RENK RENK ÇİÇEKLER
(OVACIK – KAYAKÖY - KELOĞLU BOĞAZI)
Fethiye Kaymakamlığının önünde bir
pazar sabahı: Birkaç kişi toplanıyor önce sırt çantalarıyla. Sonra servisler
geliyor, neredeyse dolu. Telmessos Dağcıları bir oluyor, bütün oluyor.
Gülümsemeler sıcak merhabalara katık ediliyor.
Rehberimiz Yusuf Çilengir elinde bir küçük kağıt, gelenleri kontrol
ediyor, sayıyor, servislere pay ediyor yürüyüşçüleri. “Haydi!” diyor sonra,
atlıyoruz servislere; düşüyoruz yollara…
Bu pazar Ovacık’tayız. Hisarönü’ne dönüyor, sola tırmanıyor, Sen Nikolas
Otel önünde iniyoruz servislerden.
Ormana dalıyor, tırmanışla başlıyoruz
yürüyüşe. Zambaklarla (süsen) dolu çam ağaçlarının altı. Her yer mor mor oluyor.
Çoban yolundan Kayaköy’e yöneliyoruz. Kayaköy dağları zirvelerine bakacağız bu
gün ve Kayaköy’den Fethiye’ye
Keloğlu Boğazına ineceğiz on bir kilometre
yolumuz var.
Eşsiz bir doğa var Fethiye’mizde.
Toprak daha cömert, gökyüzü daha mavi,
güneş daha parlak, sular daha aziz. Bitki çeşitliliği şaşkına çeviriryor çoğu
zaman. Bu gün çiçeklerin günü.
Domuz topalağı yok, papatyalar yok
bu gün. Tüm nazlı çiçekler toplanmış Babadağ eteklerine, Kayaköy dağlarına.
Süsenlerin çokluğuna şaşarken çiğdemlere
karışıyor gözler. Sarı sarı, mor mor çiğdemler.”Kaya diplerinde açmış
çiğdemler”. Bizim yontraçlar da salkım salkım ak çiçeklere durmuşlar boyumuzca.
Çam ağaçları asırlık. Yeşilin binbir tonu
doğada. Havada yaz sıcağı. .
Ormanın büyülü uğultusu
kulaklarımızda, kuraklığın ayak sesleri ayaklarımızda. Toprak nemli
olmalı orman içinde bu mevsimde ; ama nem
yok şimdi. Çam yaprakları kuru toprakla kaygan, dikkatli yürümeliyiz.
Kayaköy girişinden Fethiye’ye
yöneliyoruz. Rum evleri uzakta tepenin
koynunda uykuda. Şimdi orkidelere dalıyoruz. Öbek öbek orkideler yapraklarını
uzatmış çiçeklenmeye hazırlanıyor. Sami heyecanlanıyor. Sağımız solumuz ters
lalelerle doluyor. Seviyoruz tüm çiçekleri, sevinçle coşuyoruz. Orkideler de
ters laleler de çok az karşılaşılan; nazik, narin, alımlı, nazlı çiçekler.
Kayaköy çobanlarına da rastlıyoruz
koyunlarıyla. Ağıllarla, konaklama yerleri de var çobanların . Hele ağıllarda oğlaklar
dolu çığlık çığlığa. Doğa yenilemeye
durdu kendini, biz de yenilenelim.
Ovacık, Kayaköy, Faralya’da yaşayan kim
varsa kırk yaş üstü çoban öyküleri anlatır. Çobandır buranın halkı. Bu dağların her karesinde ayak izi
vardır her çobanın. Toprağın her
milimetre karesinde de keçi izi. Şimdi yok artık o kadar keçi. Hele turizm
yaygınlaşınca gençler keçi peşinde koşmuyor artık. Çoban da azaldı dağlarda.
Çiftliklere girdi hayvancıklar da. Gezemez oldular, özgürlük yok artık onlara.
Kayalıların Süten dikleri yerde meyve molasındayız. Burası Likya döneminde yerleşim yeri imiş ,
yıkıntılar var. Yapı taşları öbek öbek.
Kim bilir kaç asırlık da menekiş ağaçları. Kalın güdük gövdeleri ile
tomurcukları patlamakta. Koca ağaçların gövdeleri çentik çentik çizilmiş.
Kurumuş sakızları var yer yer. Koparıyor, topluyoruz, atıyoruz ağzımıza ; sakız
çiğneyeceğiz en doğalından. Ağzımda bir ferahlık, çocukluğuma dönüyorum.
Menekiş sakızı satın alır köylülerden, çiğnerdik uzun süre. Nasıl
toplandığını şimdi görüyorum.
Nuray’ın annesi Kayalı, sakız
yaptıklarını anımsıyor çocukluğuna dönerek. Annesine soruyoruz sakız yapımını:” Menekiş ağaçlarının gövdesi ağustos
ayında çizilir. Bir hafta sonra çizilen yerden akan reçine- ki bunlar sakızdır-
toplanır. Bir ay içerisinde çizilen yerden bir kaç kez sakız toplanabilir. Toplanan sakızlar süzgeçten geçirilir.
Karışan ağaç kabuklarından arındırılır. Sonra odun ateşinde kaynatılır. Bir
kabın içersine soğuk su konur. Kaynayan sakız tülbentten soğuk suyun içersine süzülür. Soğuk suda kıvamını bulan sakızlar çiğnenmeye
hazırdır. Başta ağız içi yaraları, boğaz enfeksiyonları, öksürük olmak üzere
bir çok hastalığı da iyileştirir.”
Çocukluğumda çiğnediğim dağ
kokulu sakızın tadı genzimde, belleğimin bir köşesinde. Çentiklenmiş ağaçlardan
sızan sakızlar kurumuş. Koparıp ağzıma alıyorum bir parça. Bir serinlik
yayılıyor hücrelerime. Damağıma yapışıyor, öğle yemeğinde yediğim ekmek ve içtiğim çay ile ayrılıyor.
Süten’den tekrar tırmanıştayız.
Asırlık zeytin ağaçları, harnup ağaçları ile yan yana. Sadece menekişler
yapraklarını dökmüş, diğer ağaçlar sürekli yeşil. İnişteyiz artık. Kış uykusundaki hayvanlar da
uyandı tamamen. Kaplumbağalar yolumuzda karşıcı. Çayır papatyaları arasında
kıpır kıpır ağırlıkları ile.
Yemek molasını halkımızın piknik için de ulaşabildiği tepede yiyeceğiz.
İnsanlarımız ulaşmış ya buraya çöpleri de bırakmışlar bellik olarak. Üzülyoruz
onca güzelliğin içinde pet şişelere, atık poşetlere, plastiklere rastlayınca.
Önce çöplerini topluyoruz ormanımızın, zorunlu kılıyoruz kendimizi çöpleri yok
etmeye.
Toprak bereketli dedik ya yayılıyoruz, mantar topluyoruz bu kez. Kulak
dediğimiz mantarlar var çam pürçeklerinin altında. En çok Alihsan Bey topluyor.
Çoğumuz ilk kez görüyoruz bu tür mantarı.
Ormanımız heybetli, ağaçlar asil yürüyoruz. Fethiye gözüküyor çam
dalları arasından ovayı dolduran yapıları ile. Ne kadar çirkinleştirdik güzelim
Fethiye’mizi elbirliği ile. Kocaman ovayı denize kadar betona boğduk.
Keloğlu Boğazı’na doğrulduk. Ormanın içine kadar sokulan apartmanları
şaşkınlıkla karşılıyor birkaç kişi. Gecekondular arasından caddeye iniyoruz.
Seri yürüdük bu gün, erken dönüyoruz
evlerimize. Atiye KAÇAR
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder