KUMLAR İÇİNDE
Akbel-Delikkemer- Patara (Liky Yolu) Yürüyüşü- 05.04.2015
Pazar sabahı, parçalı bulutlu
bir hava var. Yağmur yağmayacak. Geçen hafta ıslanmıştık, bu hafta serin bir hava bekliyor bizi. Yazın kavurucu
sıcakları yok görünürde. Üç servisle yollardayız yine. Özer Bey de geliyor yürüyüşe, özlemiş yürüyüşçüler
ki büyük bir yaygara ile karşılanıyoruz.
Antalya yolundayız, Bozyer,Gökben köyüne yöneliyoruz. Bozyer’e
çıkarken Fethiye Ovası uzanıyor seraları ile şehir merkezine.
Bahçelerde bahar işçiliğinde tek tük çalışanlar var. Bahar iyiden iyiye
yerleşmiş, çiçek çiçek her yer. En çok da papatyalar serili sıcacık. Domuz Ovası düzlüğüne ulaşıyoruz.
Asırlık meşelerin yoğun olduğu yer
burası. Meşe ağaçları da uyanmış bahara. Görkemli duruşları ile gövermiş koca
toplar. Sayıları azalıyor git gide koca meşelerimizin, yenileri yok dostlar,
sahip çıkamıyoruz ağaçlarımıza.
Tepeyi aşıyoruz,
Kabaağaç, Alaçat Köylerinde pılıngırlar ekilmiş,
nar bahçeleri yapraklanmış, ekili yeşillikler hasada dönmüş. Antalya yoluna çıkıyoruz. Çukur İncir’i, Yeşilköy’ü, Kınık’ı naylon ya
da cam denizi seraları ile geride bırakıyor Kalkan’a ulaşmadan Akbel’de servislerden iniyoruz. İşaretlenmiş Likya yoluna giriyoruz. Denize doğru, dağa tırmanış başlıyor. Önde
rehberimiz Yusuf Çilenger, her zamanki uyarılarını sıralıyor, artçımız Oğuz
Kolak. Dağlar çok yüksek değil. Gevenler, çalılar, menekişlerle makilikteyiz.
Çam ağaçları yok. Makiler büyülü Akdeniz’e
uzanıyor Torosların batı ucundan? Hani biz denizi görelim diye bodur
kalmıştı ya çalılar…
Çalılar arasında çiçekler
içinde dizilmiş, kırkayak olmuşuz. Yollardaki
taş işçiliğine, su kanalına, su
kemerine bin bir kez hayran kalıyoruz. Asırlar
öncesinin tekniği ile döşenmiş su kanalı içinde yürüyoruz bazen. Kayalar özenle
oyulmuş, taşlar özenle yerleştirilip sıvanmış ve yirmi iki kilometrelik bir
su yolu oluşturulmuş. Sağ tarafımızda sera denizi Ova’nın. Sol
tarafımız Akdenize uzanan makiler. Makilerde kuşkonmazlar, sığlıcanlar,
pürçekler. Yelerde türlü çiçekler.
Mor mor salep çiçekleri; sarı, ak, gök ot çiçekleri, renk renk laleler, yerel
dilde “karan” denilen maki gülleri ak
ak, mor mor. Her yer çiçek. Zeytin bahçeleri de çıkıyor karşımıza.
Dağlarımızdan yağ damlıyor.
Birden uzanıyor özenle örülü
taşları ile Delikkemer önümüzde. Suyu bir tepeden öbürüne taşıyan koca bir
duvar. Başlangıçta beş yüz metre imiş. İki yüz elli metre kadarı ayakta şimdi.
Yüz metrede de bir bölümü yıkılmış. Yıkıntısını fark ettirmeden yay gibi
uzanmakta. Suyu taşıyan kanala şaşmamak elde değil. Yüzyıllar öncesinin tekniği
ile koca kayalar ince ince işlenmiş, oyulmuş birbirini tamamlayan boru şekline
getirilmiş. Özel tekniklerle de sıvanıp suyun akışı sağlanmış. Kaç deprem
gördü, kaç sel suyuna meydan okudu, kaç savaş geçirdi? Koca koca taş blokların işlenip yerleşmesinde kaç
insan emeği, yüreği, canı var kimbilir. Yerlerde ortası delik koca taşlar var
bir iki. Onların iç içe yerleştirilmiş
halleri su ile umut taşıyor yüzyılların ötesinden. Kanal
İslamlar(Bodamya)’daki ana kaynaktan başlıyor. Su yer yer açık kanallardan geçiyor, Patara’ya
ulaşıyor Delikkemer önünde toplanıyor
an’ın değerini sonsuzluğa ulaştırma
çabası ile toplu fotoğraf çekiliyoruz bağırış çığırış.
Tarihle yolculuk ederken Koreli yürüyüşçülerle karşılaşıyoruz. Sekiz-
on kadın yürüyüşçü var. Yarım yarım dille konuşuyoruz onlarla. Antalya’dan yola çıkmışlar Likya
yolunu yürüyorlar. Bu yollarda her
zaman yürüyüşçülerle karşılaşabilirsiniz. Kimi zaman tek tük, kimi zaman grup
grup. Yabancılar yürüyor en çok. Bu da üzüyor doğal ki beni. Bu güzellikleri
öncelikle bizim insanımız yaşamalı.
Yerler nemli ya baharın bereketi
de var. Göbek buluyor birkaç kişi. Otlar toplanıyor. Önce sarıot, körmen,
devetabanı. Seval otbilicimiz Arife ile. Şevket-i Bostan’ı tanımaya çalışıyoruz
bir de. Yolumuz devam ediyor, artçımız Oğuz Bey: Sorun yok, devam edelim,
diyor. Hava serin, tepede esinti başlıyor birden. Deniz tüm enginliği ile
önümüzde. Denizi gören koca sarı papatyalar açmış burada. Her yer koca papatya.
Sonra çayırlar sarı yonca çiçekleri ile dolu.
Arapsaçı da buluyoruz birer demet. Aşağılarda Patara Antik kent gözüküyor tüm yapıları ile. Önce
kuşbakışı görüyoruz tiyatroyu, Meclis binasını. Daha ayrıntılı bakıyoruz ,
Zafer Kemeri , Hamam, Zafer Yolu , Hurmalık ve mezarlar seçiliyor tek tek.
Fener tepeciğin ardında.
“Patara Likya birliğinin üç oy hakkına sahip altı kentinden biri ve
belki de en önemlisidir. Likya birliği toplantıları bu kentte bulunan birliğin
meclis binasında yapılır. Hititçe'de Patar, Likya dilinde Pttara olarak anılan kentin MÖ 8. yüzyılda var olduğu yapılan kazılar sonucu ele geçen somut verilerle
kesinleşmiştir . İskender'in kuşattığı kentler arasında yer aldığı bilinir. Roma
döneminde de çok önemli bir kent olmuş ve Likya eyaletlerinin başkentliğini
yapmıştır. Patara limanı, hububat deposu ve sevki açısından önem taşımıştır,
Akdenizde bulunan üç hububat deposundan biri (Granarium) burada bulunmaktadır.
Bizans döneminde de gelişmesini sürdüren kent, hıristiyanlarca da önemli
sayılmıştır. 400 metre genişliğinde ve 1600 metre derinliğindeki Patara
limanının kumla dolmaya başlaması Patara’nın
giderek önemini yitirmesine neden olur. Rüzgarın savurduğu kumlar kenti de
büyük ölçüde örter. Son yıllarda yapılan arkeolojik kazılarla kent, üzerini
örten kumlarından arınmaya
başlamıştır. Gelemiş köyünden 2 km
sonra yol kenarında kalıntıların en
görkemlilerinden Roma Zafer Takı görülür. M.S. 1. yüzyıl sonlarında yaptırılmıştır. Tepeye doğru Bizans bazilikası ve kutsal alanlar
bulunmaktadır. Tiyatro tepenin yamacındadır. Tiyatronun yaslandığı tepede büyük
bir sarnıç ile bir anıt mezar bulunmaktadır. Eski liman şimdi sulak alan
durumundadır.
Yürüyüşçülerin bir bölümü kent
kalıntılarını geziyor, tiyatroda basamaklarda zıplıyor. Bir grup da
kumlara yürüyor. Patara denizi ve kumları ile özel bir yer. Kumlar tane
tane , rüzgarla öyle çarpar ki ayaklara... Biraz da doğal yapıya bakıyoruz.
Patara ve xanhtos’un liman kent olması önemlidir. Eşençay’ın yan
kolları Söğütlüdere’den akan Akçay ile
Kemerdeki Akçay(Örençayı)’daki taşların aşınması Patara’nın kumlarını
oluşturuyor. Asırlarca taşınan kumlar önce Ova, Kumluova, Karaköy ve Karadereyi
oluşturur. Ovadaki göl de Eşençay’ın
beslediği su. Zamanla suyun önü dolar, lagün göl oluşur. Yüzyıllar sonra
göl zamanla yer yer de kanallar açılarak
kurutulur. Denize taşınan kumlar güney-batıdan esen rüzgarın etkisi ile
kıyıya taşınır.Rodos Adası’ndan gelen
rüzgarlar kumları taşır, geniş bir sığ alan oluşur. Sığ alandan taşınan
kumlar sahilde kum dalgaları oluşturur. Taşınma sürer de sürer. Kumlar tepeyi
zorlar yıllar içinde antik kentin büyük bölümünü de kumlara gömer. Geniş bir
alan çöl kumlarını andırır. Eşençay
denize kum taşımaya , rüzgar da kumları kıyıya atmaya devam ededursun
biz yollara düşüyoruz.
Gelemiş(Patara) merkezde çaylarımızla dinleniyouz. Uzun, keyifli bir
yürüyüş sonrası mahmurlukla şakalşıyor, bize takılan köpeklerimizi de
bisküvitlerle besliyoruz. Servislerde eğlence devam ediyor. Yolunuz uzun çünkü.
Karanlıkla evlerimizdeyiz. Atiye KAÇAR
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder