23 Aralık 2015 Çarşamba

DERMAN SENDEDİR
(NİF SANDIK-BELEN KAVAĞI-ÇENGER-KARGI YOLU, 15 km.20 12. 2015)
         Kış gelmiyor, dağlarda sonbahar, yağış yok. Fethiye Dağcılık yürüyüşçüleri dağlarda sonbaharla. Pazar sabahı yollara dökülüyoruz toplanıyoruz Eski Fethiye Lisesi karşısında, Mercan Pastanesi önünde. . Üç araba  ile çıkılıyor yollara.
        Üzümlü sabah sisi ile uykudayken geride kalıyor. Bekir Beli’ni aşıyoruz, çam ormanları arasında meşeler sonbahar yaprakları ile top top. Menekişler kızıla doğru koşuyor. Bahçeler sarı, sapsarı. Aralık ayının sonu olsa da kış yok; sonbahar, renkleri ile çoşmakta.
          Çameli yolunda Sandık’ta iniyoruz servislerimizden. Yol hazırlıkları çeşme başında ama  çeşmemizde su yok bu yıl. Kuruluk içimi yakıyor. “Dert çok,  hemdert yok yüreklerin kulakları sağır.”
            Sıralanıyoruz, başlıyoruz yürüyüşümüze Arpacık evleri gözüküyor, yavaştan. Bahçelerde yine sonbahar, kavak ağaçları dökmüş tüm yapraklarını kışa dönmüş. Biz çam ormanı içlerindeyiz bu gün.
             Arpacık aşağılarda kalıyor, Nif dağlarına yükseliyoruz. Çal Dağı çam ağaçları arasından yükseliyor batı yakamızda. Çal Dağı’nın başı kel, yalçın kayalarla dimdik, kar yok,  kış ortasındayız. “Dert çok, hemdert yok”
             Diziliyoruz patikaya yerler yumuşacık çam pürenleri ile dolu. Tırmanış zorlu, hava güzel, zihinler dolu.Bir yanda sürüpgiden savaşlar, bir yanda yollara dökülmüş insanlar. Bir yanda yakılan yıkılan evler, kentler; bir yanda apansız ölümler… Yürekler ağır, “Dert çok, hemdert yok”. Doğaya çıkıyoruz yeşertmek için umutları. Dağlar  dayanağımız olsun.
            Pazar günleri doğayı dinliyoruz. Kurda- kuşa, yağmura-çamura, toprağa- yaprağa, çiçeğe-böceğe, yosuna- kırağıya, taşa-kayaya, çalıya- çırpıya, yere- göğe, sarıya- yeşile, karaya- kızıla umutla bakıyoruz. Doğaya sığınıyoruz, güç oluyor, birlik oluyor,umut oluyor “Derman sendedir. “ diyoruz. Derman doğada, birlik, dirlik, sağlık, güzellik, paylaşım doğada. Barış, kardeşlik doğada. Dağlarımız, taşlarımız bizi bekliyor. Bir sırada, birlik içinde, renkler içinde yürüyoruz.
          Belen kavağı terk edilmiş evleri ile karşılıyor bizi. Burası yazın canlanacak. Çeşmemizin suyu az geçen yıllar göre. Yüzyıllık çınarımız orman işçilerinin yurdu olmuş. Kavağımızın dibine kurulmuş bir işçi çadırı, bir de köşk yapılmış. Nasıl kıydınız da çivi çaktınız bu ağaca?
        Belenkavağı’ndan sonra çalılıklar başlıyor. Sonbahar renklerl dansta yanımızda yöremizde. Geçen yıllarda suların aktığı dereler kuru, toprak kuru kupkuru. Yağmur bekliyor tüm canlar, canlılar. Çıntar da yok bu sene.
            Orman içinde yılkı atlarının dolaştığı düzlükler buluyoruz, tırmanış yordu ayaklarımızı. Yemek molası ile dinlenmeliyiz
           Öbek öbek yayılıyoruz çayırlara, hem doyuyor hem dinleniyoruz. Ahmet Bey’in çantasında bir ip çocukluğumuzu çağırıyor, ip atlama düzeni kuruluyor hemen. Dizilerek atlıyoruz önce, sınav oluyor sonra seri atlıyoruz. Elif, Gönül Rasih Bey Muhtarımız, Çatal atlıyor güle coşa. Doğa dermanımızı bulmuş.
           İniş daha keyifli. Çenger gözüküyor yine sonbahar renklerini harmanlayan engin ovası ile.İncir ağaçları başka sarı, narlar başka. Hele asırlık meşeler koca gövdeleri ile önümüzdeler.
        Çenger’in içine girmiyoruz, sağından bir yanımıza kızıl kiremitli, tahta balkonlu, ak badanalı evleri ile sonbahar bahçelerini, bir yanımıza güneşin gümüşlediği parlak yaprakları ile çam ormanlarını almışız. Kargı yönüne yürüyoruz. Çatallı çeşmeden sularımızı dolduruyor, yaban mersinlerini tadıyor meyve molamızı yapıyoruz. Yürüyüş uzadıkça sabrımız da zorlanıyor, servislere ulaşmak için sabırsızlanıyoruz. Dökülenler var arkalarda.
        Çenger’i arkamıza alıp son bir gayretle Kargı yoluna yöneliyoruz. Kayalıklar arasında çalılar şekilli. Bahçelerde koca zeytin ağaçları. Yorulduk , yol uzadı derken birden servislerimiz çıkıyor karşımıza. Çayımızı da hazırlamışlar odun ateşinde. Yorgunluğumuz hafifliyor, sıcak çaylarımız sıcak söyleşimize karışıyor, dönüp dağlarımıza, doğamıza “DERMAN SENDEDİR” diyorum. Dermanı bulmak umuduyla serinlemeli yürekler. Güneydoğumuzda akan kan durmalı. Yanmış, yıkılmış,delinmiş görüntülere, gencecik ölümlere dayanmaz yürekler.
         Servislerimize biniyoruz, yalçın kayalar arsından kıvrıla döne Kargı yoluna iniyoruz.Gün bir al top olmuş Fethiyemizin gurubunda batmakta yavaştan. Yeni bir güne, haftaya yeni umutlarla başlama dilekleri ile evlerimizdeyiz. 20.12.2015 Atiye KAÇAR

          
         


10 Aralık 2015 Perşembe

DAĞ ve DENİZ
(Hisarönü-Kayaköy-Ölüdeniz, 05.10.2015, mesafe 12 km.)
(Sadi Gürsoy anısına)
           Pazar sabahlarını iple çeker olduk. Dağlarımıza kavuşacağız. Yaz mevsimi pek sıkıntılı geçti. Acılar yaşandı; ölümler yaktı yürekleri. Barış çığlikları yükselmekte her tarafta, acılar yok olsun. Ölüm , şehit haberleri sıradanlaştırılıyor. Kaza haberleri sıradanlaştırıldı çoktan. “Ateş düştüğü yeri yakar” Canlarını bilinmezlere uğurlayan ocaklarda korlar tutuşur daim. Acılar çöreklenir yüreklere. Grubumuzdan sakin, saygın, sevdiğimiz bir arkadaşımızı sonsuza uğurlamak bizi de çok yaktı. Işıklar içinde uyu Sevgili SADİ GÜRSOY Öğretmenimiz Sezonumuzun ilk yürüyüşüne senin adınla başlıyoruz. Sabırlar ailene ve tüm sevenlerine…”
          Pazarın ilk ışıkları ile Hisarönü , Nikolas Park Otel’in oralarda iniyoruz servislerimizden. Hisarönü dağı  sabah güneşini saklıyor parlak çam dalları arasında. Rehberimiz Yusuf Çilener’İn açıklamalarını dinliyor, patikamıza diziliyoruz.
          Dağlar bizi bekliyor, sıklamenler de dayanmış yaz sıcaklarına, onlar da bizi bekliyor. Kurumuş çam dalları, pürçekler arasında patikamız. Pürenler de çiçekte mor mor. Hava serin , çam ormanı gölgesiyle Kayaköy’e yöneliyoruz. Uzaklarda Ovacık evleri Babadağ eteklerini zorlamakta, ormanlarımız azalıyor gittikçe.
     Su deposuna çıkıyoruz, tırmanış zorlu, deniz görme umudu taşırken Kayaköy evlerinin üstünden devam ediyoruz. Kalıntılar aynı dingin uykusunda, ovada evler canlı, yoğunlaşmakta gittikçe.
         Kayaköy de geride kalıyor, tırmanış bitsin artık, deniz görmeliyiz derken enginleşiyor önümüz. Puslu  bir gök deniz olup uzuyor önümüzde. Akdeniz tüm enginliği ile açılıyor . Soğuksu ve mersinli koyları aşağılarda . Deniz mavi, deniz zümrüt, deniz turkuaz, deniz yeşil, deniz lacivert … Gözümüz denizde, ayaklarımız yavaş ilerliyor. Rehberimiz uyarıyor, fotoğrafla kalıcılığını arttırmalıyız bu güzelliğin Eren ile Elif de bizimle ya daha bir coşkuyla kucaklıyoruz, kalıcı kılıyoruz  manzaramızı….
      Patikmızda çoğunluğu yabancı uyruklu yürüyüşçülerle karşılaşıyoruz. Dünyanın dört bir yanından gelenler yürümekte Likya Yollarını. Kayaköy’ün atlı gezgincilerine de karışıyoruz bir ara. Atlı gezginler de yabancı . Rehber önde yan binmiş  atına, oldukça güvenli kendine.
         Soğuksu’yun tepesinde yemek molamız ama çok kısa tutuyoruz molayı. Bir an önce Ölüdeniz’e inmeli atmalıyız mavilere kendimizi. Yürüyelim arkadaşlar…
              Deniz seyri ile Ölüdeniz’in üzerindeyiz. Kumburnu açılıyor, uzanıyor Faralya’ya doğru. Ufkumuz puslu mavi. Ayrım noktası silinmiş yerle göğün. Nikolas adasının arkası artık net değil. Puslar ardında gizlenmiş Gemile Koyu, Darboğaz,  İblis burnu ve  bütün adacıklar. İşte bu manzara kendimizden geçiriyor bizi.  Dağlara  vurmuşuz ya daha güçlüyüz artık. Kasımda yapılacak seçimleri, sokağa çıkma yasaklarını, gözaltıları, saldırıları, mültecileri, yerlerde sürüklenen insanlık onurunu, telef olan canları, acı yaşayan ocakları, askerimizi, polisimizi, uçup giden doları, çıkmazlarımızı konuşabiliyoruz daha bir güç alarak. Umutlarımız yitmesin.
         Deniz seyriyle yürüyüş daha bir keyifli şimdi. Sun City önünde denize kavuşuyoruz, sulara dokunabiliriz . Yakından daha bir alımlı çünkü. Denize girmek Belcekız plajında daha keyifli olacak, sabrediyoruz. Yürüyoruz…
            Akdeniz enginliğinle, maviliğinle barışı özgürlüğü, mutluluğu serp yüreklere.
             Sulardayız şimdi, Babadağ yükseliyor heybetiyle, paraşütler dökülmekte zirvesinden. Gökyüzü kartal heybetiyle uçan paraşütçülerle dolu. Sular tüm yorgunluğumuzu alıp götürsün. Tek tek bütün hücrelerimaz dinlensin. İçeceklerimizi de Kumsal Pide önünde serin Akdeniz esintisi ile yudumlayabiliriz. Toplanıyoruz tüm yürüyüşçüler çimler üstünde. Evimize dönme vakti gelmiş.
           Fethiye Dağcılık yürüyüşlerimiz başladı. Başta rehberimiz Yusuf Çilenger’e sonra servis sürücülerimize sonra da tüm yürüyüşçü dostlarımıza  keyifli bir sezon diyorum; sağ olun, var olun, birlikteliğimizin tadını çıkaralım… Atiye KAÇAR
         
       


27 Nisan 2015 Pazartesi

KUMLAR İÇİNDE
Akbel-Delikkemer- Patara (Liky Yolu) Yürüyüşü- 05.04.2015
               Pazar sabahı, parçalı bulutlu bir hava var. Yağmur yağmayacak. Geçen hafta ıslanmıştık, bu hafta  serin bir hava bekliyor bizi. Yazın kavurucu sıcakları yok görünürde. Üç servisle yollardayız yine. Özer   Bey de geliyor yürüyüşe, özlemiş yürüyüşçüler ki büyük bir yaygara ile karşılanıyoruz.
        Antalya yolundayız,  Bozyer,Gökben köyüne yöneliyoruz. Bozyer’e çıkarken Fethiye Ovası uzanıyor seraları ile şehir merkezine. Bahçelerde bahar işçiliğinde tek tük çalışanlar var. Bahar iyiden iyiye yerleşmiş, çiçek çiçek her yer. En çok da papatyalar serili  sıcacık. Domuz Ovası düzlüğüne ulaşıyoruz. Asırlık  meşelerin yoğun olduğu yer burası. Meşe ağaçları da uyanmış bahara. Görkemli duruşları ile gövermiş koca toplar. Sayıları azalıyor git gide koca meşelerimizin, yenileri yok dostlar, sahip çıkamıyoruz  ağaçlarımıza.
         Tepeyi aşıyoruz, Kabaağaç, Alaçat Köylerinde  pılıngırlar ekilmiş, nar bahçeleri yapraklanmış, ekili yeşillikler hasada dönmüş.  Antalya yoluna çıkıyoruz.  Çukur İncir’i, Yeşilköy’ü, Kınık’ı naylon ya da cam denizi seraları ile geride bırakıyor Kalkan’a   ulaşmadan  Akbel’de servislerden iniyoruz. İşaretlenmiş  Likya yoluna giriyoruz.  Denize doğru, dağa tırmanış başlıyor. Önde rehberimiz Yusuf Çilenger, her zamanki uyarılarını sıralıyor, artçımız Oğuz Kolak. Dağlar çok yüksek değil. Gevenler, çalılar, menekişlerle makilikteyiz. Çam ağaçları yok. Makiler büyülü  Akdeniz’e  uzanıyor Torosların batı ucundan? Hani biz denizi görelim diye bodur kalmıştı ya çalılar…
                 Çalılar arasında çiçekler içinde dizilmiş, kırkayak  olmuşuz. Yollardaki taş işçiliğine,  su kanalına, su kemerine  bin bir kez hayran kalıyoruz. Asırlar öncesinin tekniği ile döşenmiş su kanalı içinde yürüyoruz bazen. Kayalar özenle oyulmuş, taşlar özenle yerleştirilip sıvanmış ve yirmi iki kilometrelik bir su  yolu oluşturulmuş.  Sağ tarafımızda sera denizi Ova’nın. Sol tarafımız Akdenize uzanan makiler. Makilerde kuşkonmazlar, sığlıcanlar, pürçekler.       Yelerde türlü çiçekler. Mor mor salep çiçekleri; sarı, ak, gök ot çiçekleri, renk renk laleler, yerel dilde “karan” denilen  maki gülleri ak ak, mor mor. Her yer çiçek. Zeytin bahçeleri de çıkıyor karşımıza. Dağlarımızdan yağ damlıyor.
                 Birden uzanıyor özenle örülü taşları ile Delikkemer önümüzde. Suyu bir tepeden öbürüne taşıyan koca bir duvar. Başlangıçta beş yüz metre imiş. İki yüz elli metre kadarı ayakta şimdi. Yüz metrede de bir bölümü yıkılmış. Yıkıntısını fark ettirmeden yay gibi uzanmakta. Suyu taşıyan kanala şaşmamak elde değil. Yüzyıllar öncesinin tekniği ile koca kayalar ince ince işlenmiş, oyulmuş birbirini tamamlayan boru şekline getirilmiş. Özel tekniklerle de sıvanıp suyun akışı sağlanmış. Kaç deprem gördü, kaç sel suyuna meydan okudu, kaç savaş geçirdi? Koca  koca taş blokların işlenip yerleşmesinde kaç insan emeği, yüreği, canı var kimbilir. Yerlerde ortası delik koca taşlar var bir iki. Onların iç içe yerleştirilmiş  halleri su ile umut taşıyor yüzyılların ötesinden. Kanal İslamlar(Bodamya)’daki ana kaynaktan başlıyor. Su yer  yer açık kanallardan geçiyor, Patara’ya ulaşıyor Delikkemer  önünde toplanıyor an’ın  değerini sonsuzluğa ulaştırma çabası ile toplu fotoğraf çekiliyoruz bağırış çığırış.
             Tarihle yolculuk ederken   Koreli yürüyüşçülerle karşılaşıyoruz. Sekiz- on  kadın yürüyüşçü var. Yarım  yarım dille konuşuyoruz  onlarla. Antalya’dan yola çıkmışlar Likya yolunu yürüyorlar.   Bu yollarda her zaman yürüyüşçülerle karşılaşabilirsiniz. Kimi zaman tek tük, kimi zaman grup grup. Yabancılar yürüyor en çok. Bu da üzüyor doğal ki beni. Bu güzellikleri öncelikle bizim  insanımız  yaşamalı.
              Yerler nemli ya baharın bereketi de var. Göbek buluyor birkaç kişi. Otlar toplanıyor. Önce sarıot, körmen, devetabanı. Seval otbilicimiz Arife ile. Şevket-i Bostan’ı tanımaya çalışıyoruz bir de. Yolumuz devam ediyor, artçımız Oğuz Bey: Sorun yok, devam edelim, diyor. Hava serin, tepede esinti başlıyor birden. Deniz tüm enginliği ile önümüzde. Denizi gören koca sarı papatyalar açmış burada. Her yer koca papatya. Sonra çayırlar sarı yonca çiçekleri ile dolu.  Arapsaçı da buluyoruz birer demet. Aşağılarda Patara  Antik kent gözüküyor tüm yapıları ile. Önce kuşbakışı görüyoruz tiyatroyu, Meclis binasını. Daha ayrıntılı bakıyoruz , Zafer Kemeri , Hamam, Zafer Yolu , Hurmalık ve mezarlar seçiliyor tek tek. Fener tepeciğin ardında.
“Patara Likya birliğinin üç oy hakkına sahip altı kentinden biri ve belki de en önemlisidir. Likya birliği toplantıları bu kentte bulunan birliğin meclis binasında yapılır. Hititçe'de Patar, Likya dilinde Pttara olarak anılan kentin MÖ 8. yüzyılda var olduğu yapılan kazılar sonucu ele geçen somut verilerle kesinleşmiştir . İskender'in kuşattığı kentler arasında yer aldığı bilinir. Roma döneminde de çok önemli bir kent olmuş ve Likya eyaletlerinin başkentliğini yapmıştır. Patara limanı, hububat deposu ve sevki açısından önem taşımıştır, Akdenizde bulunan üç hububat deposundan biri (Granarium) burada bulunmaktadır. Bizans döneminde de gelişmesini sürdüren kent, hıristiyanlarca da önemli sayılmıştır. 400 metre genişliğinde ve 1600 metre derinliğindeki Patara limanının kumla dolmaya başlaması  Patara’nın giderek önemini yitirmesine neden olur. Rüzgarın savurduğu kumlar kenti de büyük ölçüde örter. Son yıllarda yapılan arkeolojik kazılarla kent, üzerini örten kumlarından  arınmaya başlamıştır.     Gelemiş köyünden 2 km sonra yol kenarında  kalıntıların en görkemlilerinden Roma Zafer Takı görülür. M.S. 1. yüzyıl sonlarında yaptırılmıştır. Tepeye doğru  Bizans bazilikası ve kutsal alanlar bulunmaktadır. Tiyatro tepenin yamacındadır. Tiyatronun yaslandığı tepede büyük bir sarnıç ile bir anıt mezar bulunmaktadır. Eski liman şimdi sulak alan durumundadır.
           Yürüyüşçülerin bir bölümü kent kalıntılarını geziyor, tiyatroda basamaklarda zıplıyor.  Bir grup da  kumlara yürüyor. Patara denizi ve kumları ile özel bir yer. Kumlar tane tane , rüzgarla öyle çarpar ki ayaklara... Biraz da doğal yapıya bakıyoruz.
           Patara ve xanhtos’un  liman kent olması önemlidir. Eşençay’ın yan kolları  Söğütlüdere’den akan Akçay ile Kemerdeki Akçay(Örençayı)’daki taşların aşınması Patara’nın kumlarını oluşturuyor. Asırlarca taşınan kumlar önce Ova, Kumluova, Karaköy ve Karadereyi oluşturur. Ovadaki göl de Eşençay’ın  beslediği su. Zamanla suyun önü dolar, lagün göl oluşur. Yüzyıllar sonra göl zamanla yer yer de kanallar açılarak  kurutulur. Denize taşınan kumlar güney-batıdan esen rüzgarın etkisi ile kıyıya taşınır.Rodos Adası’ndan gelen  rüzgarlar kumları taşır, geniş bir sığ alan oluşur. Sığ alandan taşınan kumlar sahilde kum dalgaları oluşturur. Taşınma sürer de sürer. Kumlar tepeyi zorlar yıllar içinde antik kentin büyük bölümünü de kumlara gömer. Geniş bir alan çöl kumlarını andırır. Eşençay  denize kum taşımaya , rüzgar da kumları kıyıya atmaya devam ededursun biz yollara düşüyoruz.

                 Gelemiş(Patara) merkezde  çaylarımızla dinleniyouz. Uzun, keyifli bir yürüyüş sonrası mahmurlukla şakalşıyor, bize takılan köpeklerimizi de bisküvitlerle besliyoruz. Servislerde eğlence devam ediyor. Yolunuz uzun çünkü. Karanlıkla evlerimizdeyiz. Atiye KAÇAR

1 Nisan 2015 Çarşamba

BAHAR  BEREKETİ
 (Dalyan-Kaunos- Çandır- Ekincik-Sultaniye Kaplıcaları – 9 km.31.03.2015)
                    Hava yağmurlu. Geceden yağmadı, sabah başlıyor hafiften. Yağmur bereketli bu sene. Bahar bereketi de eklenmiş pazara, keyifli bir gün olacak. Fethiye Dağcılık yürüyüşçüleri  iki minibüsle çıkıyor yola.  Yanıklara doğrulduğumuzda önümüzdeki bulutlar korkutuyor: yağmur yüklü bulutlar.
       Tarihi, yeşili ve maviyi özel bir uyumla birleştiren Dalyan’dan başlayacağız yürüyüşe. Saat dokuz buçukta Dalyan’dayız. Yağmur da bekliyoruz ya acele ediyoruz. Hemen tekne-dolmuşlara yöneliyoruz. Milas’tan konuklarımız da  var , Ortaca’da katıldılar grubumuza.
               Dalyan kanallarında  karşı kayalara oyulmuş kral mezarlerını seyirle yola çıkıyoruz. Yağmur başlamak üzere.    Kanallar sazlıklarla işlenmiş, ağaçlar çiçeklerle süslenmiş. bahçeler Bodrum papatyaları ile renklenmiş.Yerler sulu ; yeşil , sarı , beyaz, mor çiçeklerle bezeli her yer. Karşılarda kayalara oyulmuş anıt mezarlar karşılıklı. Pürçekler topluyoruz, kuşkonmazlar buluyoruz . Her yerde bahar var bereketiyle. Bulutlar yoğun, yağmur yüklü. Çok yağmıyor, çisil çisil serinletiyor yürekleri, Doğa pırıl pırıl,dağlar dumanlı, gizemli. Kaunus Antik kentine yöneliyoruz.        
                  Muğla'nın güneyindeki düzlüklerden başlayıp, Muğla ile Antalya arasındaki dağlara kadar uzanan sahil şeridi, Kaunos'un egemenliği altındaymış. Bu bölgenin tamamında Kaunos'un tapınak türü kaya mezarları var. Kaunos'a adını veren hüzünlü bir aşk öyküsüdür. “Yunan mitolojisine göre, tanrıların tanrısı Zeus, Menderes Nehri kıyısında Tanrıça Leto'yu hamile bırakır. Tanrıça Leto'nun ikizleri olur: Apollon ve Artemis. Apollon'un oğlu Miletos,  Milet kentini kurar, ülkesini genişletir, ülkesine ” Karya”  adını verir. Karya Kralı Miletos'un da ikizleri olur. Erkeğe Kaunos, kıza Byblis adı verilir. Büyüdüklerinde Byblis, erkek ikizine aşık olur. Bu aşk, kardeş sevgisinin çok ötesindedir. Kız kardeşinin yasak aşkına karşılık vermeyen Kaunos, yanına dostlarını alarak ülkesini terk eder, şimdi kendi adıyla anılan yerde yaşamaya karar verir. Kaunos'un gidişine üzülen Byblis, o kadar çok gözyaşı döker ki, hala Dalyan'da akan ve “Calbis”  adı verilen pınarlar, o gözyaşlarından oluşmuştur. Hasrete dayanamayacak hale gelen Byblis, sonunda kendini bir kayadan aşağı atar.”  Bu mitolojik efsane Anadolu'da varlığını sürdürür pek çok yerde akrabalar arası aşklardan hala 'Kaunoş aşkı' diye söz edilmektedir
          Kaunos  kalıntılarını Dalyan seyri ile dolaşıyoruz. Kaleyi  geride bırakıyor, efsaneleri düş gücümüzle tamamlıyoruz.Yağmur çiseliyor, rengarenk yağmurluklarla yollardayız.  Biz yükseldikçe Dalyan uzanıyor.  Tepeler arasında gizlenmiş  İztuzu  Plajı, sazlıklar arasında su kanalları . Bir ucu Köyceğiz gölüne uzanan bu tanrıçalar vadisinde karşıda Pan ve Kızlan dağları .  Biz  Çandır’a yöneliyoruz.  Çandır şanslı,tüm evler dağın eteklerine serpilmiş, boydan boya uzanan Dalyan’ı izleyebiliyor. Çandır’ı yağmurun yalnızlaştırdığı sokakları ile geride bırakıyoruz. Orman yolundayız artık, tamamen yeşiller, incilenen çam ağaçları arasında.  Zeytinlikler  yalnız şimdi bahar bereketiyle. Geçen sene öğrenmiştim yöre halkından buralara “Çalıçukuru” dendiğini. Zeytin toplamak için yapılan derme çatma bağ çadırları boş şimdi
             Azra Erhat’ın , Türkiye’de benzer isimli 20 civarında dağ bulunduğunu söylediği Olympos (Ölemez) dağına  zorlu bir tırmanışa başlıyoruz.  Çam ağaçları keskin yeşil , yapraklar damlacıklarla yüklü. Ege denizi uzanıyor dallar arasında. Deniz koyu kurşun ağırlığında, yağmur çişil çisil…   Yağmurda yürümek, yağmurda  yolculuk, yağmura camdan bakmak, yağmurda ıslanmak,  su damlalarını izlemek. Duygular coşuyor, geride bırakılanlar, güzel ülkemde yaşananlar, biraz acı,  biraz buruk, biraz esrik, biraz coşkun belleklere koşuyor. Yağmuru izleyin, kendinizle baş başa kalın...
               Sümbül Baba doruğunu  aşıyor, Ekincik Köyüne ve koyuna salınıyoruz. İnişimiz de keyifli toprak  ıslak, yumuşak. Söylenceleri arıyorum belleklerde. Tarihle yeşil iç içe burada. Kalıntılar sonsuzluğu, kalıcılığı ölemezliği ansıtıyor. Bir de türkü çığırmaya başlıyoruz, yürüyüş daha bir şenleniyor.
              Ölemez Dağı’nın    güney yüzünde Kaunos Tapınağı ; kuzey yüzünde Leto Termali (Sultaniye kaplıcası) var. Buralar Günlük ağaçları, bıldırcın, arı, kuzugöbeği mantarı yeri. Göbek  mantarı öyküleri dolaşıyor dillerde. Herkes göbek toplamalı bu mevsimde.  Apollon’un  kehanet merkezlerinden birinin de Köyceğiz Gölü’nün güneyinde, termalin önündeki durgun suda gömülen batık adalarda olduğu söyleniyor…  Söylencelere göre  Afrodite, Kaunos dolaylarında iskele rıhtım pazarından Olympos’a çıkar, hamakta sallanır siestasını yaparmış. Yine söylencelere göre  bilge , ozan Apollon   İztuzu taraflarında doğmuş.  Kardeşi bereket tanrıçası Artemis , Dionysos ve ötekiler de. Hepsi bu üç dağın arasındaki görkemli hamakta sallanırlarmış. Sonra yere iner Orientalis (günlük)  ağaçlarının reçinelerinden sağaltılan kremlerle vücutlarını ovarlar sonra da göbek mantarı yerlermiş. Enerjilerini harcamak için Dalaman Çayı’na raftinge , sağlıklarını korumak için de Olympos kıyısına, kaplıcalara giderlermiş.Burası çok yönlü söylencelerin anlatıldığı  bir vadi.
              Ekincik Koyu köpüklü, ince uzun kumsalıyla yaklaşıyor git gide. Denizin uğultusu, ak köpüklerin kıyıya yaslanışı aşağılarda. Bir yanımızda dikenli tel oluyor . Denizin kıyısına saklanmaya çalışan bir yapı. Deniz parsellenmiş, yat limancığı yapılmış. Geçen sene bizi çamur içinde bırakan yol açma çalışmasının bu tesisler için yapıldığını anlıyoruz. Patikamızdan evrilen yol çamur değil şimdi. Denize  inat birden yükselen kayaların önünden, bahçeler arasından geçiyoruz.   Adını bilemediğimiz mor çiçekler ekleniyor bahar bereketine. Çiçekler türkü oluyor dillerde.
                 Ekincik yalnızlığında servislere  biniyoruz. Sakin evleri geride bırakıyoruz. Levhaları takiple kaplıcaların yolunu tutuyoruz.  Köyceğiz Gölü’nün kıyıcığında iniyoruz. Sultaniye kaplıcaları kükürt kokusuyla karşılıyor. Tamirat var kaplıcalarda. Havuzda sıcak su keyfinde önden gidenler. Yağmur çiseliyor, Su sıcak; dışarısı soğuk. Göl kıyısındayız. Deniz kurşun, gök kurşun. Efsanelerle zengin büyülü bir hava. Dinlenmedeyiz. Dışarısı kaç derece olursa olsun su 39 derece. Önce sıcak geliyor, hafiften yakıyor vücutları. Sonra alışılıyor sıcaklığa ve kükürt yumuşaklığı tüm iliklere  işliyor.
              Köyceğiz Gölü doğal bir kanalla denize  bağlanan ayaklı göl. Tatlı su gölü. Nesli tükenmekte olan Nil Kaplumbağalarının  yaşam yeri. Toplamı elli iki kilometre  kare.  Sultaniye Kaplıcaları da Kaunoslar zamanında kullanılmaya başlamış. Bizanslılar tarafından da konaklama yerleri yapılmış. Şifa dağıtan bir yer. Ancak bu döneme ilişkin yapılar sular altında kalmış.
           Şimdi gümüşlü suları ile göl kıyısının tadını çıkarmalıyız. Suya girenlerden buharlar çıkıyor. Yağmurda,  soğukta, sıcakta suya girilen kaplıcadan yararlanmak için bir en az on gün kalmak gerekiyor, bir kür 21 gün sürüyor.                                              
                 Yolumuz uzun, saatlerin geri alınması günümüzü, gündüzümüzü bir saat daha uzatsa da evlerimize dönme zamanı. Servislerde gün yavaştan akşama dönerken deniz, tarih ve dağlar geride kalıyor. Tatlı yorgunlukla gün bitiyor.       Atiye KAÇAR 
          

k

27 Mart 2015 Cuma

HER YER BAHAR
(Likya yolu: Yediburunlar – Bel Mahallesi – Dodurga Parkuru 22.03.2015)
            Havada bahar kokusu var bu pazar sabahı  . Çiçekler bahçede, balkonda, ağçta, taşta . Yollardayız biz yine. Sekiz buçukta toplanıyoruz. Sayımız artmış, dört minibüsle çıkıyoruz yola.
             Bahar kokusu şehir içinde kalıyor, Esenköy’den Gökben yoluna sapıyoruz. Fethiye ovası seraları ve beton yapıları ile geride uzanırken  zeytin bahçeleri içinde tepeye yol alıyoruz. Her yer  çiçek olmuş. Badem ağaçlarının müjdelediği bahar tamamen yerleşmiş baş köşemize. Erik, kayısı, armut ve kiraz ağaçları çiçeğe durmuş. Yerler yeşiller içinde silme papatya; papatyalar arasında sarı kırmızı mor çiçekler, gelincikler. Bir an önce yere basmalıyız.
       Top meşeleri ile Domuz Ovasını geride bırakıyor, Alaçat köyünden Eşen yoluna yöneliyoruz. Bütün bahçeler yaza hazırlanıyor. Ekinler yeşermiş, kavun karpuz ve fasülyeler ekilmiş naylonlar altına. Bahçelerde insanlar tatlı telaşlarında. Dodurga Makasından mahallelere doğruluyoruz.    Dereboğazı, Boğaziçi ve Avlan Mahallelerini geçiyoruz. Dağlarda makiler ,makiler arasında sarı çiçekleri ile azanlar, sütleğenler; daha yükseklerde  koyu yeşil yaprakları, tomurcuklanan çiçekleri ile  sandal ağaçları, kızıl gövdelerini saklanmış yeşiller içine: Her yer bahar! Sonra birden sağ tarafımız puslu deniz oluyor.  Dağlar yol bulmuş denize uzanmış, deniz yol açmış karaya sokulmuş. Engin mavilik yeşille sarmaş dolaş. Gey Mahallesini de geçiyoruz, Yediburunlar mahallesinde iniyoruz servislerden.
            Bir kalabalık, düğün evi yol kenarında, selamlaşıyoruz, konuk oluyoruz içten davete  duyarsız kalamayız. Kazanlarda keşkek ve yemekler. Teyzelerimiz koşuyor hemen ellerinde çanaklar, ikram başlıyor. Köyüm, köylüm cömert, inanıyor ki paylaşılınca lokmalar mutluluk katlanacak. Sevgi dağıtılacak gönüllere. Damadımızı alıyoruz yanımıza, gelinimiz de gelmiş, dernekleri- düğünlerini birlikte yapıyorlar. Kaçmışlar geçen hafta, oğlan evi de geleneğe uygun düğünde. Yaşlarını soruyorum hemen kaçma eylemini duyunca. Çocuk  gelinler, çocuk damatlar; en çok da kocaman adamlarla evlendirilen çocuk gelinler için yanmasın yürekler. Kanayan yaramız depreşmesin. Yirmi bir yaşındalarmış, seviniyor, mutluluklar diyor sonsuzca kutluyoruz. Haydi, diyor rehberimiz Yusuf Çilengir Bey, sıralanıyoruz Bel Mahallesi yönüne gidiyoruz, tabelada 6 km yazıyor. Likya Yolu yürüyeceğiz bugün.
               Likya Yolu Fethiye’den başlayarak Antalya’ya kadar uzanan ve antik kentler arası ulaşımın sağlandığı yol. Dünyanın en iyi 10 uzun mesafe yürüyüş rotasından biri olarak gösteriliyor.  Yol üzerindeki yerleşim yerlerinde,  konaklama olanağı  var.  Likya Yolu’nun birinci bölümünde  Faralya  (Uzunyurt)  Köyü,  Dodurga Köyü, SdymaPınara  Letoon – Xanthos  kentleri ve  Patara yer alıyor. İkinci bölümünde Kaş’tan Antalya’ya uzanan  Antiphellos -  Apollonia - Simena-  Myra -  Limyra- Rhodiapolis- Gagai- Melanippe – Gelidonia – Edrassa -  OlymposChimaera  ve Phaselis kentleri bulunuyor. Yolun birinci bölümündeyiz, Dodurga Köyü, Sdyma Antik kentine ulaşacağız,
                Tarlalar arasında patikadayız. Her yer çiçek, önce papatyalar, sonra minik minik, renk renk çiçekler. Yurdumun  adsız ve kokusu eşsiz çiçekleri. Tarlalar bitiyor, dağlara geliyoruz. Dağlarda keçiler, baharla oğlak sesleri, çobanlar… Öyle güzel set yapmış ki yöre insanımız, kademe kademe düzeltilmiş toprak. Dağlar içinde yol yapılmış, ekim için yer açılmış birer karış.  Birden engin Akdeniz uzanıyor. Önümüzde iç içe geçmiş vadiler, sağımız deniz deniz deniz… İnişteyiz, yürüyüş zor, patikada boş taşlar kayıyor; dikkatli olmalıyız. Yan yan basarak yürüyünüz. Karşımızda uzakta tepeler arasında  bir iki evi ile Bel Mahallesi gözüküyor;  yolumuz zorlu, manzaramız eşsiz. Aşağıda deniz, denize uzanan burunlarla kıvrım kıvrım kıyılar. Sular bir yeşil bir mavi oluyor köpüklerle, sonra Akdeniz turkuazı açılıyor enginlere.. Sular çekici, atlasak denizdeyiz. Ayağımız kaysa yuvarlana döne yine denizdeyiz. Yineliyorum, “Yavaş, dikkatli yürüyün dostlar, yan basın,  taş yuvarlamayın”
          Yol uzuyor, Torosların eteklerinde kıvrım kıvrım ilerliyoruz. Karşı yamaçlarda seslerimiz yankılanıyor. Kuş seslerine karışıyor haykırışlarımız. Molamızı asırlık değil üç asırlık zeytin ağaçlarımızla veriyoruz. Kalıcılığın, yıllara meydan okumanın , geleceğe taşınmanın tutkusunu yaşıyorum koca zeytin ağaçlarıyla. Gövdeye sarılıyor, dallara çıkıyor, ağaçla bütünleşme, ağacı sarıp sarmalama güdüsü ile coşuyorum. Usumda koruymadığımız, kestirdiğimiz zeytin ağaçlarının ince yası var. Yırca köyüne de selam gönderiyorum gönlümce.
           Bel Mahallesi, yeşilleri içinde yaşadığı baharla karşılıyor bizi. Artık dost olup dost saydığımız köylülerimizle de halleşip  Sydma yönüne dönüyoruz. Arkamızda  yine set set işlenmiş yeşiller içinde tepecik, sağımızda solumuzda papatyalar gülen yüzleri ile… Molamız var şimdi yemek için. Tırmanış sonlandı ya mutlu ayaklarımız . Çam ağaçları uğultusu, kuş sesleri ve dost sevgisiyle  öğle yemeğimizdeyiz.

             Orman içine dalıyoruz. Patikamız yosunlarla süslü kayalıkların arasından devam ediyor. Koyun çobanları doğanın gürbüzlüğünü yaşatıyor. Yer yer orman yolu yer yer patika ile Dodurga’nın sivri tepesi eşlik ediyor bize.  Çiçekler çiçekler çiçekler ile Dodurga köy meydandayız. Yayılıyoruz artık. yorgunluk çayı yudumlayanlar ve antik kenti gezenler.
              Sydma antik kentinde , Roma Döneminden günümüze ulaşan tapınak, stoa, tiyatro, hamam, kilise ve gözetleme kulesi kalıntıları var. Tarihsel kaynaklarda kentin kuruluşuna ilişkin kesin bilgiler yok. neredeyse tamamı yıkılmış olan tiyatronun 1.600 kişilik  belirtilen kapasitesi, kentin Roma döneminde küçük ölçekli bir yerleşim olduğuna ait bir fikir veriyor.
                  İ.Ö.168/67 deki Likya Birliğini oluşturan 23 kentin içinde yer alan Sydma Günümüzde  Dodurga köylüleri ile iç içe yaşayan bir antik kentimiz. Evlerin önünde taştan yapılan zeytinyağı sıkma değirmenleri yanında kabartmalı bir taş. Bir sütun bahçede samanlık duvarı içinde. Bir lahit keçi ağılı olmuş. Duvarlarda sıvalar arasında kalıntı taş… Evler öyle zengin tarih yaşıyor. Köy evleri, bahçeleri,  tarlaları anıt mezarlar, hamam ve diğer yapılar arasında kalıyor. Antik kent yolunun defne ağaçları ve yol üzerindeki asırlık meşe ağacı beklemekte.
              Ben kilim dokuyan teyzemi arıyorum. Teyzem  yaşlanmış kilim ağacını kaldırmış. Gelini ile söyleşiyoruz. Sonra  kent kalıntılarına yürüyorum. Papatyalar yol kesiyor, papatyalar arasında kırmızı laleler… Uzanıyoruz çiçekler içine çiçek oluyoruz.: Her yer bahar!
              Köy meydanına toplanalım artık, Teyzemin biri tezgahında dokuduğu kilimleri, oyaladığı tülbentleri ve defne ağaçlarından yaptıkları tahta kaşıkları sergileyivermiş. El işçiliği yaşamalı, birer anı alalım.
               Servislerimize dağılalım artık, yolumuz uzun. Seydikemer kavşağından dönüyoruz Fethiye’ye. Bahar yürüyüşleri devam edecek. Atiye KAÇAR

4 Mart 2015 Çarşamba

KARLI DAĞLARA KARŞI
(Fethiye Dağcılık Grubu, Üzümlü-Kılıçotu-Oyuk-Zorlar yürüyüşü. 22.01.2015)
           Fethiye Dağcılık yürüyüş grubu pazar sabahlarına gün güzelliği ile merhaba, diyor. Bu pazar da saat sekiz buçukta toplanıyor, gün sıcaklığı ile selamlaşıyor. Gereksinimler tamamlanıyor, sayılar tutturuluyor. Üç minibüs ile yola çıkılıyor.
           Üzümlü sabah pusu ile uykuda. Köyü köylükten çıkaran yapıları ile yaz mevsimini bekliyor. Üzümlü, serinliği  ve merkeze yakınlığı ile gözdesi olmuş İngilizlerin ve Fethiyelilerin. Yazlıklarla dolmuş,  kahvede görülüyor köylülerimiz, sokaklarda yabancılar var.. Dokuma tezgahlarında kadınlarımız geleneği renklendirerek sürdürmeye ve bir geçim yolu sağlamaya çalışıyor. Yaz boyu açılacak sergiler için üretim yapılmalı, emek sarf edilmeli.
            Cadianda yol ayırımında iniyoruz servislerimizden, Kılıçotu Mahallesi yönüne ormana giriyoruz. Hava serin, yağmur bekleniyor. Bulutlarla esrik bir gök var. Yerler çam pürçekleri ile dolu yumuşacık. Bastıkça  zıplıyoruz sanki. Patikadan tırmanışa geçiyoruz kırkayak misali. Meyve molası çabuk geliyor  zorlanan ayaklara. Biraz nefeslenip devam, diyoruz, yolumuz uzun on beş kilometre yürüyeceğiz.
             Karlı dağlarla çevriliyiz . Önümüz yanımız yöremiz çam ağaçları, karşımız karlı dağlar. Çok şanslıyız Fethiye’de. Masmavi deniz, yemyeşil orman ve karlı dağlar iç içe.  Sol yanımızda Çal dağı meydan okuyor ak başı ile göklere. Önünde Geyran  Dağı  yoldaş Çal’a. Karşımızda Akdağların  batı ucu sıralanmakta. Ak çerçeve ufuklarda bulutlara karışık. Bulutlar gökyüzü ile yeryüzünü kaynaştırmış. Karlı dağlar karşımızda şiir oluyor, dillere türkü oluyor.
           Dağlar içinde yol buluyoruz, dağlar üstünde , çam ağaçları içinde bir düzlük.Öğle yemeği molamızda dinleneceğiz. Ateşler yakıyor, öbek öbek dağılıyoruz. Yan masa ikramları, ateşe yaklaşanların ızgaraları, termoslarda taşınan sıcak çaylar…  Keyifle bölüşülüyor lokmalar. Sonra yeni dadandığımız kahveler… Ateşler köz olunca cezveler sürülüyor ocağa. Kırk yıl hatırı olan kahve kokusu yayılıyor çam pürçekleri arasına. Haydi devam yürüyüşe…
              Kılıçotu geride kaldı, dağlar zirvesinde yol alıyoruz.  Köyler uzanmakta, Murat Çamcı  bu dağlarda geçirmiş gençliğini. Abdurrahman Ağabey sayıyor. Solumuzda Sazak, Ortaköy, Paşalı Torosların eteklerinde sıralı. Sağımızda Girmeler, Kadıköy, Saklıkent , Yakaköy serpilmiş.Oyuk bahçeleri sıralanmakta.Aralarda bahar coşkusu badem ağaçları ak çiçekte. Çam ormanı tutsak etmiş kendine bizi. Mantar, çıntar, göbek arayanlar var. Kulak buluyorlar. Kulak, kırım kıvrım top olmuş bir mantar çeşidi.
               Oyuk zeytinlerle başlıyor. Ağaçlar düzgün budanmış, bakımlı. Şeftali ağaçları da çiçekte bahçelerde.  Zeytin bahçelerinde çalışanlarla söyleşiyoruz. Budama yapanlar, yabani ot temizleyenler tatlı bir telaş içindeler .
             Bahçelerde çalışanlar ses veriyor. Biri bizim Ramazan Doğan Bey ve eşi Zekiye Hanım. Bu senenin yağmurları ile coşkun akan dere kenarında zeytinlikleri. Pazar gününü değerlendirip bahçeyi şenlendiriyorlar. Çallı Dere diyor önünde söğüt ağaçları arasında kıvrılıp giden dereye. Sularımızın bolluğu kuraklık korkusunu öteledi kaygılı yüreklerde. Çoban çeşmelerimiz de akıyor. Molamızı veriyor, bir yudum sularımızı içiyoruz. Klorsuz kaynaktan çıkan tatlı sulardan şişelerimizi de dolduruyoruz. Necla :”Akşam çay yapacağım bu su ile.” diyor.
             Yollarda da traktörler karşıcı. Kiminde pulluk takılı, çift sürecek.  Kimi kasa ile budanan zeytin dallarını taşıyor. Köyümüzde ben de traktör kullanan biri olarak heyecanla yol kesiyorum;  traktöre atlıyor, yol alıyorum biraz. Sonra traktörü yoluna bırakıyorum. İniş devam ediyor. Ayaklar yoruldu, gözler servislerde.
        Fethiye ovasını sulayan kanal dolu dolu akıyor.  Suyun çekiciliğine dayanamıyor, fotoğraf çekiliyoruz. Servislerin de geldiğini görmüyoruz.
               Şimdi güzel yurdum insanı haberlerini  söyleşmeye başlıyoruz.Yorgunluk kokusu siniyor dolmuşlara. Mutlu  mutlu düşüyoruz  yollara. Haftaya yine görüşme dilekleri uçuşuyor. Atiye KAÇAR


YER DEMİR GÖK BAKIR
(Darboğaz- İblisburnu Yürüyüşü, 01.03.2105)
            Hava yağmurlu kaç gündür. Akşamları çok yağıyor hem de. Yürüyüşe katılım az olur diye düşünüyorum da öyle değil. Dört servisle çıkılıyor yola. Debboy’dan çıkarken Fethiye uzayıp gidiyor. Geceki yağmur yumuş yıkamış tüm doğayı. Yolda  toprak kalmamış, ağaçlarda toz. Pırıl pırıl parlamakta tüm doğa. Çam ağaçlarının iğne yaprakları taşıyamıyor sularını. Damlacıklar inci olmuş uçlarda. Kayaköy   de  yağmur berraklığı ile dingin. Harabeler uykuda. Gemile yoluna devam ediyoruz. Yağmur  bol yağdı ya bu sene göl olmuş Kaya ovasının bir bölümü. Nohutlar daha lezzetli olacak bu sene .
             Darboğaz  sapağında bırakıyoruz servisleri. Sağımız solumuz çam yeşilliği; karşımızda Akdeniz maviliği laciverte kesen. Yusuf Bey önümüzde, başlıyoruz yürüyüşe. Deniz ve dağ coşkusu ile Darboğaz’a yöneliyoruz. Kıvrım kıvrım   köpüklü kıyılar dalga sesleri ve engin Akdeniz. Gemile Koyu sol yanımızda saklıyor kendini. Ölüdeniz tamamen gizlenmiş Nikola Adasının ardına.. Kıdrak kıyıları Kelebek Vadisi kayalıklarına  uzanıyor. Dimdik yükselen Babadağ ak bulutları almış zirvesine, Faralya yolu kesiyor yeşilliğini, evler serpili eteklerinde. Denizin enginliğini İblis Burnu’na uzanan, yarımada- dağ bölüyor.
               Dağı karaya bağlayan boğazda toplanıyoruz iki tarafımız deniz. ( Andrei Konchalowsky’in 1997yapımı “Odyseeia(Odesa)” filminin Türkiyede çekilen bölümleri Ölüdeniz, Darboğaz, İblis Burnu’nda geçiyor.) Filmin başında  Odyessius’un  çobanının iki katlı evinin bulunduğu yerdeyiz. Doğal güzellikler tarihle bütünleşiyor, Fotoğraf çekiliyoruz hep birlikte.  Rehberimiz yürüyüş kurallarını hatırlatıyor, düşüyor önümüze.
              Darboğaz koyuna giden yolu denize girme coşkusuyla bırakıyor dağımıza tırmanmaya başlıyoruz. Hava serin ala bulutlu, deniz mavi, orman yeşil. Durup durup fotoğraflıyor, eşsiz görünümleri kazıyoruz zihnimize. Yerler ıslak, kaygan;dikkatli olmalıyız. Çam ağaçları, sakız ağaççıkları, keçiboynuzları, pıynarlar. Sonra gevenler uzanıyor.  Bahar tüm coşkusu ile uyandırmış doğayı. Yontraşlar ak çiçek olmuş. Papatyalar gülümsemekte her yerde, çiğdemler, laleler. kekikler... Deve hörgücü heybetiyle  uzanan dağımızın ilk düzlüğünde göletlerimiz var hayvanlarımız için. İleri Darboğaz, diyoruz buraya.Meyve molamızla yayılıyoruz.. Dağımızın batı yönündeyiz artık.Papatyalar arasında deniz enginliğinde. Atlasak mı ne, bulutlar yükselmiş deniz pırıl pırıl.  Önümüzde daha küçük bir tepe var. İblis Burnu bu tepenin ucunda. Bu kez çift taraflı deniz seyrindeyiz. Sağımız On İki Adalar ve Fethiye’den  Göcek’e, solumuz Faralya’dan Kaş’a uzanıyor. Önümüzde  uzak,  çok uzakta Rodos Adası belli belirsiz. Gökyüzü ile ufuk sınırını karıştırmış; her yer deniz, her yer gökyüzü… Deniz   dalgalı, deniz mavi. Mavi dalgalarla ebruli… Moladan yararlanarak fotoğraf çekme yarışı. Herkes bu güzelliği sonsuza uzatma peşinda, kalıcı kılma derdinde… Dağdayız, kayaların tepesindeyiz, deniz aşağılarda nasıl da çağırıyor, atlasak mı ne?..
             Yontraç  çiçekleri arasında ikinci tepeciğimize yöneliyoruz. Sandal ağaçları başlıyor şimdi kızıl gövdeleri, ak çiçekleri ile. Eylül ekim aylarında dağ çileği yiyeceğiz bu ağaçlardan. Birden her yer deniz şimdi, burundayız. Kayacıkların, ağaçların arasında bulduğumuz aralıklara yayılıyor, öbekleşiyoruz. Yemek molası… Sağımız, solumuz önümüz deniz. Arkamıza bakmıyoruz artık. Yalçın kayalıkların üzerindeyiz. Deniz aşağılarda dokunamıyoruz sulara.  Karşımızda olabildiğine engin Akdeniz uzanıyor. Önümüzde aşağılarda minik bir adacık ve  bir fener gözüküyor. Kanatlansak uçarız. Dalgalar köpük köpük kıyıları dövmekte. Denizle özgürlük tutkumuzu depreştiriyor. Dünyanın en güzel doğası zıtlıkları çağırıyor usuma: “Yer Demir Gök Bakır” diyorum. 
              İblis Burnu ters akıntıları dev dalgaları ile balıkçıların korkulu rüyasıymış. Dümeni kontrol etmek de zor olurmuş burada.  Fethiye’den  Ölüdeniz’e teknelerle geçmek de bu nedenle  zordur. Hele yağışlı ve rüzgarlı havalarda bu burnu geçmek olanaksızdır. Onun için “İblis Burnu” denmiş buraya zaten. Kaptan olan yürüyüşçüler buralarda yaşadıkları maceraları anlatıyor.
          Dönüşümüz dağımızın batı yönünden. Daha dik yamacımız. Yerler nemli, ıslak, kaygan. Dikkatli olmalıyız. Sandal ağaçları ve pıynarlar, keçiboynuzu ağaçları daha çok şimdi. Sandal ağaçlarının parlak kırmızı  pürüzsüz gövdelerine dokuna, sarıla yürüyoruz. Arada durup denizin keyfini görmeliyiz. Ne çok fotoğraf çektik bu gün. Papatyalarımızdan taç da yaptık, prenses oldu kadınlarımız. Yumuşak kaymalarla başlangıç noktamıza ulaşıyoruz. Gözlerimizi denizde bırakıp piknik için kıyıya gelen konukları da selamlayıp servislerimize biniyoruz. “Yer Demir Gök Bakır” diyorum yine. Gün boyu usumda taşıdığım YAŞAR KEMAL’imizi anıyoruz.  “Işıklar içinde uyu Büyük Usta” diyoruz.
            Yer demir gök bakır, Yaşar Kemal’in bir romanını adı. Çukurovada  toprağın kuruluğunu, güneşin yakıcılığını simgeler. Deyimleşmiştir artık. Çaresizliği, korkuyu, umutsuzluğu anlatır. Kime başvurdumsa elim boş döndüm anlamında çaresizliği anlatmak için kullanılır. Çaresizliğin çaresi aydınlanmadır, bilgidir. Dünyanın okuduğu, yapıtları kırk dile çevrilen dev yazarımız Yaşar Kemal’in kitaplarını okuyalım , okuyalım ki umut olsun, yaşanılası  bir dünyamız olsun. Büyük ustamıza  kulak verelim. O Kasım 2014’te Bilgi Üniversitesi’nin kendisine “fahri doktora “ unvanı vermek için düzenlediği törene sağlık sorunları nedeniyle katılamamış gönderdiği mesajda şöyle demişti: "Bir, benim kitaplarımı okuyan katil olmasın, savaş düşmanı olsun. İki, insanın insanı sömürmesine karşı çıksın. Kimse kimseyi aşağılayamasın.  Kimse kimseyi asimile edemesin. İnsanları asimile etmeye can atan devletlere, hükümetlere olanak verilmesin."Benim kitaplarımı okuyanlar bilsinler ki, bir kültürü yok edenlerin kendi kültürleri, insanlıkları ellerinden uçmuş gitmiştir."Benim kitaplarımı okuyanlar yoksullarla birlik olsunlar, yoksulluk bütün insanlığın utancıdır. Benim kitaplarımı okuyanlar cümle kötülüklerden arınsınlar."      
      Yüz binlerin sonsuzluğa uğurladığı Dev Çınarımızı bir kitabını okuyarak uğurlayalım biz de. Işıklar içinde IŞIK olsun bize. Işıklar içinde uyusun.
        Yürüyüşümüzün yorgunluğunu  Kuyubaşı kahvesinde sıcak  çayımızla  giderme çabasındayız. Servislerde buruk yorgunlukla  iyi haftalar, diyoruz dostlarımıza. Atiye Kaçar.
         


23 Şubat 2015 Pazartesi

BAHAR COŞKUSU
(İnlice-Kızlangedik-Kertmeç-Kovançukuru .15 02.2015)
        Fethiye Dağcılık grubu yürüyüşleri yeni parkurlarla devam ediyor.Arge ekibimiz Çarşamba günleri dağlarımızı karış karış gezip yeni patikaların peşine düşüyor.Rehberimiz Yusuf Çilengir’de farklı bir kan dolaşıyor dağların dilini anlayan. Maden ocakları yollarına çıkarıyor bizi.
            İnlice yolu yağmur yoğunluğunda  bulutlar arasında. Kertmeç yol ayırımında duraklıyor servislerimiz, yok devam edeceğiz, diyor Yusuf Bey. Orman içine kurşun parlaklığında kıvrılan ince asfalt yola dönüyoruz, sonra asırlık alın teri yüklü taş döşeli maden yoluna düşüyoruz. Binlerce ayak izi yüreklerde, denize krom ulaştırmış maden işçilerinin. Yağmur beklentimiz var, yağmur yok. Yeşil daha bir koyu çam ağaçlarında. Tatlı bir esinti ile yürüyoruz. Kırk kişi varız sanırım, üç minibüsle çıkmıştık yola. Yusuf Bey tutturuyor sayıları.
          Çoban çeşmeleri kurumasın, diyorum yol kenarında yalnızlaşan eskimiş çeşmeleri görünce. “Susuz yolcu yok şimdi dağlarda” diyor ya ozanımız kuşlarımızın öksüz kaldığını atlamış. Dağlarımızda çeşmelerin suyunu hortumla yerleşim yerlerine taşıyanlar da içimi sızlatıyor. Kuşların, böceklerin, hayvanların su kaynaklarını çalıyoruz. Su bulamayan hayvanlar da boşaltıyor dağlarımızı. Yalnızlaşıyor ağaçlarımız, taşlarımız, kayalarımız, bahar yağmurları ile renklenen pıtı pıtı çiçeklerimiz. Su kaynaklarımızı heba etmenin, kişisel kullanıma almanın bedelini de biz ödüyoruz. Çok canlının nesli tehdit altında, kaynaklarımız tükeniyor. Bu sene kış yağışlı geçti, ışıl ışıl kayalar, şırıl şırıl dereler. Kuraklık korkusunu da öteledik şimdilik.
           Maden yolunda tırmandıkça yoruluyoruz. Daha sık meyve molamız bu gün. İnlice dağlarında yükseldikçe zirveye doğru, uzaklarda denizimiz kendine çekiyor bizi. Önümüzde dik kayalar harami oluyor, yol buluyoruz aralarından. Koca çam ağaçları saklıyor arada gözüküveren gök maviliğini. Taşlar yosun serinliğinde, toprak bahara durmuş. Bahar çiçekleri açıyor buruk yüreklerde. Bir Özgecan oluyoruz bir N.Ç. Toplumda gittikçe ağırlaşan dayatmacı yaşam koşullarına direnmenin gücü ile haykırmak istiyoruz dağlar dolusu. Azanlar açmaya başlamış sarı sarı. Dağlar ardında köyler uzanıyor.  Uzaklarda  yeşiller arasında köyler beliriyor. Bahçelerde badem ağaçları çiçekli bahar dallarını göstermiş özgürce. Çömen köyünü işaret ediyor Nadi Bey, diğer köyleri araştırıyor, denize yöneliyoruz. Kurşun dökülmüş adaların arasında gümüşlü sular. Sarsala’yı işaret ediyor birimiz, Katrancı Adasını, Göcek adalarını gösteriyoruz. Deniz ayrı çekici orman ayrı. Yükseldikçe madenlerin üzerinde olduğumuzun da ayrımındayız. Kayalar gevşek, yağmura dayanamayan kayalar yol kesmiş, dikiliyor önümüze. Kayaları aşıyor, aşmakla kalmıyor kayaların en tepesine çıkıp gökyüzünü kucaklıyorum.
          Kertmeç evleri yanından geçiyoruz. Bahçelerde  nergisler ve mor menekşelerimiz  katılıyor bahar şenliğimize. Kovançukuru Mahallesi koca zeytin ağaçları ile yanımızda yöremizde. Sonra zeytinler arasında papatya tarlaları. Sonra lale bahçeleri. Sonra maden ocakları yollarını gösteren levhalar. 
            Bu civarda seksenli yaşlarda kim varsa madenden emekli. Madende yaşam koşullarını konuşuyoruz. Fransızların krom işlettikleri dönemleri babalarından dinleyenlere kulak veriyoruz. Direktör Kompas’tan söz ediyorlar. 1927’den sonra  Fetmaş şirketi ile bir Fransız şirket işletmeye başlamış krom madenlerini. Fransız şirketi ayrılmış sonra Etibank var. Sonra da özelleşmiş maden ocakları. İş güvenliği, azalmış gitgide, ücretler düşmüş, yaşam daha da zorlaşmış madenlerde. Sonra göçükler, ucuz ölümler, cinayetler… Mehmet Ali Taşkın bu ocakların birinde kaldı..
          Yedi yüz metre tırmandık, iniş yormasa da zorlu. Ayak tırnaklarımız, ben de  varım, diyor. Herkes bu yorgunluktan söz ediyor. Ara sıra yüzünü gösteren güneş ağaçlarda incileniyor. Gün aşağı iniyor. İnlice evleri gözüküyor, servislerimiz bizi bekliyor.

            Bir haftalık enerji ile dönüyoruz  Fethiye’ye.Yeni parkurlarda, yine dostlarla yürüyelim. Servislerde tatlı bir yorgunluk dolaşadursun.Yol alıyoruz evlerimize. 

6 Ocak 2015 Salı

KOYLARIMIZ KÖYLERİMİZ BİZİM OLMALI
Kayaköy- Soğuksu- Ölüdeniz Yürüyüşü( 9 km)- 4 Ocak 2015
                  2015’in ilk pazarı, yollarda; yürümek, dünyanın en güzel manzarasını seyretmek, köylerimizi- koylarımızı sindire sindire dolaşmak için yollardayız. Fethiye Dağcılık yürüyüşçüleri toplanıyor, üç servisle çıkıyor Debboy’u. Fethiye uzanırken denizi ve ovayı dolduran yapılarıyla gecenin yağmuru ve sabahın pırıl pırıl güneşinin ışıltısını içen çam ormanına dalıyoruz. Betondan uzaklaşmanın sevinci yürekleri serinletiyor.
           Kayaköy ovaya yayılan evleri, yamaçlara yeyılan büyülü yapıları ile önümüzde, uykuda. Kuyubaşı’na geliyoruz. Çınarımızda baykuşumuzla söyleşiyoruz. Kışın sessizliği ile yalnızlaşmış köyümüz. Gökyüzümüz masmavi, bulutlar ince ince  serpilmiş , yağmur yok bu gün. Sabah çayımızı kahvemizde içiyoruz, Rum evleri arasından Soğuksu’ya ineceğiz.
          Aşağı Kiliseden çıkyoruz büyülü kayaköy evleri arasına. Evler masallardan çıkmış. Duvar dipleri yeşillikler, yeşiller içinde çiçekler, kekikler dolu. Lalenin en güzeli burada, papatyanın en güleni, kekiğin en kokanı burada. Yollar yüzyıllar öncesinde döşenmiş taşlarla. Daha çok korkuyorum şimdi:Bu yolların büyüsü bozulacak, evlerin gizemi dağılacak, güzelim endemik bitkilerin nesli yok olacak, beton dolacak her yer.  On birinci yüzyılda  kurulmuş, yaklaşık 25.000 kişinin yaşadığı köy, yirminci yüzyılın başına kadar varlığını sürdürmüş, şimdi yok olacak. Bizim olmayacak. Evler arasından böyle dolaşamayacağız. 
            Bugün İztuzu Plajı da ayakta. Satılıyor koylarımız, köylerimiz. Sularımız HES’lerle ;  koylarımız, köylerimiz turizme açılarak elimizden alınıyor. Doğal yaşam alanlarımız daralıyor.   Kayaköy’ümüz de    Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından 49 yıllığına kiralanmak üzere ihaleye açıldı. Restore edilerek otele dönüştürülecek.
               “Kayaköy’ün, yüzde 30’luk kısmının restore edilip 300 yataklı otele dönüştürülmesine karşı çıkanlar,  ’Kayaköy Savunması’ adlı grup kurdu. Gönüllü avukatlar yürütmenin durdurulması için harekete geçti, dava dilekçesini Muğla İdare Mahkemesi’ne sunuldu. Kayaköy’ün turizme açılarak, tarihi dokusunun bozulacağını öne süren grup dava dilekçesinde, projenin iptalini istedi. Muğla İdare Mahkemesi’ne verilen dilekçede :"Tescil edilerek koruma altına alınmış bu yapıların, tüm tescil nedenleri hiçe sayılarak kamusal bir alan olmaktan çıkarılıp otel odasına dönüştürülmesi koruma ilkelerine aykırı olduğundan, hukuka aykırılığı da sabittir. Proje, Kayaköy’ün bütünlüğünü bozacak ve koruma dengesini ortadan kaldıracaktır. Kayaköy tarihi ve mimari özelliklerinden ötürü ’Kentsel ve 3’üncü Derece Arkeolojik Sit Alanı’ statüsünde. Köyde bulunan 700 adet Rum yapısı tescilli. Ayrıca ’Fethiye- Göcek Özel Çevre Koruma Bölgesi’ sınırları içerisinde. İhaleye açılan parsellerden bir tanesi de orman alanı olarak görünüyor. Yasalara göre orman alanları turizm işletmesi için tahsis edilemez." Direnelim, Kayaköy Kayaköy olarak kalsın.
         Karaot’ta  da direniyoruz. “Yat Çekek ve İmalat Yeri'nin, Yanıklar Mahallesi'ndeki Özel Çevre Koruma Alanı niteliğindeki Karaot Plajı'na taşınmasına karşı çıkan mahalleli ve çevreciler, bölgeye ilişkin alınan Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) raporunun iptali için 2014 yılı Mart ayında Muğla 1'inci İdare Mahkemesi'ne dava açtı. Mahkeme heyeti 3 Ocak’ta  keşif için Karaot Plajı'na  geldi. Mahkeme heyetinin geleceğini haber alan mahalle sakinleri ve çevreciler plajda toplandı. Vatandaşlar heyetin gelmesini beklerken jandarma bölgede güvenlik önlemi aldı. Muğla İdare Mahkemesi Hakimi ilk olarak davalı ve davacı avukatlarından konuya ilişkin görüş aldı. Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi ile Akdeniz Üniversitesi'nden gelen bilim heyeti projenin uygulanacağı alanda inceleme yaptı. Mahalle sakinleri ve çevrecilerin avukatı Bora Sarıca ise davanın gönüllülük üzerine yürüyen kolektif bir çalışma sonucu açıldığını aktardı. ÇED raporunun iptalini talep ettiklerini anlatan Sarıca, Karaot Plajı'nın hem deniz kaplumbağalarının üreme alanı hem de halkın ücretsiz kullanabileceği bir plaj olduğunu vurguldı. Sarıca , şöyle dedi: “ Buradaki yapılaşmanın tarıma, deniz kaplumbağalarına, balık popülasyonuna ve çevredeki yeşil örtüye zarar vereceğini düşünüyoruz. Yat yapılıp satılacak ama buranın doğası kaybolursa geri getirilmesi mümkün olmayacak. Bu nedenle bir yanlışı düzeltmek için yola çıktık. Gerekirse dava süreçlerini devam ettireceğiz. Umarım ilk davamızda olumlu sonuç alacağız."         
      “ Dünyaca ünlü İztuzu Plajı'nın hukusuzca ranta açılmasına karşı yürütülen direniş de devam ediyor. İngiliz ortaklı DALÇEV şirketinin hukuki süreç bile henüz sonlanmamışken plaja iş makineleriyle girmeye çalışmasının ardından bölge halkı 28 Aralık’tan beri nöbette. Direnişteki bölge halkıyla dayanışmak için Birleşik Haziran Hareketi üyeleri de bugün eylemdeydi. Dalyan Meydanı'nda toplanan Birleşik Haziran Herketi Fethiye, Bodrum forumları İztuzu Plajı'nın ranta açılmasına tepki gösterdi.”
           “Bugün Fethiye’de 35, ülke genelinde yaklaşık 2 bin 200 HES projesi var.  “Elektrik Piyasasında Lisanssız Elektrik Üretimine İlişkin Yönetmelik” gereğince, işletmeler kendi gereksinimleri için, basit bir işlemle istedikleri yere HES kurabilecek, kullanamadıkları elektriği satabilecekler. Dolayısıyla ülkemizde şirketlerin eline geçmemiş en küçük bir akarsu dahi kalmayacağı gibi, bu tür küçük HES’lerin sağladığı enerji sayesinde doğanın en uzak köşeleri bile işletmelerin kullanımına açılacak. Sonuçta HES çerçevesinde yapılan düzenlemelerle, ülkemiz doğasının her köşesi tahrip olacak.” Halkımız direniyor. Muğla’mızda Yuvarlakçay köylüleri direnerek kazandılar..
      “Yuvarlakçay’da HES gerginliği 3 Aralık 2009’da başladı. Santral için Topgözü mevkiinde bir gece içinde devrildi ağaçlar. Beyobası ve Pınarköy halkı santral yapımına karşı hukuki yollara başvurdu. ‘Suç delili’ olarak belirledikleri kütüklerin çevresinde çoluk çocuk nöbet tutmaya başladı. Yuvarlakçay’ı Koruma Platformu kuruldu. Çadırlarda bekledi halk. Siyasetçisinden, sanatçısına ziyaretçileri hiç eksilmedi halkın. Bölge Orman İşletmesi’ne, Özel Çevre Kurumu’na ve HES konusunda izin veren tüm kurumlara 11 idari dava açıldı. Mücadeleye başlayan insanların en büyük iddiası da projede yer alan ‘doğal yaşamın devamı dereye ve tarımsal sulama için kanala bırakılacak suyun yeterli olmaması’ idi. Açılan davalara sonuç gelmeye başladı. İki davada yürütmenin durdurulmasına karar verildi. Akfen Yönetim Kurulu Başkanı Hamdi Akın, ‘Anadolu usulü çevre direnişi budur’ başlıklı haber için yaptığı açıklamada ‘İstemiyorlarsa proje yapılmaz’ dedi, projeden vazgeçtiklerini resmen açıkladı.(1)”Darısı diğer projelerin başına…
           Dünyanın en güzel manzarası için yürüdük. Soğuksu’dan Ölüdeniz’e kıyıya paralel denizle, Nikolas Adası ve diğer koylarla yürüdük.Kekik kokuları, sakız çiçekleri, erken açan laleler, koca keçiboynuzu ağaçları, yılkı atları ile yürüdük. Öğle yemeği molamız her zamanki alanımızda, Ölüdenize açılan tepemizde. Marmaris’ten bir grup da gelmiş yürüyor. Doğaseverler keyifle selamlaşıyor. Şimdi Ölüdeniz lagunun tepesindeyiz. Önümüz yemyeşil ağaçlarla zümrüt rengi göl . Kumburnu ak kumları ile Akdeniz turkuazına yol veriyor. Belcekız kumsalı uzanıyor kıyının danteli. Deniz mavi, deniz engin, deniz sonsuz…  Dalgalarla kımıl kımıl, yürüyor, kıyıya uzanıyoruz. Denizin sesi daha da büyülüyor, tüm yorgunluğumuzu alıyor.
          Köylerimiz, koylarımız, sularımız hepimizin… Bizim olarak kalsın dileriz… Atiye KAÇAR
(1)Radikal ve Fethiye Gazetesi haberlerinden yararlanılmıştır.