19 Ekim 2021 Salı

 

ÖZLEDİK HEM DE ÇOK ÖZLEDİK

 

Sarsala Koyu- Kleopatra Hamamı/10.10.2021

 

 

          Fethiye Dağcılık grubu özlemle bir araya geldi. 8 Mart 2020’den beri yürüyememek, dağlara gidememek  çığ gibi bir özlem büyüttü.

Dağları özledik, denizi özledik ; ağacı  yaprağı, taşı toprağı, kurdu kuşu, börtü böceği ve yürüyüş dostlarımızı… Özledik hem de çok özledik.

         Bütün dünyayı kıskacına alan  Covid 19 salgını, koronavirüs hastalığı aşılarla  kontrol altına alındı, biraz rahatladık; kontrollü normal yaşama dönüyoruz yavaş  yavaş. Yürüyüşlerimiz de başladı, mutluyuz…

         Rehberimiz Yusuf Çilenger’in  Pazar programını açıkladığı gün başladı  heyecan. İlk yürüyüşümüz deniz ve dağ ile iç içe, yaşasın! Sarsala Koyu’ndan Kleopatra Hamamı’na yürüyeceğiz

         Pazar sabahı heyecanla uyanıyor hazırlanıp yollanıyoruz Eski Fethiye Lisesi karşısına, Mercan Pastanesi önüne. Sevgi ve özlemle selamlaşıyoruz, (gönlümüzde, yüreğimizde kucaklaşıyoruz). Mesafemizi korumalıyız. Yusuf Bey kontrollerini yapıyor, yola çıkıyoruz.

          Muğla yolundan Dalaman’a yöneliyoruz. Daha önce ekili gördüğümüz tarlalarımız boş portakal bahçeleri arasında. Kuru, kupkuru otlar… Kenarda meyve ağaçları güdük, susuzluktan umarsızca yağmur bekliyor ot çöp ve kuru topraklarla ağaççıklarımız. Salı günü yağmur var, diyor meteoroloji, dilerim düzenli yağar biraz , bereket gerekli.   

                 Kapıkargın Mahallesini geride bırakıp tepeye vuruyoruz. İki göl bekliyor sağımızda. Sazlıklar arasında bir küçük göl “Baldımaz Gölü”, hemen sonrasında “Kocagöl”.  Suları kıpır kıpır, hafif esintili. Geçen senelerde sabah dinginliği ile sakin, dağını yansıtmıştı kucağına yalçın kayalıkları ile.

            Tepeyi aşıyoruz deniz uzanıyor önümüzde. Yine kıpırtılı, masmavi sular,  dağlar arasına sokulmakta kıvrım kıvrım. Yelkenlileri,  yatları ile yeşili maviye harmanlayan denizimiz karşımızda. Kıvrıla döne iniyoruz sabah sakinliğinde nazlı nazlı uzanan Sarsala Koyu’na.  Hemen sağa patikamıza yöneliyoruz, bir an önce başlamalıyız yürümeye. Özledik ya…

             Hafiften açılıyor ayaklarımız. Tepeye tırmandıkça deniz daha da açılıyor önümüze. Ormanlar koynunda mavi sular , çam ağaçlarının esintisi serinletiyor biraz. Havalar sıcak, orman içleri serin.

         “ Bakıyorum ağaçlarımıza yangın yerlerini düşlüyorum . Manavgat ile yüreklerde de büyüyen ve en güzel  kıyılarımızı da yakan yangınların acısını duydum . Her bir ağacın yasını tutuyorum gönlümde.   “Orman Genel Müdürlüğü'nün verilerine göre 2019 yılının 1 Ocak'ından bu yana, tam 1 345 yerde orman yangını yaşandı. Bu yangınlarda 2 bin 987 hektar, yani 2 bin 765 futbol sahası büyüklüğünde, alan kül oldu”  Börtü böcek yandı, ot çöp, çiçek çimen yandı; evsiz yuvasız kaldı hayvancıklar, insanlar acı içinde kıvrandı, kıvranıyor hala…”

           Sonra kıyıda, deniz kıyısında sürüyor patikamız. Deniz sesi ile yürüyoruz Akbük Hamam Koyu’na kadar

 

              Akbük Hamam  Koyu  yatların ikmal yeri idi. Önceleri küçük bir büfe vardı. Her yıl  büyüdü büyüdü… Telle çevrili alan genişledi. Bu sene ağaç evlerin biraz daha çoğaldığını, daha geniş alana yayıldığını gördük . İyi, kapı bırakmışlar yürümeye.  

         Devam ediyoruz, Kleopatra Hamamı’nda denizimize dalacağız. Mısırlıların kraliçelerini korumak için yaptıkları doğudan batıya, bu koydan Güngörmez Koyuna  uzanan bugün yer yer yıkılmış koca bir duvar  deniz kıyısından geçit veriyor. “Kapı Koyu” adını da bu duvardan alıyor

             Kleopatra’nın tatillerde geldiği bu koyda kullanmak için yaptırdığı söylenen hamam kalıntıları denizin içinde. Hızlı yürüyüşçüler dalmış sulara. Kalıntılar arasında masmavi deniz serinliği tüm yorgunluğu alıyor.

Öbek öbek dağılıyoruz ağaçlarımızın altına, dinleniyoruz biraz da.

           Dönüşümüz aynı yoldan Sarsala Koyu’na. Servisimiz bekliyor orada.

            Sarsala Koy’u kalabalık şimdi. Yazın son günlerinin tadını yaşamaya çalışıyor insanlar. Yürüyüşü erken bitirenler de denizde. Kafe keyfimizle söyleşimizi uzatıyoruz.

         Servislere biniyoruz, gözümüz denizle, deniz enginliği ile kalıyor.

         Yürüyelim dostlar, gençlerimizle, çocuklarımızla yürüyelim. Dağlarımızı yalnız bırakmayalım. Mermer ocakları ile böğrü deşilen dağlarımızı, maden ocağı için kesilen ağaçlarımızı, hoyratça yok edilen ormanlarımızı yalnız bırakmamak için yürüyelim. Sağlıklı olmak  için yürüyelim. Günümüzün sözü de “Ne kadar yürürsen yürü; arkanda bıraktığın yol kadar güçlü ve henüz yürümediğin yol kadar zayıfsın. Borıs Vıan” olsun. Atiye Taşçıoğlu Kaçar

Katılımcılar: Yusuf Çilengir, Dilek- Sener Şenol, Mustafa Kemal Yalçın, Atiye  Kaçar, Aliye-Şerafettin İşçi, Abdullah Aslan, Fatma Pehlivan, Seval- Gaffar Çit, Cengiz Özbek, Necla Günal, Faruk Şener, Hüseyin Dikiş, Ulrike-Ali Engin, Cafer Özsayın, Sefai Güner, Kadir Gürol,Nuran Kaya, Bekir Akyol, Şevket Atlı, Can Eker.

 

12 Mart 2020 Perşembe













KORUMALIYIZ
Faralya-Kirme-Kozağaç-Montana Tepesi / 08.03.2020/ 18km
Bahar geldi dağlarımıza, yenileniyor tüm doğa. Güzelliklerini sunuyor cömertçe. Papatyalar dolduruyor çılgınca dağı taşı. Gülümsüyor sevgi dolu yüreklere. LÜTFEN GÖRÜN YA DA İYİ BAKIN!
Kime diyorum, kim görsün kim, görmeli, kimin gözlerine sokabilmeliyiz!
Faralya’ya gidiyoruz dolmuşumuzla bu hafta. Yol kenarı aile işletmeleri açılmamış henüz. Bahar tüm coşkusu ile burada. Badem ağaçları ak top, erikler de toparlanmada çıtı pıtı çiçekleri ile. Babadağ’a doğruluyoruz. Likya patikaları, Likya yolları  yürünmeli kaybolmadan. Yer yer asfalt oldu çünkü güzelim patikalar. Köyler yol istiyormuş! Yollar Babadağ eteklerinde gizlenmeye çalışan otellere ulaşım için mi; köyler için mi?
Babadağ eteklerinden Kirme ye yöneliyoruz. Dağlar içinde yüzyıllar öncesinin taşlarla örülmüş patikaları, Likya yolları, köylerin ilk ulaşım yolları.  Bir yanımız ufka doğru tüllenen engin Akdeniz, bir yanımız tüm heybetiyle Babadağ. Kirme,önceleri beyaz badanalı köy evleri ile karşılardı bizi. Şimdi taş duvarlı koca koca yapıları ile, yeşilliklerin dozerlerle talan edildiği inşaat alanları ile karşımızda. Papatyalar coşmuş bahçelerde. Yolumuz da asfalt artık Kozağaç’a kadar. Biz yol kenarında bulabildiğiz topraklarda yürümeyi seçiyoruz. Orman içlerinde anemonlar, çıtı pıtı çiğdemler, adını bilemediğimiz eşsiz bahar çiçekleri… Kozağaç’ın üstünde Babadağ’ın yalçın kayaları, kayalardan kopup gelen taşlar…Kavak dolu vadi de baharı bekliyor özgürce gezen inekler ile. Kozağaç’tan sonra  Kıdrak  seyri ile tepede yemek molamız, Akdeniz engin turkuazı ile karşımızda..Büyük tatil köyü aşağılarda kalıyor biz gözümüzü uzaklara, adalarımıza uzatıyoruz ,manzara ile gündeme de dönüyoruz, 8 Mart  Dünya Kadınlar Günü. Emeğin eşit bölüşümünün sağlanma savaşı, eşit işe eşit ücret! Aynı işi yapan kadın emeği erkek emeğinden daha değersiz olamaz. İşe kabulde erkek öncelikli olamaz, çalışma koşullarında ayrımcılık yapılamaz, çalışma izni kocanın ya da babanın tekelinde olamaz.  Kadınların savaşımı insanlık savaşımı. İnsanlık değerlerinden kopuluyor. Şiddet sarmış toplumu. Sokakta şiddet, hastanede şiddet, tv dizilerinde şiddet, sağımızda şiddet, solumuzda şiddet. Sınırlarda  mültecilere şiddet,Taksimde kadınlara şiddet.  Ve kadına şiddet! Erkeğe tabi yaşamaya zorlanan kadınlar şiddet görüyor en çok. Şiddet eğilimli kişi çok, şiddetin sınırı yok. Tensel, sözel, eylemsel, cinsel şiddet kadına. Toplumsal bilinci yükseltmenin yolunu bulmak zorundayız. Eğitimin içler acısı hali ve şiddete birçok etken var…
      Deniz büyüyor,  deniz seyrindeyiz. Ölüdeniz küçülüyor, yeşillikler arasında göl oluyor İblis Burnu’nun arkası . Nikolas Adası tarihi kalıntıları ile ortada. Gemile koyu, Soğuksu, Darboğaz, arkasında Kızılada,  Kapıdağ Yarımadası, Göcek adaları… Deniz deniz  deniz…  Uzanıyor Akdeniz enginlere.  Sonra yürüyüşçüler. Seviniyorum gençler yürüdükçe. Antalya’dan “BÖRTÜBÖCEK”, Denizli’den “DOSEV”grupları  gelmiş yürüyorlar. Güzelliğimizi  görsün gençlerimiz ve bu güzelliklerimizi koruma bilinci oluştursunlar.
Babadağ eteklerini zikzak patikalarda inerken Montana Tepesi’ne doğru dikkatli olmalıyız. Gözümü denizden alamıyorum ki, köpük köpük kıyılar ak dantelli, arada deniz motorları uzanıyor ak köpüklü yaylar çizerek, mavileri coşturuyor. Belcekız plajı, Ölüdeniz Lagun eşsiz bir görüntü Fethiye’mizi tüm dünyaya tanıtan.
Montana tepesinde bir başka kalabalık. Patikanın bittiği noktada bir açık hava konseri hazırlığı. Gençler arabaları ile geliyor,(lütfen temiz bırakın!!) Müzik ve gençlerin coşkusu deniz maviliğine karışıyor. Piknikçiler çay ikram ediyorlar bir- iki, halkımı seviyorum.
 Montana girişinde “ Likya Yolları Başlangıç Tabelası”. Artık sembol gibi kalmış. Güzelim Likya yolunu araba yolu yapmışız kayalıkların başlangıcına kadar.
Asfaltta yürümek zor geliyor bize. Yine ozanımız Faruk Nafiz’in dizeleri usumda “ İncinir düz cadede / dağda gezen ayaklar”
Dolmuşumuzda toplanıyoruz, tatlı yorgunluğumuzla, akşam kızıllığı ile evlerimizdeyiz.
Katılımcılar: Şakir Sarıoğlu, Fatih Doğan, Süha Aksoy, Esther Primevara, Hüseyin Dikiş, Musa Toyman, Atiye Kaçar, Zeynep Karaca, Emin Demirci, Aysel Yüksel, Hülya Yurtsever, Beyhan Yörük, Nurşen Gürsoy, Sefai Güner, Erdal Pay, Alime İşçi, Ulrike  Engin, Gaffar Çit, Arife Güven, Rasih Küçükünal





8 Mart 2020 Pazar











BURUK KIRIK BİR BAHAR
Karaağaç- Yağlı- Faralya,15 km . 01 / 03 / 2020
Yazamıyorum ne zamandır, büyüdükçe büyüyor acılar. Biz ne kadar çoğaltmaya çalışsak  da sevgiyi, paylaşımı, dostluğu, güzelliği buruk kalıyorum, yarım kalıyorum. Acılar büyüyor bir yerlerde, çığlıklar dolduruyor ak bulutları ile titrek gökyüzünü. Dağın ötesi, göğün ötesi yankılıyor anaların kor düşen yürek seslerini. Nedenini bilmeden, neden diye sormadan yürüyorlar bilinmez boşluklara gül yüzlü gencecik çocuklarımız. Toprak utanıyor, dağ utanıyor, gök utanıyor, nazlı nazlı salınan bahar coşkusu papatyalar utanıyor,  ben yerin diplerinde dolaşıyorum umarsız öfkemle ve utancımla. Al bayraklı otuz altı tabut dilsiz, suskun, dingin, sonsuzluğa yürüyor acının çökertemediği omuzlarda  acı çığlıklarla. Bu son olsun dilerim.
Fethiye Dağcılık üyeleri toplanıyor dolmuş duraklarında, Ovacıkta tüm badem ağaçları ak çiçek olmuş. Bu kışı da çıktık, doğa uyandı, cemreler düşüyor.ölüdeniz  seyri ile Babadağ eteklerinden kıvrıla döne yol alıyoruz. Kararağaç’a kadar gideceğiz, patikalarımız asfalta dönüyor.
Karaağaç uykuda henüz. Köy içinde koca kavağımızın yanında iniyoruz servisimizden. Bir minibüs kişiyiz. Köy çeşmesinde yeniliyoruz sularımızı, sonra yürümedeyiz. Ahlatlar tomurcuklanmaya durmuş.
Yağlı’da çobanımız var her sene bekler bizi. Nursel Hanım ve şirin kızımız Canan katılır aramıza. Canan ortaokul öğrencisi, okusun diye kitap hazırladım bir çanta da ağır biraz, olsun.
Karaağaç sokaklarına dalmışken, Yağlı’da diye düşündüğüm Canan çıkıyor karşımıza. Bir sevinç bende , Hem canan’ı gördüm, kucakladım hem de kitaplarımı evine bıraktım. Çok hafifledim, mutluyum.
Çok özel patikalarımızdan yürütüyor yine rehberimiz. Yerler hafif nemli, Çam ağaçları nazlı, toprak yumuşak, hava serin, daha ne isteriz ki. Yürüyoruz. Babadağ eteklerinde, pürenlerle, kekiklerle, adaçayı ve zahterlerle yürüyoruz.  Kıvrıla döne çoban yollarından Yağlı’ya geliyoruz. Güneş dünkü soğuğa inat ısıtmakta doğayı. 
Yağlı’da yerli ırk inekler ve küçücük bir buzağı. Yeşilliklerde koyunlar ile. Çobanımız yok, nedenini sormadım, Canan’ın babası ve Ağabeyi ile karşılaşacağımı düşünmüştüm, naylon çadırlar boş. Yağlı’nın son çobanı da mı terk etti obasını? Karışık duygularla öbekleşiyor, Hüseyin Bey’in tereyağlı yumurtalarını  kokluyoruz önce, sonra bölüşüyoruz dostça. Yayılıyor çimenlere, dinleniyor, sabah yorgunluğundan kurtuluyoruz.
Faralya ‘ya ineceğiz. Likya yolları işaretli.  Sarnıcımızın tepesinde meyve molasındayız. Bu yıl da sağlam gördük asırlar öncesinden günümüze taşınan taş duvarları. İle minik sarnıcımızı. İnişteyken deniz seyrimiz de başlıyor. Kayalar arasından birden uzanıyor Akdeniz Ölüdenizden adalara doğru. Uzaklarda Rodos adası dağları seçiliyor belli belirsiz. Deniz maviliğini Belcekız kumsalı ile Kumburnu süsülüyor. Aklımızda, zihnimizde, dilimizde günün acıları:”Çocukları ürkütülmüş bir dünyanın
Denizi mavi olsa ne yazar, olmasa ne?”  diyorum umarsızca. Anaların çığlıklarına çocukların gözyaşları karışıyor. Bir de yerlerinden edilen, umuda yol alan çocuk feryatları oturuyor gündemimize. Sınırlarda sabahlayan, itilen, kakılan mülteciler.
Karışık karmakarışık yürüyorum, zihnim zıplıyor nerelerden nereye. Yaşam kaygımızı  anaların acıları , çocuklarımızın gözyaşları, sevilenlerin  sonsuz yolculukları dolduruyor. Biliyoruz ki bir toprağa verdiğimiz bir askerciğimiz ardında bir ocak yakıyor. Bu baba ocağı bu kor kor tutuşan  yıllarca yanacak  ayrı bir ocak.
Yürüyüşümüz erken bitiyor. Papatyalar, laleler ; bahar çiçekleri arasında erken iniyoruz Faralya’ya. Fethiye’ye dönüyoruz dolmuşumuzla. Bir yerlere sığamadığımdan belki  merkezde inip yürümeye devam ediyorum  kordon boyu…
KATILIMCILAR:Yusuf Çilenger, Hüseyin Dikiş, Aysel Yüksel, Ayşin Ragıpoğlu, Mustafa Yavuz, Atiye Kaçar,Süha Aksoy, Cafer Özsayın, Emin Demirci, Musa Toyman, Şakir Sarıoğlu, Nurşen Gürsoy. Gönül Gürhan, Kerim Gürhan, Sefai Güner, Hülya Yurtsever, Beyhan Yörük, Gaffar Çit, Rasih Küçükünal





25 Haziran 2019 Salı


SWİNDON
        Özgür  İngiltere’de yaşamayı seçti, Swindon’da. Görmeye gidiyorum oğlumu ve yaşadığı yeri. Yarıyıl tatili uygun bir zaman, vize işlemleri tamamlanıyor, bilet önceden alındı. 20.01.2018 sabah yola çıkıyoruz, Londra’da Özgür karşılıyor, öğleden sonra. Sarılıyorum sımsıkı oğluma, bir taksi ile geçiyoruz  evine.
     Küçük , şirin bir ev. Küçük bir mutfak, küçük bir salon ve alt katta bir yatak odası. Özlem gideriyoruz öncelikle. Sabah uyanıyorum  kahvaltı sonrası Özgür işine gidiyor, biraz işlenip sokağa , geziye çıkıyoruz gün be gün.
Swindon küçük bir kent. Old Town’da yaşanmışlık seziliyor. Tarihi kokan evler, geniş mezarlığı olan kilise, asırlık ağaçları da olan parkı. Sonra alışveriş merkezleri, şehir dışına kadar yayılmış. Tren istasyonu, çift katlı otobüslerin garajı(!), ve uzun uzun bisiklet yolları. Şehrin içinde geniş parklar… üç tanesini dolaştık ama daha var. En büyük park kentin dışında: Lydiard Park.
                                                                                                      24.01.2018
         Sabahın aydınlığı ile Özgür bisiklet giysileri  içinde yollanıyor işine. Biz de atıyoruz kendimizi sokağa. Uzun bir yürüyüş bekliyor bizi. West Swindon tabelalarını izleyerek ve navigasyon yardımıyla yürüyoruz. Anayola dik sokaklarla bitişik düzende tek katlı evlerin sıralandığı mahalleler geride kalıyor. Yer yer üç şeride çıkan otoban da dahil, yollar öyle çok geniş değil. Trafik yoğun;  ancak düzenli. Yürüyüş ve bisiklet yolları var uzun uzun, yeşiller içinde ve trafikten uzak. Otoban ile tren yolu arasında. Yaklaşık beş km yürüyüş ardından ulaşıyoruz en büyük parka.
         Ldiard Park Ldyard ailesi malikanesinin çevresi.


MARTTA ADABELEN ÇİÇEKLERİ
Mart geldi mi başka heyecan sarar bizi, beni. Okulumuza gideceğiz, on yedi yaşına döneceğiz, yalnızlaşan okul binalarımıza bir nefes vereceğiz, bir de yemekhanemizde kuru fasulye yiyeceğiz(!??)
Tam on altı marta rastladı bu sene cumartesi günümüz.  Derneğimiz yönetim kurulunun çabaları boşa çıkıyor: Bu sene de okulumuzda tören yok, kuru fasulye yok! Törenimiz Kuşadası Ticaret Odası Salonunda.
Haberleşiyoruz yine, kimler gelecek, kimler törene katılacak, kimler Kuşadası’nda  konaklayacak, kimler , kimler,  kimler….
Ortaklar –Söke yolunda uzaktan gözükünce yemekhane ve labarotuvar binamız içim ısınıyor. Üçyola geliyoruz, arabalar park etmiş epey, önce çeşmemizi ziyaret ediyorum.”KİTAPLAR HİÇ SOLMAYACAK BİTKİLERDİR”.  Cemal Amca’mızın kulübesine ad yazdırarak giriyoruz bu kez. Spor salonumuz daha bir dökülmüş. Yukarıya doğru yürüyoruz gelenlerle kucaklaşa koklaşa. Otlar daha büyümüş, ağaçlar daha kocamış, lojmanları öğretmenlerimizin daha bir dökülmüş. İçinde can taşıyan, bacası tüten iki lojman kalmış. Yürüyorum, sahamızın ortasına yapılan FEN Lisesi binasına başımı bile çevirmiyorum. Adabelen Tepesine, müdür lojmanımıza, kocaman olmuş bakımsız  çam ağaçlarımıza bakıyorum. Papatyalar bu sene coşmamış henüz.
Eski revirimizde doğan umut ışığımız da durmuş. Derneğimizin restorasyon çalışması yarıda bekliyor. Tarım sınıflarımız daha bir yorgun, karşılarında lojmanın birinde yaşam var. Yeni Dersliğimiz kırık camları ile, kütüphanemize camdan bakıyorum; içerisi temiz  duvarda Atatürk’ümüz bekliyor her yıl. Kütüphane yanında  4 Özel A sınıfımız. Toplanıyoruz, sınıftan bu sene on bir kişiyiz. Geçen sene on sekiz idik. Sinema perdesinin arkasına inen merdivenler kapatılmış bu sene. Hadi idare binasının önüne. Eski Dersliğimize de bakalım, önündeki güllerimize de.Atatürk  büstümüz  bekliyor sesimizi her on altı martta. Fotoğraf çekiliyoruz öbek öbek.  Atatürk  büstümüzü sonsuzluğa kazıyacağız.
İdare binasına giremeyiz , çatı çökebilir üzgünüm. Geçen sene üst kattaki sınıfımıza çıkabilmiştik. İdare binasının akası daha otlu.  Bizi görünce güller açacak. Kantinin önünde fransola var yine iki üç tane. Yıllar öncesini taşıyor günümüze her karışı  meydanımızın. Resim Dersliklerimizde Haşmet öğretmenimizin sesi, müzik  dersliklerimizde   Ali Oğuz , Yüksel Eriş, Ahmet Saçan öğretmenlerimizin ezgileri  saklı .
Dönüşümüzde ne kalabalık olurdu yemekhanemiz. Kaşık çalamadık kuru fasulyeye. Böberinden isteyemedik turşunun. Çıktım, dolaştım bomboş yemekhaneyi. Masalara, sütunlara , duvarlara sinen çatal kaşık, tabak seslerini dinledim. Kahkahalarını duydum öğretmenlerimizin ve çocuklaşan arkadaşlarımın.
Dostlar 16 Martlarda okulumuzda çoğalalım. Gün geçtikçe yalnızlaşmasın çökmeye yüz tutan binalarımız, sinema perdemiz, Atatürk büstümüz, kantinimiz. Sayımız azalmasın, katlansın. Okulumuz bizim okulumuz. Yalnız, sahipsiz değil.


19 Aralık 2018 Çarşamba


MEŞELER SARARMIŞ
Cevizlibahçe- Yayla Koru- Kavacık- Yürek/ 17 km/ 16.12.2018

Meşeler Gövermiş
 

Meşeler gövermiş varsın göversin,
Söyleyin huysuza durmasın gelsin.
Varmasın kötüye asılsın ölsün,
Kötü adamın var ömrünü yok eder.

Ben bilemedim yaylaların yolunu,
Saçın uzun bağlasınlar kolumu.
Eğer anan seni bana vermezse,
Yemin ettim keseceğim yolunu.

       Gün boyu dillerde bir türkü. Meşeler çeker kendini kendine. Büyüler yayla tutkunlarını  kökleri, dalları, pelitleri, çentekli yaprakları bir de türküleri ile. Kalıcılığı, yenilmezliği, bir de dik duruşu,  baş eğmezliği simgeler gönüllerde. Kökleri derinlerde, dalları göklerde, yüzyıllık ağaçlardır, özenle korunması gereken.
      Bu mevsim meşeler sararmış yaprakları ile top top ormanlarımızda. Kuzey yamaçlarda gövdeleri gövermiş yosunlarla, coşkuyla.
      Fethiye Dağcılık yürüyüşçüleri, saat 08.30’da  toplanıyor bu pazar da Eski Fethiye Lisesi karşısında, Mercan Pastanesi önünde. Yağmurlu havada yürümek başka bir keyif olacak.
      Üzümlü her zamanki sabah mahmurluğu ile sabah sisleri içinde. Bekir Beli’ni aşıyoruz, Nif de geride kalıyor. Kırkpınar’dan sonra Cevizlibahçe’de çeşme başında iniyoruz servislerden. Nif Dağı’na yöneliyoruz. Çoban ve köy yollarındayız bugün.  Bir tırmanışla başlıyoruz, belli belirsiz patikadan.
     Nif aşağılarda kalırken, başı dumanlı Çal dağı mağrur yükseliyor puslar içinde. Yayla Koru’ya nemli, mantar kokulu, bol oksijenli bir gök ile yürüyoruz. Yayla Koru’dan sonra çam ağaçları arasında sedirler yükseliyor.
Yayla Koru karşı yamaçta kalıyor.
Nif Dağı dereleri epey su bulmuş bu yağmurlarda. Coşkun akarak bölüyor yolumuzu. Ancak 2014’e geçemediğimiz sular yok artık dağlarımızda. Gittikçe tüketiyoruz sularımızı da.
           Pıynarların acı yeşili her mevsimin rengi. Koru sonrası pıynarlar başlıyor çamlar arasında. Bir de meşeler. Dağlarımız dumanlı, yağmur geliyor. Kavacık sırtlarında yemek molamız. Çoban sesleri ile aşıyoruz Söğütlü Bel’i. Buraya neden “Meşeli Bel” adı verilmemiş acaba? Yağmur da başlıyor, yağmurla yürümek dağlar içre yükselen bulutlara karışmak….
      Şimdi tepemizin dimdik inen eteklerinde Kavacık gözüküyor yeşillenen tarlaları ile. Taş döşeli patikamız dimdik dağın eteğinde sürüp gidiyor, her yer meşe oluyor. Karşımızda dallarda sarıdan kızıla harmanlanan, yerde kahverengi’ne dönen yaprakları ile koca meşeler; önümüzde güdük dalları ve yosunlanan gövdeleri ile. Kayacık’a inmeden patika ile Yürek Mahallesi sırtlarına yöneliyoruz. Tepeler arası duman duman  savruluyor . Yürek   Mahallesi’nin arkasında keskin kayalardan açılan patikada yürümek özel bi dikkat gerektiriyor. Yüzyıllarca kullanılan çoban yolları, köyler arası ulaşım yolları. Aşağıda asfalt yol dolanıyor tepeler arasında. Önümüzde de ovayı dolduran Deli Çay uzamakta . Enginlere açılan Eşen Ovasına uzanan vadi ve ak karları ile Akdağlar . Bulutlarla coşkulu gökyüzü eşliğinde kıvrıla döne iniyoruz Yürek Mahallesine.
Yağmur devam ediyor, çaylarımız hazır, sağ olsun sürücülerimiz, sıcacık.Cami yanında toplanıyoruz, köylülerimizle söyleşmek de güzel.
Tatlı bir yorgunlukla sıcak dost gülüşleri ile evlerimize dönüyoruz.
Katılımcılar: : Rehberimiz  Yusuf  Çilengir,  Aysel Yüksel, Rasih Küçükünal, Saliha-Kadir Gürol,  Sefai Güner,  Zeliha- Ceyhun Beyazova,  Atiye Kaçar, Ümit Dilsiz, Faruk Sener, Sami Atik,  Beyhan Yörük, Ali- Aliye Türk, Oğuz Kolak, Ulrike - Ali Engin,  Şakir Sarıoğlu, Cafer Özaysın, Mustafa Yavuz,  Aliye- Hüseyin Kantürk, Kerim Gürhan, İsmail Karabulut, Musa Toyman, Elif Ayan, Tamer Alpgiray, Ayşe Mehlepçi, Osman Beder, Faik Dontlu, Cemalettin Kıyışkan, Aydinç Hepyalnız, Nur musluoğlu, Selçuk Avşar, Emre Elvan Aslan

 


24 Ekim 2018 Çarşamba


KIYMAYIN
            Pazar sabahları yollardayız. Bir dersaneye giden çocuklar, bir sokak köpekleri bir de yürüyüşçüler yollarda . Toplanıyoruz Eski Fethiye Lisesi karşısında Mercan Pastanesi önünde. Fethiye’nin en özel yerlerinden birine, Likya Yollarının deniz kıyısı bölümüne gidiyoruz. Dağ ve deniz bir arada.
           Hava puslu deniz puslu,  ölüdeniz ufku denizle bir. Gözlerimiz adaları dolaşırken, puslar içinde Rodos’u hayal ediyorum. Kıvrıla döne dolanırken Babadağ eteklerinde  Akdeniz laciverti pırıltılı.
           Kelebekler Vadisi sırtlarında, kayalar koynunu geçiyor,  Faralya’da , yol üstünde bırakıyoruz servisleri. Patikamıza ulaşalım, George House’a yöneliyoruz,  patikamıza geçiyoruz ; deniz önümüzde, deniz gözümüzde. Kelebekler Vadisi aşağılarda nazlı nazlı 
350 metrelik sarp kayalıklarla çevrili olan Vadi, adını , barındırdığı 80′den fazla kelebek türünden ve özellikle dere boylarında koloniler halinde görülebilen Kaplan kelebeğinden alıyor. Kaynağı Faralya’da olan ve 50 metre yükseklikten Vadi’ye dökülen şelale, Vadi’nin ortasından geçen bir dere ile Akdeniz’e ulaşıyor. Vadi, 1995 yılında Dünya Mirasını Koruma Vakfı (World Heritage Foundation) tarafından, üzerindeki endemik bitki türlerinin zenginliği nedeniyle dünya üzerinde korunması gerekli 100 dağdan biri olarak ilan edilen Babadağ’ın eteklerinde bulunan Ölüdeniz, Kıdrak, Kabak  koylarından biri.  Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu’nca da yasal koruma (sit) altına alınmış.Her türlü yapılaşmaya kapatılan  Kelebekler Vadisi , yüzlerce kelebeğin yaşam yeri. 
         Koy, “Ködürümsü Limanı” olarak da biliniyor. Likya zamanında (MÖ 3 – 400 yılları) Perdikya (Faralya) kasabasının iskelesi olarak kullanılmış. Bizans zamanından, Osmanlı Rumlarına dek içinde ev – bark, kilise, kanyona yol, istinat duvarı vs yapılarak kullanılmış.
         Vadide mübadele anlaşmasında unutulup kalan son Rum “Despina” nın efsaneleri dolaşır bir de. Faralya yaşlıları, kadıncağızın, bu Rum nineciğin sırtında çuval yüküyle kanyonu tırmanıp köye ürün getirip götürdüğü, günün birinde ortadan kaybolduğu, cansız bedenine bile rastlanmadığı anlatılır. Halen bu hikayeden etkilenip, Despina’nın ruhunun oralarda dolaşıp durduğunu düşünenler yok değil. Vadi’de ilk turistik işletme 1987’de kurulmuş.”
        Kelebekler Vadisini tüm gizemi, nazlılığı ve güzelliği ile bırakıyor, denize paralel patikamızda yürüyoruz. İlk kayalıkları tırmanmak hayli zor geliyor. İlk nokta iplerle geçiliyor. Yamaçlar  ilkbahar  coşkusunda sanki. Her mevsim özel burada.  Mor çiğdemler açmış, sakız makiler  kırmızı  topicik çiçekleri ile canlı canlılar. Deniz coşkulu uzanıyor her zamanki gibi. Aktaşlara  yaklaşınca yapılaşmanın arttığına tanıklık ediyoruz. Yollar açılmış yeni. Kıymayalım güzelliklerimize, koruyalım. Güzelim yeşillikleri yapılarla kirletmeyelim.
       Öğle molası Aktaşlar’da.  Berrak bir deniz, dalgalı, kayalarda köpürmekte. Denizde terlerimizi bırakıyor, açlığımıza çare oluyoruz. Biz molada iken bir grup geliyor Parkistanlı. Kadınlar kıyıda oturuyor giysileri ile, erkeklerle çocuklar denizde. Çığlık çığlığa dolduruyorlar kıyıyı. Kalkıyorlar sonra. Şimdi onların tatili.
        Aktaşlar’da da bir sonraki denize sığ kayalıkların olduğu  koyda da bir iskele uzatılmış denize kayalıkların üzerinden. İnce katmanları ile özel  bir yapıda koy kayalıkları. Güzellikler herkesinken özel mülke dönecek korkarım; kıymayalım. Kabak vadisine yaklaştığımızda yapılar artıyor. Köy evi de var kabak sırtlarında . Bir amca  eşeği ile, soruyoruz  ona, lüks işletmelerin yabancılar tarafından  yapıldığını, arazilerin el değiştirdiğini söylüyor. Kabak köylüleri yöresel ürünler üretme ve satma peşindeler ya da sattıkları yerlere yapılan işletmelerde işçi olarak çalışıyorlar.
        Yüzyılların eskitemediği Likya Yollarında gözlerimiz denizde, kulaklarımız dalgalarda, gönlümüz düşlerde ;  güzellikler peşindeyiz.
           Kabak köyüne geldik; Kabak koyu’na inmedik. Deniz seyri ile yol kenarı işletmelerinde dinlenmeliyiz. Sezon kapanmamış, canlı daha çevre. Yerli bir işletmeci bulduğumuz için de seviniyorum. Ailece çalışıyorlar ne güzel.Sürücülerimiz de burada. Dönüşümüz gün batımı ile.
           “Ölüdeniz Hava Oyunları” kalabalığı var Belceğiz plajında. Paraşütçüler tüm hünerlerini gösteriyorlar. Bizim deniz kuşlarımız onlar. Gün batımına kalıyor birkaç kişi. Yorgunluğumuzu evimizde atmalıyız.
         Katılımcılar: Rehberimiz Yusuf Çilengir, Aysel Yüksel,  Elif Ayan, Tamer Alpgiray, Selim Nakaş, Gaffar Çit,Rasih Küçükünal,Cemal Önder, Kadir Gürol,  Sefai Güner, Emine-Jan Stanczyk, Ediz Macaroğlu, Arzu Horoz, Perihan Mekik, Can Eker, Chatherina Mouraux , Zeliha- Ceyhun Beyazova, Erdal Pay, Gonca İpek, Aydinç Hepyalnız,  Bayram Güngör, Ramazan Demir, Fatoş Korkmaz, Salim Akardiş,Ali Demin, Atiye Kaçar