sulu, incirler yumuşacık ballı ballı ballı. Ya narlar… Güz güneşi ile kızaran, dalları aşağı sarkıtan tadıyla çatlamış narlar. Ne yiyeceğimizi  bilemeden  gözümüzle doyduk. Tarla kenarlarında çitlembiklere, ardıç ağaçlarına sarılmış has asmalardaki üzümlere dayanamıyor, onlardan koparıp tek tek keyifle ağzımıza alıyoruz. Ne büyük keyif…Güz bereketi bu işte. Yemekten çok seyre doyamıyoruz. Sarı, kırmızı, turuncu, yeşil yapraklar renk cümbüşü. Toprak suya hasret, yağmur bekliyor. İnişimiz zorlu, Yusuf Bey acele ediyor, yolumuz uzun… Günler kısa…
          Bahçeler, tarlalar bitiyor, çam ağaçları arasında inişimiz sürüyor.  Saklıkent Kanyonu kayalıkları karşımızda dimdik. Kıyıya kadar iniyoruz. Kanyon seyri ile fotoğraf çekiliyoruz. Adabelenliler özel fotoğraf çekinmeli, Vefalı’lar kıskanmasın.
           Koyat geçitine yöneliyoruz. Saklıkent sularını besleyen  dereler var. Kayadibi’ne inene kadar Arsa’nın engebeli arazisinde bir iniyor bir çıkıyoruz. Koyat  Geçiti’ne inince yemek molası vereceğiz, diyor Yusuf Bey . Çok yorulduk. Meyvelerden tattık, soğuk sular içtik en doğalından. Öğle sonu oluyor, molamızı veriyoruz, nasıl da acıkmış herkes, çaktırmadan yumuluyoruz çıkınlara. Öbek öbek oturuluyor ve yan masa ikramları başlıyor. Bayılıyorum yemek molası paylaşımlarına. Arkadaşlar, yürüyüşler başlayalı, kilo alıyoruz, acaba neden?..  
            Koyat Geçiti’nde doğanın sararan yaprakları ile renk cümbüşüne, çağıl çağıl sularla taş köprü görünümü ekleniyor. Önce boncuk dizisi yürüyüşçülere, sonra dereler içine dalmaya,   ağaçlara çıkmaya çalışan Sami’ye bakıyoruz. Eşen ovası ayrı uzanıyor aşağılarda, çamlı yeşil tepeler ardında. Arsa’da asma bahçeleri karşımızda şimdi. Ne kadar da çokmuş, şaşkın seyrediyoruz Akdağ eteklerine yayılmış, güne karşı gerilmiş uzanıyorlar sarı-kırmızı- yeşil yaprakları ile. Şimdi arklarda sular, ara ara su içebileciğimiz çeşmeler ve bahçelerde narlar, anlarda böğürtlenler, kuşburnular. Çalılıklarla kaplı Kayadibi  tepesi. Karşıda çam ormanı içinde büyük bir inek çiftliği ... Yalçın kayalıklar dibinde,ta aşağılarda Kayadibi.  Nasıl ineceğiz oralara?  Zikzaklar  çiziyoruz çalılıklarda. Gün epey eğildi, akşam oluyor, güneş kızıl bir top oldu  dallar arasında. Ortalıkta tatlı, esrik bir parıltı, sarıdan kızıla dönüyor, sonra gün batıyor, gümüşleniyor doğa.Zorlu iniş bitiyor ve biz asfaltı buluyoruz. Dolmuşlarımız da gelmiş, sıralanmışlar arka arkaya. Hemen yerleşelim, ayak tırnaklarımız acıdı, dağcılık armağanı, moraracaklar.Saklıkent yolu gözlemecilerinin çoğu sezonu bitirmiş, kapatmış dükkanları.Karanlık başlıyor, Işıklar içinde kalıyor yol üzerinde köyler.Haftaya görüşme dilekleri ile iniyoruz servislerden. 3 Kasım 2013. Atiye KAÇAR,Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni
     

        
          


SİKLAMENLER   COŞMUŞ
TELMESSOS   DAĞCILIK  KARAAĞAÇ’TAN  KABAK KOYUNA İNDİ
         Serin, parlak bir güz güneşi ile toplanıyoruz Fethiye Kaymakamlığı önünde. Sabah serinliği ile sıcak gülüşler çarpışıyor. Telmessos Dağcılık grubu yürüyüşçüleri özlemişler bir haftada birbirlerini,  sabah çayımızı içiyor, Ölüdeniz yoluna düşüyoruz.
          Ovack’tan Ölüdeniz’e aşıyor, Akdeniz’e belki bininci kez hayran oluyoruz. Kıvrım kıvrım Faralya yolunda   Belcekız  plajını,  çam kokulu dağları, adaları, dalga dalga ebruli Akdeniz’i seyrediyoruz. Gözlerimizi   Rodos adasına kadar uzatıyoruz. Kelebekler Vadi’sinin yalçın kayalıkları tepesinden Karaağaç yoluna sapıyoruz. Yükseldikçe Babadağ yamaçlarına, yalçın kayalar koynunda parlayan çam ağaçları arasından yine Akdeniz’e hayran oluyoruz.
           Kirme köyünün evleri arkalarını sağlam kayalara dayamış, gözlerini denize dikmiş. Damlarda  denize karşı orman seyriyle çay içtiğimizi varsayıyor, sonbaharı yaşayan bahçeleri geride bırakıyoruz. Bin iki yüz metre yüksekte bırakıyoruz servisleri. Çam ağaçları arasında kızarmaya başlayan erguvanlar var. Tohumlarını topluyor Sami, meyve bunlar, diyor?(?) Sonbahar kuruluğunu yaşayan  ovayı  da geride bırakıyor, Karaağaç köyüne tepeden iniyoruz.
              Karaağaç köyü de susuz. Toprak yağmuru bekliyor, dereler coşmak için kar gözlüyor. Kıştan sonra yemyeşil olmayı bekleyen  bahçeler kupkuru. Boz dikenler, ölemez dikenleri, çakır dikenler   arasında ot bulmaya çalışan hayvanlar görüyoruz. Karaağaç köyünün köşklü çınarı ve asırlık sedir ağacı bekliyor aynı görkemiyle. Köyün bitiminde birden deniz çıkıyor ortaya. Elhan, Zühtü’nün “satılık arsa” tabelasına gülüyor . Şimdi   İblis Burnu önümüzde. Kapıdağ yarım adası karşımızda. Rodos’a kadar adalar birbiri içine girmiş gibi. Alınca’ya doğru inişteyiz. Zaman ilerliyor, acıkıyoruz da. Denize ulaşamayacağız. Alınca’yı geçince çoban çeşmemiz var. Orada veriyoruz yemek molamızı. Ne çok acıkmışız! Paylaştıkça çoğalan soframız bir şölen oluyor. Hüseyin’in annesinin kabak kızartmasına , Özgür’ün şakşukası  meydan okuyor. Ellerine sağlık pişiricilerin. Karanfilli tarçınlı çaylarımızı da içiyor, hızla yola çıkıyoruz.
           Likya Yolu her zaman bir iki yabancı konuk ağırlar. Kabak koyu Alınca arasında yabancı yürüyüşçü daha çok. İkişerli, üçerli gruplar Kabak’tan Alınca’ya çıkıyor. Yol gölge, çam ormanı, iniş zor, toprak kuru, boş taşlar var. Çitlembikler kızarmış yeşiller arasında Yalçın kaya dipleri ürkütüyor, dik yamaçlar zorluyor. Kayalarda sarkaçlar da kupkuru, damlatmak için sularını bekliyorlar sabırsızca kışı. Deniz seviyesine indikçe tek tük çiçeklere rastlıyoruz kurumuş çam yaprakları arasında. Yabani siklamenler açmaya başlamış,  diyoruz. Heyelan taşlıkları, dere yataklarını geçiyor, şelale yol ayrımına varınca yolumuzun azaldığını biliyoruz. Bu arada asırlık keçiboynuzları çiçeğe durmuş, kuş seslerine arı uğultusu karışıyor. Esrik çarpık yürürken siklamenler kaplıyor her yeri. Öyle coşmuşlar ki, beklemeden kışı açmışlar Kabak koyuna yakın her yerde. Şimdi siklamenler üzerine konuşuyoruz.
   Halk arasında; yabani menekşe, domuz topalağı , söğecen, Meryemana Kandili, domuz soğanı, domuz turpu gibi adlar verilir.  Türkiye’de doğal yetişir, 21 tür içerir. Bunların altı tanesi sınırlı yayılış gösteren endemiktir . Özellikle yaban domuzları için iyi bir yiyecek kaynağıdır. Yumruları domuzlar tarafından kazıldığı için adı da domuzlarla birlikte konulmuştur. Tıbbi değeri olan bir bitkidir. Türkiye doğal ortamlardan  toplanan  siklamen yumrularını ihraç eden ülkeler arasında önemli  bir yere sahiptir. Taraf olduğumuz Bern Sözleşmesi gereği doğal yaşam alanlarında korumakla yükümlü olduğumuz bitkilerimiz arasındadır. Çoğunlukla Türkiye’nin kuzeyinde yetişir.
          Yabani menekşeler, derme çatma tesisler ve Özyerler’in ağaç evleri ve dalda kuş sesleri ile sahile ulaşıyoruz. Kabak Koyu’nun doğallıktan uzaklaşmasını da izliyoruz buruk bir kırıklıkla. Yapılaşma günden güne artıyor, beraberinde getirdiği kirlilikle. Üzgünüz.
            Mayosunu giyen atlıyor denize. Deniz soğumaya başlamış, kendine getiriyor yorulan tüm hücrelerimizi. Açılıyor, su sesi ve serinliği ile doluyoruz.  Dinlenmeliyiz; zorlu bir tırmanış bekliyor bizi. Dik yamaçlar ve yalçın kayalıklarla çevriliyiz. Yola çıkmak için tırmanıyoruz son gücümüzle. Mamma’nın yerine oturuyor, eşsiz deniz ve dağ seyriyle içeceklerimizi yavaş yavaş yudumluyor, dönüşümüze gün batımı romantizmini, akşam kızıllığı güzelliğini katıyoruz. Haftaya Babadağ zirveden iniş var. Atiye KAÇAR 20.10.2013  






30 Eylül 2013 Pazartesi

TELMESSOS DAĞCILIK SEZONU AÇIYOR

          Dağlar bir tutku olur. Çeker seni de kendine kendine.  Biz  öyleyiz , dağların büyüsüne kapıldık dört gözle bekler olduk sonbaharın gelmesini. Artık adımız da ”TELMESSOS DAĞCILIK”
         Doğanın tüm güzelliklerini görme, yaşama ; günlük yaşamımıza katma peşindeyiz. ormanlarla  kardeşliği, su ile azizliği, toprak ile cömertliği, deniz ile enginliği, çiçekler ile  sevgiyi, güzelliği, mutluluğu ,  ovalar ile bereketi yaşıyoruz.
      Yeşili, sarıyı, maviyi, moru, turkuazı, turuncuyu harmanlayıp gökkuşağına uzanıyoruz.
      Gökyüzünü, bulutları, kayaları, taşları , kıvrım kıvrım patikaları; keçileri, koyunları, çoban kulübelerini elimizde biliyoruz.
       Çipil çipil gözleri ile keçiler ardında dolanan çoban çocuklarıyla, karayağız yayla adamlarıyla söyleşiyor, köy kahvelerinde dostluğu, sıcak çaylarla yudumluyoruz..
       Sonra başı dumanlı dağların gizini bilme mutluluğunu tadıyor zirvelerde göküzüne kucak açıp engin ovaların seyrine doyuyoruz.. 
       Kuşlarla, böceklerle, karıncalarla, kaplumbağalarla haşır neşir oluyoruz.
      Sonbaharı kışa çeviriyor, ardından ilkbaharın çılgınlığına tanıklık ediyoruz ; kendimizi de yenileyerek, gençleşiyoruz.
         Rehberimiz Yusuf Çilengir, doğal dağcı, dağların dilini de çözmüş. Telmessos Dağcılık parkurlarını ayarlıyor, her pazar yollara dökecek  bizi.  Oğuz  Kolak  artçılık edecek, bizler de onlara destekle ve keyifle yürüyeceğiz.,
        Yüreğimizi ortaya koyarak paylaşıyoruz tüm  güzellikleri, paylaşıyor çoğaltıyoruz.
        Bir haftanın gerginliğini atmak,  daha dirençli, daha dingin, daha sağlıklı olabilmek için yürüyeceğiz. Özgürlük tutkusunu  ta içimizde duyumsayarak,  her pazar dağlara vuracağız  kendimizi. İzlenimlerimizi de paylaşacağız severek.

       29 Eylül 2013 Pazar günü Afkule’den Darboğaza yürüyerek sezonu açıyoruz. Dağdan denize inecek, dağın terini Akdenizin sularına karıştırıp döneceğiz. Pazar sabahları buluşma noktamız olacak Fethiye Kaymakamlığı önü. İlk gün doğal ki özlemle kucaklaşacağız yürüyüş dostlarımızla. Bol keyifler herkese… Atiye KAÇAR 
TELMESSOS  DAĞCILIK  GRUBU  YÜRÜYÜŞLERİ  BAŞLADI

DAĞ ve DENİZ SEYRİ

(Afkule – Darboğaz Parkuru,29 Eylül 2013)
            Yeni sezonumuz başladı. Telmessos dağcılık dostları  buluştu. Yürümeyi mi, doğayı mı, birbirimizi mi özledik, ayrımında değilim. Biliyorum ki dağlar çekiyor bizi-beni
            Sağlık için, dinginlik için, sevdiğim için yürüyorum. Ortak bulduğum için grubumu da çok seviyorum.
            Sabahın dinginliğini yaşıyor Fethiye kordonu. Toplanıyoruz yavaştan kaymakamlık önünde.  8.30’da hareket ediyoruz. Debboy’dan  çıkıyoruz Kayaköy’e .  Çınar altında  kahvede mola . Sabah çayını, kapıdaki kuyu çıkrığını, çınardaki baykuşu da özledik. Kuruluyoruz masalara ,  sabah çayına çıtır simitleri ortak ediyoruz. Sabah serinliği de devam ediyor. Yürüyüş için ideal bir hava. Biniyoruz servisimize, Afkule - Gemile yol ayırımında toplu fotoğraf çekilerek başlıyoruz yürüyüşe.
           Çam ağaçları ile gölgelenmiş Afkule yolu. Toprak  da  suya ve bize hasret kalmış, kupkuru. Doğa meyveye dönmüş. Çitlembikler kızarmakta dallarda. Pıynar pelitleri yeşil yeşil . Yeşil sarıya dönmeye hazırlanıyor. Taşlar boş, zemin kaygan ;  dikkatli olmalıyız. Otlar, çiçekler kupkuru  yerlerde. Yenilenmeyi bekliyor, biz de yenileyeceğiz  kendimizi.
             Afkule tepesinde  Akdeniz çıkıyor karşımıza laciverte kesmiş engin sularıyla. Seval: “Ben inmeyeceğim aşağıya” diyor. Özer de eşlik ediyor ona. Afkuleye iniyoruz, kuleye çıkıyoruz. Ah Akdeniz, ne enginsin, çekicisin; seyre doyum olmuyor... Sarnıça kadar iniyoruz. Kaya sarkıtlarında su yok, yağmurlar başlamalı. Hayvanlar için fıçılara su koymuş çobanlar.
             “Afkule  manastırı  Hagios Elefterios denilen bir keşiş tarafından kayaların oyulmasıyla yapılmış. Keşisin hayatının sıkıntı içerisinde geçtiği ve burada da çok çile çektiğinden bahsedilir. Keşişin ölümünden sonra tek katlı olan bu manastır üzerine bir kat ilave edilip, sarnıcı da  büyütülmüş. Kimine göre bu manastırda Hz. İsa yıllarca saklanmıştır, kimine göre ise papazlar bu manastırda inzivaya çekilip af dilerlermiş. Denizden 400 metre yüksekliği, yapım tarihi tam olarak bilinmemekle birlikte binlerce yıllık geçmişi, 2 katlı tarihi taş yapısı, yanı başındaki tarihi şapel ve yağmur sularının toplanması için yapılan sarnıcıyla hayranlık uyandıran bu yapı  eşsiz deniz manzarasıyla ziyaretçilerini bekliyor.”

          Deniz keyfini  doyasıya yaşamak istercesine seyre dalıyoruz. Yaklaşık beş kilometre yürüyüşle  Darboğaz’a ulaşacağız. Manzara eşsiz. Maviler ebrulanıyor,  dalga dalga lacivertlere dönüyor. Deniz engin, deniz sonsuz, deniz çağırıyor bizi. Atlasak  dalacağız  mavilere, iştahımızı  Darboğaza saklıyoruz.                                                          İblis Burnuna  uzanan dağlarla  yelkenlere selamla yürüyoruz. Kuru kekiklerin adaçaylarının keskin kokuları çevremizde. Aromaların en yoğun dönemi olduğunu bildiğimiz için birer demet çay, biraz da kekik topluyoruz. Kış hazırlığımızı da yapalım. Öğle yemeğimizi plajda yiyeceğiz.Ekip ip gibi diziyi uzattı.Serpildik dağın eteğine sahile kadar.
           Plaja  ulaşan atıyor sulara kendini. Sofra da kuruluyor bir taraftan. Kimi miz  denizde kimimiz kayalar üzerinde seyirde, keyifte.. Deniz renk cümbüşü…Önümüz  turkuaz , az ilerisi lacivert, deniz yüzeyi gümüşlü, yalbır yalbır. Karşı kıyı, ormanın  acı, koyu yeşilini yansıtıyor.  Su okşuyor bedeni. Hücreleri açıyor, tüm yorgunluğu alıyor. Yüzelim, yüzelim, yüzelim… Hüseyin Çatal’ın arkadaşı  İrina (İskoşyalı) “deniz keyifli” diyor. Bir sözcük kattı belleğine.  Denizden çıkmak istemiyoruz. Kıyıda uzandık suya, söyleşimiz güzel. Daha ne isteyelim bir güne kaç keyfi sığdırmışız…  

        Tekrar başladık yürüyüşe, teşekkürler  Yusuf Çilenger’e,  Oğuz Kolak’a ve tüm yürüyüş dostlarına. Dağlar bizi bekliyor. Atiye KAÇAR   Türk Dili ve Edebiyatı öğretmeni.

19 Mayıs 2013 Pazar

ABBASAĞA PARKI


BEŞİKTAŞ BELEDİYESİNİ KUTLUYORUM

           Oğlum İstanbul’da, ev bulmam gerekli Beşiktaş’ta. Çok güzel bir fırsat oldu Beşiktaş’ı  karış karış tanıyorum.

           Barbaros Bulvarından yukarıya vurdum bu gün. Abbasağa’da ev bakacağım. Bulvar kıyısından yüksek yapıların ardına geçtim. Apartmanlar yaşanmışlığı yansıtıyor derken Abbasağa parkını  gördüm. Evet köklü bir  yerleşim yerine uygun asırlık demesem de koca ağaçları ile yemyeşil bir park. Çocuklar top oynuyor, gençler dolaşıyor, yaşlılar banklarda yeşilliğin keyfini çıkartıyor. Köpekleri ile mutlu dolaşanlar var. Parkın çevresi bitişik nizam yapılarla dolu. Birden heykeller gördüm. Ayakta bir grup heykel.Kurtuluş savaşı ile ilgili diye düşünüyorum, daha yaklaşıyorum.gözlerim doluyor: Demokrasi şehitleri.

           Beşiktaş belediyesini kutluyorum unutturmasın Uğurları, Abdileri, Bahriyeleri, Ahmet Tanerleri. Her heykel bir başka asil, etkileyici. yalnız Asım Bezirci’nin ve Ahmet Taner Kışlalı’nın bakışlarına karşılık vermelisiniz. Onları gördüm, gülümseyişlerini içime doldurdum ve onlarla binlerce kez gurur duydum. Abbasağa parkında bekliyorlar…