11 Mart 2014 Salı

SİS İÇİNDA SEDİRLER
(AKBEL-MENDOS-MEŞELİ KANYONU- OVACIK  yürüyüşü,14 km.)
            Telmessos Dağcılık  yürüyüşçüleriyiz, yine bir pazar sabahı Fethiye Kaymakamlığı önündeyiz. Güneşli, pırıl pırıl bir hava var. Yağmur öğleden sonra yağabilir, dağ başlarında pusuda bulutlar… Üç araçla çıkıyoruz yola. Ölüdeniz yolunda tırmanırken Ovacık’a Fethiye uykusunda kalıyor.
            Fethiye’de dört mevsimi de bir arada görebiliyoruz. Önümüzde deniz, yanımızda yöremizde çiçekler, karşımızda etekleri yeşil, zirvesi ak karlı dağlar. Dağlarda biz varız  her pazar.
            Bu pazar Mendos’tayız.  Mendos  Babadağ’a kardeş. Yan yana, kol kola , omuz omuza. Mendos  dağının bir adı ”Arı Dağı” .  Arıların en özgün çiçeklerden topladığı ballar bulalım. Arı dağı adı çok kullanılmıyor, Mendos adının yerini tutamamış ki unutulup gitmek üzere. Babadağ’ın antik dönemlerdeki adı  “Kragos’ .  Babadağ,  1969 metre yüksekliğindeki zirvesi  ile tepeden bakıyor 1740 metrelik Mendos’a. Kardeş ya bu iki dağ  aynı floraya sahip. Aynı ağaçları, aynı çiçekleri, aynı böcekleri saklıyorlar…                      
             Babadağ yolundayız. Ormana sokulmuş villaları ile Ovacık geride kalıyor,  küçülüyor biz tırmandıkça Babadağ’a. Ağaçların altı mor mor  çiçeklerle dolmuş. Bahar tüm canliliği ile doğada. Tesbih ağaççıkları yeşil tomurcuklarını patlatmakta pırıl pırıl. Yükseldikçe bulutlara karışıyoruz. Sedirler başlıyor görkemli, kibirli duruşları ile. 1200 metrelerde Akbel’de iniyoruz servislerden.  Babadağ’ın zirvesi karlı, sedirler arkasından uzanıyor gökyüzüne.
            Akbel’den sağa Babadağ’a ; sola Mendos’a tırmanılıyor. Ortasında kocaman bir meşe ağacı, kenarında bir iki çoban evi ve minik minik çiçekleri ile küçük bir düzlük Akbel. Karlı olduğu için bu adı almış olmalı. Biz Mendos’a yöneliyoruz. Mor çiçeklerin dağ sümbülleri olduğunu görüyoruz.
              Tırmanmaya başlıyoruz, sisler içine düşüyoruz. Mor sümbüllerin mevsimi, her yer mor. Binlerce çiçek olsa da her birini ayrı ayrı görmeye çalışıyoruz. Arkada kalıyoruz. “Çabuk olun, artçımız çekişiyor!” diyorum.
                      Dağlarımız duman olmuş, Babadağ bir gözüküyor, bir kayboluyor. Önümüzde çıtı pıtı bahar çiçekleri, ters lale, anemon… Endemik çiçekler…
                      Mendos Dağı’nda   750 bitki türü var. Bunların 59 adedi buraya özgü, yani endemik türler. Çok özenle korumamız gereken güzelliklerimiz. Ne yazık ki  bu endemik türlerin  42’sinin  soyu tükenmek üzere.  İçim titriyor, güzelliklerimize kıyıldığını görmek , bu güzellikleri yitirebileciğimizi düşünmek ürkütüyor, fotoğraf çekiyoruz. Coşuyoruz, Seval bir türkü başlatıyor “ Dağlarına bahar gelmiş memleketimin…”  ortak oluyoruz keyfine.        
           Yürüyoruz, sedirlerimizi hayranlıkla seyre dalıyoruz. Sisler içinde gizemli bir güzellik. Hava da bulutlu ya aşağısı yok. Sonsuza yürüyoruz sanki. Sık sık uyarıyor rehberimiz, yolumuz patika, birbirimizi  izlemeliyiz. Geride kalmak olmaz, kayboluruz yoksa. İpe dizilmiş boncuk oluyoruz kırk bir kişiyiz. Uzunca bir dizi oluyoruz.
                 Bin beş yüz metrelere çıktıkça sedirlerin yanına  ardıç ağaçları katılıyor. Kimi yerlerde de sık çalılar, pıynarlar.  Ardıç ağaçları, ardıç kuşlarını anımsatıyor hemen. Çoğalması gerekirken bu ağaçlar, tükenme tehlikesi ile karşı karşıya. Çevresel etkilerle ardıç kuşlarının nesli tükenmekte. Bir döngü bu, ardıç tohumlarının ardıç kuşlarının sindirim sisteminde kabuklarından çıkıp toprakla buluşması gerekiyor. Ardıç kuşları tohumları yiyecek ve dışkıları ile dışarı atacak… Kuşlar azalıyor, güzelim kokulu ardıçlarımız azalıyor.
     Bir vadiye iniyoruz. Çoban yerleşkesi var. Su deposu ve dut ağacı. Hayvanların sı içmesi için yapılmış oluk yan  devrilmiş, Salim Bey düzeltiyor. “Ahırlı Deresi” deniyormuş buraya. Karşımızda mor dalları ile meşeler yapraklanmadı henüz.  Bin altı yüz metrelerden dönüşe geçiyoruz. Manzaramız, sisler arasında sedirler…
              Ardıçlar, pıynar öbekleri arasında bir düzlük buluyor, yemek molası, diyoruz. Ateşimizi yakıyor Erdal Bey hemen. Terimizi de kurutabiliriz; sucuklarımızı da pişirebiliriz. Tarçınlı çaylarımızla da içimizi ısıtıyoruz. Paylaşımla yenen aşımız ve meyvelerimiz sıcak söyleşilerimizle birleşiyor. Birlikte gülebiliriz. Muhasebecimiz bu gün sayıyı tutturamıyor, Çıkmış bir kayanın üzerine:
             -Kıpraşmayın, sayacağım, .Bir, iki.. Ebru, yerinde dur!
          İniş dik ve zorlu. Dağ yarılmış, yol olmuş sulara ve bize. Yalçın kayalar ürpertiyor. Burası da  Meşeli Kanyonu, Ovacık’a ineceğiz. Ovacık’ın üzerindeyiz ama hiçbir yer gözükmüyor.Sisler yer yer yoğunlaşıyor, bir ara açılıyor biraz.. Dim dik yalçın kayalar yosun içinde. Her yer halı kaplı yemyeşil. Yeşiller arasında çiçekler yine. Kaya diplerinde açmış çiğdemler, sümbüller, nergisler, siklamenler… Kaya düşe , İki saat sürüyor inişimiz.
           Yürüyüş on dört kilometre, yer yumuşacık, yer yer çalılıklardan tünel oluyor patikamız. Boyu uzun arkadaşlar daha bir bükülüyor. (Ali Bey, uzun boylu olmak her zaman şans olmuyor.)Bir ara hafif yağmura yakalanıyoruz ama çabuk açılıyor. Keyifle yürünüyor.
         Meşeli Kanyonunun sonunda Ovacık villaları başlıyor yine. Arabalar da bizi bekliyor. Servis sürücülerine  soruyorum: Fethiye’de olan bir şey var mı? Harun, saat ikiye kadar sakindi Fethiye ;ama çok yağmur vardı, diyor. Seviniyorum  söylentiler boşa çıktı diye. Oysa olaylara gebeymiş daha güzelim Fethiye’miz. Dönüşte Taşyaka Mahallesi’nden geçerken polisleri görüyoruz sadece…
                                                                                                                                     Atiye KAÇAR
      



      

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder