5 Kasım 2013 Salı

SİKLAMENLER   COŞMUŞ
TELMESSOS   DAĞCILIK  KARAAĞAÇ’TAN  KABAK KOYUNA İNDİ
         Serin, parlak bir güz güneşi ile toplanıyoruz Fethiye Kaymakamlığı önünde. Sabah serinliği ile sıcak gülüşler çarpışıyor. Telmessos Dağcılık grubu yürüyüşçüleri özlemişler bir haftada birbirlerini,  sabah çayımızı içiyor, Ölüdeniz yoluna düşüyoruz.
          Ovack’tan Ölüdeniz’e aşıyor, Akdeniz’e belki bininci kez hayran oluyoruz. Kıvrım kıvrım Faralya yolunda   Belcekız  plajını,  çam kokulu dağları, adaları, dalga dalga ebruli Akdeniz’i seyrediyoruz. Gözlerimizi   Rodos adasına kadar uzatıyoruz. Kelebekler Vadi’sinin yalçın kayalıkları tepesinden Karaağaç yoluna sapıyoruz. Yükseldikçe Babadağ yamaçlarına, yalçın kayalar koynunda parlayan çam ağaçları arasından yine Akdeniz’e hayran oluyoruz.
           Kirme köyünün evleri arkalarını sağlam kayalara dayamış, gözlerini denize dikmiş. Damlarda  denize karşı orman seyriyle çay içtiğimizi varsayıyor, sonbaharı yaşayan bahçeleri geride bırakıyoruz. Bin iki yüz metre yüksekte bırakıyoruz servisleri. Çam ağaçları arasında kızarmaya başlayan erguvanlar var. Tohumlarını topluyor Sami, meyve bunlar, diyor?(?) Sonbahar kuruluğunu yaşayan  ovayı  da geride bırakıyor, Karaağaç köyüne tepeden iniyoruz.
              Karaağaç köyü de susuz. Toprak yağmuru bekliyor, dereler coşmak için kar gözlüyor. Kıştan sonra yemyeşil olmayı bekleyen  bahçeler kupkuru. Boz dikenler, ölemez dikenleri, çakır dikenler   arasında ot bulmaya çalışan hayvanlar görüyoruz. Karaağaç köyünün köşklü çınarı ve asırlık sedir ağacı bekliyor aynı görkemiyle. Köyün bitiminde birden deniz çıkıyor ortaya. Elhan, Zühtü’nün “satılık arsa” tabelasına gülüyor . Şimdi   İblis Burnu önümüzde. Kapıdağ yarım adası karşımızda. Rodos’a kadar adalar birbiri içine girmiş gibi. Alınca’ya doğru inişteyiz. Zaman ilerliyor, acıkıyoruz da. Denize ulaşamayacağız. Alınca’yı geçince çoban çeşmemiz var. Orada veriyoruz yemek molamızı. Ne çok acıkmışız! Paylaştıkça çoğalan soframız bir şölen oluyor. Hüseyin’in annesinin kabak kızartmasına , Özgür’ün şakşukası  meydan okuyor. Ellerine sağlık pişiricilerin. Karanfilli tarçınlı çaylarımızı da içiyor, hızla yola çıkıyoruz.
           Likya Yolu her zaman bir iki yabancı konuk ağırlar. Kabak koyu Alınca arasında yabancı yürüyüşçü daha çok. İkişerli, üçerli gruplar Kabak’tan Alınca’ya çıkıyor. Yol gölge, çam ormanı, iniş zor, toprak kuru, boş taşlar var. Çitlembikler kızarmış yeşiller arasında Yalçın kaya dipleri ürkütüyor, dik yamaçlar zorluyor. Kayalarda sarkaçlar da kupkuru, damlatmak için sularını bekliyorlar sabırsızca kışı. Deniz seviyesine indikçe tek tük çiçeklere rastlıyoruz kurumuş çam yaprakları arasında. Yabani siklamenler açmaya başlamış,  diyoruz. Heyelan taşlıkları, dere yataklarını geçiyor, şelale yol ayrımına varınca yolumuzun azaldığını biliyoruz. Bu arada asırlık keçiboynuzları çiçeğe durmuş, kuş seslerine arı uğultusu karışıyor. Esrik çarpık yürürken siklamenler kaplıyor her yeri. Öyle coşmuşlar ki, beklemeden kışı açmışlar Kabak koyuna yakın her yerde. Şimdi siklamenler üzerine konuşuyoruz.
   Halk arasında; yabani menekşe, domuz topalağı , söğecen, Meryemana Kandili, domuz soğanı, domuz turpu gibi adlar verilir.  Türkiye’de doğal yetişir, 21 tür içerir. Bunların altı tanesi sınırlı yayılış gösteren endemiktir . Özellikle yaban domuzları için iyi bir yiyecek kaynağıdır. Yumruları domuzlar tarafından kazıldığı için adı da domuzlarla birlikte konulmuştur. Tıbbi değeri olan bir bitkidir. Türkiye doğal ortamlardan  toplanan  siklamen yumrularını ihraç eden ülkeler arasında önemli  bir yere sahiptir. Taraf olduğumuz Bern Sözleşmesi gereği doğal yaşam alanlarında korumakla yükümlü olduğumuz bitkilerimiz arasındadır. Çoğunlukla Türkiye’nin kuzeyinde yetişir.
          Yabani menekşeler, derme çatma tesisler ve Özyerler’in ağaç evleri ve dalda kuş sesleri ile sahile ulaşıyoruz. Kabak Koyu’nun doğallıktan uzaklaşmasını da izliyoruz buruk bir kırıklıkla. Yapılaşma günden güne artıyor, beraberinde getirdiği kirlilikle. Üzgünüz.
            Mayosunu giyen atlıyor denize. Deniz soğumaya başlamış, kendine getiriyor yorulan tüm hücrelerimizi. Açılıyor, su sesi ve serinliği ile doluyoruz.  Dinlenmeliyiz; zorlu bir tırmanış bekliyor bizi. Dik yamaçlar ve yalçın kayalıklarla çevriliyiz. Yola çıkmak için tırmanıyoruz son gücümüzle. Mamma’nın yerine oturuyor, eşsiz deniz ve dağ seyriyle içeceklerimizi yavaş yavaş yudumluyor, dönüşümüze gün batımı romantizmini, akşam kızıllığı güzelliğini katıyoruz. Haftaya Babadağ zirveden iniş var. Atiye KAÇAR 20.10.2013  






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder