30 Eylül 2013 Pazartesi

TELMESSOS  DAĞCILIK  GRUBU  YÜRÜYÜŞLERİ  BAŞLADI

DAĞ ve DENİZ SEYRİ

(Afkule – Darboğaz Parkuru,29 Eylül 2013)
            Yeni sezonumuz başladı. Telmessos dağcılık dostları  buluştu. Yürümeyi mi, doğayı mı, birbirimizi mi özledik, ayrımında değilim. Biliyorum ki dağlar çekiyor bizi-beni
            Sağlık için, dinginlik için, sevdiğim için yürüyorum. Ortak bulduğum için grubumu da çok seviyorum.
            Sabahın dinginliğini yaşıyor Fethiye kordonu. Toplanıyoruz yavaştan kaymakamlık önünde.  8.30’da hareket ediyoruz. Debboy’dan  çıkıyoruz Kayaköy’e .  Çınar altında  kahvede mola . Sabah çayını, kapıdaki kuyu çıkrığını, çınardaki baykuşu da özledik. Kuruluyoruz masalara ,  sabah çayına çıtır simitleri ortak ediyoruz. Sabah serinliği de devam ediyor. Yürüyüş için ideal bir hava. Biniyoruz servisimize, Afkule - Gemile yol ayırımında toplu fotoğraf çekilerek başlıyoruz yürüyüşe.
           Çam ağaçları ile gölgelenmiş Afkule yolu. Toprak  da  suya ve bize hasret kalmış, kupkuru. Doğa meyveye dönmüş. Çitlembikler kızarmakta dallarda. Pıynar pelitleri yeşil yeşil . Yeşil sarıya dönmeye hazırlanıyor. Taşlar boş, zemin kaygan ;  dikkatli olmalıyız. Otlar, çiçekler kupkuru  yerlerde. Yenilenmeyi bekliyor, biz de yenileyeceğiz  kendimizi.
             Afkule tepesinde  Akdeniz çıkıyor karşımıza laciverte kesmiş engin sularıyla. Seval: “Ben inmeyeceğim aşağıya” diyor. Özer de eşlik ediyor ona. Afkuleye iniyoruz, kuleye çıkıyoruz. Ah Akdeniz, ne enginsin, çekicisin; seyre doyum olmuyor... Sarnıça kadar iniyoruz. Kaya sarkıtlarında su yok, yağmurlar başlamalı. Hayvanlar için fıçılara su koymuş çobanlar.
             “Afkule  manastırı  Hagios Elefterios denilen bir keşiş tarafından kayaların oyulmasıyla yapılmış. Keşisin hayatının sıkıntı içerisinde geçtiği ve burada da çok çile çektiğinden bahsedilir. Keşişin ölümünden sonra tek katlı olan bu manastır üzerine bir kat ilave edilip, sarnıcı da  büyütülmüş. Kimine göre bu manastırda Hz. İsa yıllarca saklanmıştır, kimine göre ise papazlar bu manastırda inzivaya çekilip af dilerlermiş. Denizden 400 metre yüksekliği, yapım tarihi tam olarak bilinmemekle birlikte binlerce yıllık geçmişi, 2 katlı tarihi taş yapısı, yanı başındaki tarihi şapel ve yağmur sularının toplanması için yapılan sarnıcıyla hayranlık uyandıran bu yapı  eşsiz deniz manzarasıyla ziyaretçilerini bekliyor.”

          Deniz keyfini  doyasıya yaşamak istercesine seyre dalıyoruz. Yaklaşık beş kilometre yürüyüşle  Darboğaz’a ulaşacağız. Manzara eşsiz. Maviler ebrulanıyor,  dalga dalga lacivertlere dönüyor. Deniz engin, deniz sonsuz, deniz çağırıyor bizi. Atlasak  dalacağız  mavilere, iştahımızı  Darboğaza saklıyoruz.                                                          İblis Burnuna  uzanan dağlarla  yelkenlere selamla yürüyoruz. Kuru kekiklerin adaçaylarının keskin kokuları çevremizde. Aromaların en yoğun dönemi olduğunu bildiğimiz için birer demet çay, biraz da kekik topluyoruz. Kış hazırlığımızı da yapalım. Öğle yemeğimizi plajda yiyeceğiz.Ekip ip gibi diziyi uzattı.Serpildik dağın eteğine sahile kadar.
           Plaja  ulaşan atıyor sulara kendini. Sofra da kuruluyor bir taraftan. Kimi miz  denizde kimimiz kayalar üzerinde seyirde, keyifte.. Deniz renk cümbüşü…Önümüz  turkuaz , az ilerisi lacivert, deniz yüzeyi gümüşlü, yalbır yalbır. Karşı kıyı, ormanın  acı, koyu yeşilini yansıtıyor.  Su okşuyor bedeni. Hücreleri açıyor, tüm yorgunluğu alıyor. Yüzelim, yüzelim, yüzelim… Hüseyin Çatal’ın arkadaşı  İrina (İskoşyalı) “deniz keyifli” diyor. Bir sözcük kattı belleğine.  Denizden çıkmak istemiyoruz. Kıyıda uzandık suya, söyleşimiz güzel. Daha ne isteyelim bir güne kaç keyfi sığdırmışız…  

        Tekrar başladık yürüyüşe, teşekkürler  Yusuf Çilenger’e,  Oğuz Kolak’a ve tüm yürüyüş dostlarına. Dağlar bizi bekliyor. Atiye KAÇAR   Türk Dili ve Edebiyatı öğretmeni.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder