17 Aralık 2013 Salı

DENİZ Mİ OLSAM
( Montana- Kozağaç- Kirme- Faralya  Yürüyüşü. 15.12.2013)
               Telmessos  Dağcıları bir hafta süren soğukların ardından güneşli, güzel bir pazar sabahında yollarda. Soğuk var ama çok değil, hele güneşle  kış soğuğu hissedilmiyor. Grup tamamlanıyor, Yusuf Çilengir Bey  sayıyı tutturdu. Alışverişler de tamam çıkıyoruz yola.
               Ölüdeniz yolundayız, çam ormanlarına vuran sabah güneşi eşliğinde pırıl pırıl her yer. İçimiz açılıyor daha denizi görmeden. Ovacık’ı geride bırakıyor  Ölüdeniz’e doğru eğilince sola sapıyoruz. Likya yollarının başlangıç noktasında iniyoruz servislerden.
      Fethiye’den  Antalya’ya uzanan ve antik kentleri birbirine bağlayan bu güzelim yollar doğaya tutkun ediyor bizi. Dünyanın dört bir yanından gelmiş; dilleri, renkleri, ülkeleri farklı da olsa gönülleri bir insanlarla karşılaşıyor, birlikte yürüyoruz.
        Önce çam ağaçları  arasındayız. Toprak kokusu adaçayı ve kekik kokuları ile yürüyoruz. Sağımızda Akdeniz uzanırken  Ölüdeniz, Lagun çıkıyor karşımıza. Gün boyu da dağlar arasından enginlere uzanan  Turkuaz  tutkusu  tutsak etmiş bizi kendine.
          Çamlar arasında Ölüdeniz küçük bir göl gibiyken kıvrıla yüksele yürüyoruz, Belceğiz plajının iğne oyasından bir dantelcesine uzanışına   kilitleniyoruz.  Durup durup fotoğraf çekiyoruz. Makiler başlıyor, Babadağ’a tırmanıyoruz. Yer yer zikzaklar çiziyor yolumuz. Güneş güzel, ayazı kesiyor. Yürüdüğümüz için de üşümüyoruz. Gölge yerlerde kırağı var. Hatta buzlar su birikintilerinde.
      Yedi yüz metrelere çıkıyoruz. Deniz büyüyor, tepeler küçülüyor. Şimdi  yorulanlar, yollara dökülenler daha sık mola istiyor. Biz de deniz seyrindeyiz. Ölüdeniz küçülüyor, yeşillikler arasında göl oluyor. Nikolas Adası tarihi kalıntıları ile ortada. Gemile koyu, Soğuksu, Darboğaz, İblis Burnu. Arkasında Kızılada,  Kapıdağ Yarımadası, Göcek adaları… Deniz deniz  deniz…  Uzanıyor Akdeniz enginlere. Biz  Babadağ’ın yalçın kayalarına tırmanırken deniz tutkumuz depreşiyor. Atlasak mı aşağıya.  Önümüzde,   dilimizde, zihnimizde  deniz. Deniz mi olsak… :
Denizin üstünde ala bulut
yüzünde gümüş gemi
içinde sarı balık
dibinde mavi yosun
kıyıda bir çıplak adam
durmuş düşünür.

Bulut mu olsam,
gemi mi yoksa?
Balık mı olsam,
yosun mu yoksa?..
Ne o, ne o, ne o.
Deniz olunmalı, oğlum,
bulutuyla, gemisiyle, balığıyla, yosunuyla.”
 Sonra  “DENİZ” olmaya karar veriyorum. Alabildiğine mavi, alabildiğine özgür, alabildiğine engin…
      Tırmanış bitiyor, Kozağaç Köyü’ne yöneliyoruz. Aşağıda Kıdrak’ın yalçın kayalıkları.  Deniz manzarası eşsiz. Birkaç ev ve doğal yapıyı acımasızca katleden taş, beton birkaç yapı. Geçen seneden başlayan yapılar biraz daha tamamlanmış, insan yok.
            Orman yolu ile devam ediyoruz. Deniz güneşin eğilmesi ile ışıklanmış, gümüşlenmiş …  Yemek molası ardından kayalıklar kırk haramiler gibi önümüzü kestiyor, şaşıyoruz.  Kozağaç köyünde çocuklar çok şanslı. Çayır çimende koşturduklarını doğa ile iç içe yaşadıklarını görüyoruz.. Okula gittiklerini söylüyorlar. Derslerine iyi çalışıp öğretmen olacaklarına dair söz alıyor, onları özgür yaşamları ile baş başa bırakıyoruz.
           Zorlu bir inişteyiz şimdi. Kirme köyünde yüzyıllık zeytin ağaçlarına baktıkça kalıcılığı daha bir kutsuyorum. Mehmet amca’ya konuk olmayı unutmuyoruz. Şerife Ninemle doksan seneden daha çok yaşamanın keyfindeler. Üzümlerinden ikram ediyorlar. Dalında daha üzümler.
           Geçen hafta esen rüzgar çam ağaçlarını devirmiş, koca koca dallar kırmış, her yere çam kozalakları dökmüş. Doğal budama olmuş.
            Uçurumlardan atlarcasına iniyoruz denize doğru. Kelebekler Vadisi’nin tepesindeyiz. Gün boyu bir yanımız dağ, bir yanımız deniz yürüdük. Faralya’ya iniyoruz. Dolmuşlar bekliyor, yorgunluk çayımızı da içmeliyiz deniz seyriyle.  Yol kıyısında yazın canlı tesisler ıssız kalmış. Bize açıyorlar sofralarını. Demlenmiş sıcacık çaylar kahkahalarımıza karışıyor. Sağ olun dostlar. Haftaya  yine yine yine yürüyeceğiz… Atiyr KAÇAR.
           

  

          

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder