11 Mart 2014 Salı

RENK RENK ÇİÇEKLER

(OVACIK – KAYAKÖY - KELOĞLU BOĞAZI)


             Fethiye Kaymakamlığının önünde bir pazar sabahı: Birkaç kişi toplanıyor önce sırt çantalarıyla. Sonra servisler geliyor, neredeyse dolu. Telmessos Dağcıları bir oluyor, bütün oluyor. Gülümsemeler sıcak merhabalara katık ediliyor.
          Rehberimiz  Yusuf Çilengir  elinde bir küçük kağıt, gelenleri kontrol ediyor, sayıyor, servislere pay ediyor yürüyüşçüleri. “Haydi!” diyor sonra, atlıyoruz servislere; düşüyoruz yollara…  Bu pazar Ovacık’tayız. Hisarönü’ne dönüyor, sola tırmanıyor, Sen Nikolas Otel önünde iniyoruz servislerden.
          Ormana dalıyor, tırmanışla başlıyoruz yürüyüşe. Zambaklarla (süsen) dolu çam ağaçlarının altı. Her yer mor mor oluyor. Çoban yolundan Kayaköy’e yöneliyoruz. Kayaköy dağları zirvelerine bakacağız bu gün  ve Kayaköy’den Fethiye’ye Keloğlu  Boğazına ineceğiz on bir kilometre yolumuz var.
             Eşsiz bir doğa var Fethiye’mizde. Toprak daha  cömert, gökyüzü daha mavi, güneş daha parlak, sular daha aziz. Bitki çeşitliliği şaşkına çeviriryor çoğu zaman. Bu gün çiçeklerin günü.
           Domuz topalağı yok, papatyalar yok bu gün. Tüm nazlı çiçekler toplanmış Babadağ eteklerine, Kayaköy dağlarına. Süsenlerin  çokluğuna şaşarken çiğdemlere karışıyor gözler. Sarı sarı, mor mor çiğdemler.”Kaya diplerinde açmış çiğdemler”. Bizim yontraçlar da salkım salkım ak çiçeklere durmuşlar boyumuzca. Çam ağaçları asırlık. Yeşilin binbir tonu  doğada. Havada yaz sıcağı. .  Ormanın büyülü uğultusu  kulaklarımızda, kuraklığın ayak sesleri ayaklarımızda. Toprak nemli olmalı orman içinde bu mevsimde  ; ama nem yok şimdi. Çam yaprakları kuru toprakla kaygan, dikkatli yürümeliyiz.
        Kayaköy girişinden Fethiye’ye yöneliyoruz.  Rum evleri uzakta tepenin koynunda uykuda. Şimdi orkidelere dalıyoruz. Öbek öbek orkideler yapraklarını uzatmış çiçeklenmeye hazırlanıyor. Sami heyecanlanıyor. Sağımız solumuz ters lalelerle doluyor. Seviyoruz tüm çiçekleri, sevinçle coşuyoruz. Orkideler de ters laleler de çok az karşılaşılan; nazik, narin, alımlı, nazlı çiçekler.
         Kayaköy çobanlarına da rastlıyoruz koyunlarıyla. Ağıllarla, konaklama yerleri  de var çobanların . Hele ağıllarda oğlaklar dolu  çığlık çığlığa. Doğa yenilemeye durdu kendini, biz de yenilenelim.
        Ovacık, Kayaköy, Faralya’da yaşayan kim varsa kırk yaş üstü çoban öyküleri anlatır. Çobandır buranın halkı.  Bu dağların her karesinde ayak izi vardır  her çobanın. Toprağın her milimetre karesinde de keçi izi. Şimdi yok artık o kadar keçi. Hele turizm yaygınlaşınca gençler keçi peşinde koşmuyor artık. Çoban da azaldı dağlarda. Çiftliklere girdi hayvancıklar da. Gezemez oldular, özgürlük yok artık onlara.
          Kayalıların Süten  dikleri yerde meyve molasındayız. Burası  Likya döneminde yerleşim yeri imiş , yıkıntılar var. Yapı taşları öbek öbek.  Kim bilir kaç asırlık da menekiş ağaçları. Kalın güdük gövdeleri ile tomurcukları patlamakta. Koca ağaçların gövdeleri çentik çentik çizilmiş. Kurumuş sakızları var yer yer. Koparıyor, topluyoruz, atıyoruz ağzımıza ; sakız çiğneyeceğiz en doğalından. Ağzımda bir ferahlık, çocukluğuma dönüyorum. Menekiş sakızı satın alır köylülerden, çiğnerdik uzun süre. Nasıl toplandığını şimdi görüyorum.
            Nuray’ın annesi Kayalı, sakız yaptıklarını anımsıyor çocukluğuna dönerek. Annesine soruyoruz sakız yapımını:” Menekiş ağaçlarının gövdesi ağustos ayında çizilir. Bir hafta sonra çizilen yerden akan reçine- ki bunlar sakızdır- toplanır. Bir  ay içerisinde  çizilen yerden bir kaç kez sakız  toplanabilir. Toplanan sakızlar süzgeçten geçirilir. Karışan ağaç kabuklarından arındırılır. Sonra odun ateşinde kaynatılır. Bir kabın içersine soğuk su konur. Kaynayan sakız tülbentten  soğuk suyun içersine süzülür.   Soğuk  suda kıvamını bulan sakızlar çiğnenmeye hazırdır. Başta ağız içi yaraları, boğaz enfeksiyonları, öksürük olmak üzere bir çok hastalığı da iyileştirir.”
                Çocukluğumda çiğnediğim dağ kokulu sakızın tadı genzimde, belleğimin bir köşesinde. Çentiklenmiş ağaçlardan sızan sakızlar kurumuş. Koparıp ağzıma alıyorum bir parça. Bir serinlik yayılıyor hücrelerime. Damağıma yapışıyor, öğle yemeğinde yediğim  ekmek ve içtiğim çay ile ayrılıyor.
             Süten’den tekrar  tırmanıştayız. Asırlık zeytin ağaçları, harnup ağaçları ile yan yana. Sadece menekişler yapraklarını dökmüş, diğer ağaçlar sürekli yeşil.  İnişteyiz artık. Kış uykusundaki hayvanlar da uyandı tamamen. Kaplumbağalar yolumuzda karşıcı. Çayır papatyaları arasında kıpır kıpır ağırlıkları ile.
    Yemek molasını halkımızın piknik için de ulaşabildiği tepede yiyeceğiz. İnsanlarımız ulaşmış ya buraya çöpleri de bırakmışlar bellik olarak. Üzülyoruz onca güzelliğin içinde pet şişelere, atık poşetlere, plastiklere rastlayınca. Önce çöplerini topluyoruz ormanımızın, zorunlu kılıyoruz kendimizi çöpleri yok etmeye.
           Toprak bereketli dedik ya yayılıyoruz, mantar topluyoruz bu kez. Kulak dediğimiz mantarlar var çam pürçeklerinin altında. En çok Alihsan Bey topluyor. Çoğumuz ilk kez görüyoruz bu tür mantarı.
             Ormanımız heybetli, ağaçlar asil yürüyoruz. Fethiye gözüküyor çam dalları arasından ovayı dolduran yapıları ile. Ne kadar çirkinleştirdik güzelim Fethiye’mizi elbirliği ile. Kocaman ovayı denize kadar betona boğduk.
               Keloğlu Boğazı’na doğrulduk. Ormanın içine kadar sokulan apartmanları şaşkınlıkla karşılıyor birkaç kişi. Gecekondular arasından caddeye iniyoruz.

               Seri yürüdük bu gün, erken dönüyoruz evlerimize.  Atiye KAÇAR

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder