SİS İÇİNDA SEDİRLER
(AKBEL-MENDOS-MEŞELİ KANYONU-
OVACIK yürüyüşü,14 km.)
Telmessos Dağcılık yürüyüşçüleriyiz, yine bir pazar sabahı
Fethiye Kaymakamlığı önündeyiz. Güneşli, pırıl pırıl bir hava var. Yağmur
öğleden sonra yağabilir, dağ başlarında pusuda bulutlar… Üç araçla çıkıyoruz
yola. Ölüdeniz yolunda tırmanırken Ovacık’a Fethiye uykusunda kalıyor.
Fethiye’de dört mevsimi de bir
arada görebiliyoruz. Önümüzde deniz, yanımızda yöremizde çiçekler, karşımızda
etekleri yeşil, zirvesi ak karlı dağlar. Dağlarda biz varız her pazar.
Bu pazar
Mendos’tayız. Mendos Babadağ’a kardeş. Yan yana, kol kola , omuz
omuza. Mendos dağının bir adı ”Arı Dağı”
. Arıların en özgün çiçeklerden
topladığı ballar bulalım. Arı dağı adı çok kullanılmıyor, Mendos adının yerini
tutamamış ki unutulup gitmek üzere. Babadağ’ın antik dönemlerdeki adı “Kragos’ . Babadağ,
1969 metre yüksekliğindeki zirvesi
ile tepeden bakıyor 1740 metrelik Mendos’a. Kardeş ya bu iki dağ aynı floraya sahip. Aynı ağaçları, aynı
çiçekleri, aynı böcekleri saklıyorlar…
Babadağ yolundayız. Ormana sokulmuş villaları
ile Ovacık geride kalıyor, küçülüyor biz
tırmandıkça Babadağ’a. Ağaçların altı mor mor
çiçeklerle dolmuş. Bahar tüm canliliği ile doğada. Tesbih ağaççıkları yeşil
tomurcuklarını patlatmakta pırıl pırıl. Yükseldikçe bulutlara karışıyoruz.
Sedirler başlıyor görkemli, kibirli duruşları ile. 1200 metrelerde Akbel’de
iniyoruz servislerden. Babadağ’ın zirvesi
karlı, sedirler arkasından uzanıyor gökyüzüne.
Akbel’den
sağa Babadağ’a ; sola Mendos’a tırmanılıyor. Ortasında kocaman bir meşe ağacı,
kenarında bir iki çoban evi ve minik minik çiçekleri ile küçük bir düzlük
Akbel. Karlı olduğu için bu adı almış olmalı. Biz Mendos’a yöneliyoruz. Mor
çiçeklerin dağ sümbülleri olduğunu görüyoruz.
Tırmanmaya başlıyoruz, sisler içine düşüyoruz. Mor sümbüllerin mevsimi,
her yer mor. Binlerce çiçek olsa da her birini ayrı ayrı görmeye çalışıyoruz. Arkada
kalıyoruz. “Çabuk olun, artçımız çekişiyor!” diyorum.
Dağlarımız duman olmuş, Babadağ bir
gözüküyor, bir kayboluyor. Önümüzde çıtı pıtı bahar çiçekleri, ters lale,
anemon… Endemik çiçekler…
Mendos
Dağı’nda 750 bitki türü var. Bunların
59 adedi buraya özgü, yani endemik türler. Çok özenle korumamız gereken
güzelliklerimiz. Ne yazık ki bu endemik
türlerin 42’sinin soyu tükenmek üzere. İçim titriyor, güzelliklerimize kıyıldığını
görmek , bu güzellikleri yitirebileciğimizi düşünmek ürkütüyor, fotoğraf
çekiyoruz. Coşuyoruz, Seval bir türkü başlatıyor “ Dağlarına bahar gelmiş
memleketimin…” ortak oluyoruz
keyfine.
Yürüyoruz, sedirlerimizi hayranlıkla
seyre dalıyoruz. Sisler içinde gizemli bir güzellik. Hava da bulutlu ya aşağısı
yok. Sonsuza yürüyoruz sanki. Sık sık uyarıyor rehberimiz, yolumuz patika,
birbirimizi izlemeliyiz. Geride kalmak
olmaz, kayboluruz yoksa. İpe dizilmiş boncuk oluyoruz kırk bir kişiyiz. Uzunca
bir dizi oluyoruz.
Bin beş yüz metrelere çıktıkça sedirlerin yanına ardıç ağaçları katılıyor. Kimi yerlerde de
sık çalılar, pıynarlar. Ardıç ağaçları,
ardıç kuşlarını anımsatıyor hemen. Çoğalması gerekirken bu ağaçlar, tükenme
tehlikesi ile karşı karşıya. Çevresel etkilerle ardıç kuşlarının nesli
tükenmekte. Bir döngü bu, ardıç tohumlarının ardıç kuşlarının sindirim
sisteminde kabuklarından çıkıp toprakla buluşması gerekiyor. Ardıç kuşları
tohumları yiyecek ve dışkıları ile dışarı atacak… Kuşlar azalıyor, güzelim
kokulu ardıçlarımız azalıyor.
Bir vadiye iniyoruz. Çoban yerleşkesi var.
Su deposu ve dut ağacı. Hayvanların sı içmesi için yapılmış oluk yan devrilmiş, Salim Bey düzeltiyor. “Ahırlı
Deresi” deniyormuş buraya. Karşımızda mor dalları ile meşeler yapraklanmadı
henüz. Bin altı yüz metrelerden dönüşe
geçiyoruz. Manzaramız, sisler arasında sedirler…
Ardıçlar, pıynar öbekleri
arasında bir düzlük buluyor, yemek molası, diyoruz. Ateşimizi yakıyor Erdal Bey
hemen. Terimizi de kurutabiliriz; sucuklarımızı da pişirebiliriz. Tarçınlı
çaylarımızla da içimizi ısıtıyoruz. Paylaşımla yenen aşımız ve meyvelerimiz
sıcak söyleşilerimizle birleşiyor. Birlikte gülebiliriz. Muhasebecimiz bu gün
sayıyı tutturamıyor, Çıkmış bir kayanın üzerine:
-Kıpraşmayın, sayacağım, .Bir, iki..
Ebru, yerinde dur!
İniş dik ve zorlu. Dağ yarılmış, yol
olmuş sulara ve bize. Yalçın kayalar ürpertiyor. Burası da Meşeli Kanyonu, Ovacık’a ineceğiz. Ovacık’ın
üzerindeyiz ama hiçbir yer gözükmüyor.Sisler yer yer yoğunlaşıyor, bir ara
açılıyor biraz.. Dim dik yalçın kayalar yosun içinde. Her yer halı kaplı
yemyeşil. Yeşiller arasında çiçekler yine. Kaya diplerinde açmış çiğdemler,
sümbüller, nergisler, siklamenler… Kaya düşe , İki saat sürüyor inişimiz.
Yürüyüş on dört kilometre, yer
yumuşacık, yer yer çalılıklardan tünel oluyor patikamız. Boyu uzun arkadaşlar
daha bir bükülüyor. (Ali Bey, uzun boylu olmak her zaman şans olmuyor.)Bir ara
hafif yağmura yakalanıyoruz ama çabuk açılıyor. Keyifle yürünüyor.
Meşeli Kanyonunun sonunda Ovacık
villaları başlıyor yine. Arabalar da bizi bekliyor. Servis sürücülerine soruyorum: Fethiye’de olan bir şey var mı?
Harun, saat ikiye kadar sakindi Fethiye ;ama çok yağmur vardı, diyor.
Seviniyorum söylentiler boşa çıktı diye.
Oysa olaylara gebeymiş daha güzelim Fethiye’miz. Dönüşte Taşyaka Mahallesi’nden
geçerken polisleri görüyoruz sadece…
Atiye KAÇAR
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder