27 Mayıs 2014 Salı

BULUTLARA DOĞRU

Arsa, Kaynarca, İkizcik, Akdağ Parkuru, 1920 metreye, 8.50 km.


               Mutsuz, kırgın, hüzündeyim 13 Mayıs’tan beri. Gittikçe artan bir kırgınlık. Okumaya, dinlemeye, izlemeye dayanamıyor, izlemekten kaçınmıyorum. Ayrıntıyla  öğrenmeli, acının paylaşımcısı olmalıyım.
           Pazar sabahı  Telmessos Dağcılık yürüyüşçüleri de aynı hüzünle toplandı. Günlük yaşam sürmekte. Söyleşilere hemen “Soma “ katılıyor. Ekip tamamlanıyor, üç servisle çıkılıyor yola. Özgürler çoğalmış, mutluyuz gençlerimizle.
          Zorlar ovasında ekinler sararmış, yaz sıcaklarını müjdeiyor. Bu yıl “baharı görmeden yaz geldi” demiyoruz. Kışı görmeden hep baharı yaşadık. Kış yoktu, yaz nasıl geçer bilemiyorum ; ancak kavurucu sıcaklara hazır olmalıyız diye düşünüyorum. Bir de su arayacağız.
           Saklıkent kavşağından Kadıköy ve Döğer’i geride bırakıyor, Akdağ eteklerinde  Bağlıağaç’tan  Arsa’ya doğru yükseliyoruz. Döğer ovası uzanıyor Kemer’e kadar. Eşen Çayı bölüyor ovayı, dağlar ardından kıvrıla döne uzamakta.
           Arsa yemyeşil. Baharı yaşamakta daha. Asmalar filiz yeşilleri ile göz alıyor.  Öyle verimli topraklar ki… Sürülü bir tarla kenarında Kerim Abi: “Toprağa yatsam ben bile filizlerim sabaha!” diyor Özer’e.
          Kaynarca Cami tepeden seyirde. Bin yüz metre yükseklikteyiz. İki binlere çıkacağız. Çeşmelerin önünde iniyoruz servislerden. Buz gibi su kendimize getiriyor bizi. Yürüyüş de başlıyor. Orman girişinde, çam ağaçlarına bir afiş asılmış. Tüm yüreğimizle desteklediğimiz bir pankart: “BAĞLIAĞAÇ, ARSA, KAYADİBİ  KÖYLÜLERİ DİYOR Kİ: SUYUMUZA ORMANIMIZA DOKUNMA” Orman içinde bir slogan tek başına, kutluyorum  köylülerimizi. Bin üç yüz elli metre ile başladık yürümeye.
            Yaylalarda su başları: koca çınarlar, çağıl çağıl su sesleri… Kaynarca da Arsa’nın yukarılarında bir su kaynağı. Akdağ’ın kar suları  çıkmakta göz göz yarpuzlar arasından. Şişelerimizi dolduruyor, yayla  suyu  içiyoruz  kana kana.
           Çam ağaçları  arasındayız , seri bir tırmanışa geçtik. Bin beş yüz metre kadar yükseliyoruz , sedirler başlıyor. Sedir ağaçları bir başka dünyaya taşıyor zihinleri; büyülü, egzotik, görkemli, gizemli… Masallar dünyası aralanıyor. Başımızı kaldırıyoruz, gözümüz zirvede, bulutlara çakılı. Sedirler, kayalıklar bir görülüyor, bir kayboluyor.  Şimdi yorulanlar sızlanmaya başlıyor. Rehberimiz sık sık uyarıyor, meyve molası yanına bir de nefes molası ekliyor. Küçük molalarla tırmanıyoruz.
           Yaylalarımızda bahar çiçekleri kayalar taşlar arasında. Akça pakça, minik, sarı ,pembe, mor çiçekler. Bir de korunması gereken orkideler. Orkideler sahilde çoktan tüketti çiçeklerini de burada yeni açmışlar.
           Patikamıza dizilmişiz; asırlık sedirler, ardıçlar arasında kuş sesleri tatlı bir esintiyle içine alıyor bizi. Tırmanış da zorluyor gençlerimizi.  Az kaldı , biraz daha… Yükseldikçe daha bir tepeden bakıyoruz Fethiye  de gözüküyor dağlar arkasınden puslar içinde denizi ile. Bir taraf da Seydikemer’den ötelere, yayla dağlarına uzanıyor. Üç saat sürüyor tırmanış. Bulutlara ulaştık, büyülere karıştık, gözümüzü alamıyoruz aşağılardan. Yemek molasındayız, gerçekten acıktık , zorlu kayalar arasında öbekleşiyor, katıklarımızı bölüşüyoruz. Ateşimiz de serin esintinin titrettiği bedenimizi ısıtıyor. Biraz da dinlenelim.
           Koca sedirler, ardıçlar, çektiğimiz çiçek fotoğrafları,  Akdağ’ın  tepesi, enginlerde uzanan Döğer Ovası, ovada kıvrım kıvrım uzanan Eşen Çayı,  İkizcik zirvesi, kayalar, kuş sesleri , keskin  tertemiz esen yel içimizde oluşan göçüğün ateşini söndüremiyor. Aramızda uçuşuyor madencilerin sözleri, Soma’dan alınan haberler:
          “Görülen odur ki Soma’da göçük altında kalan madenci şehitlerimiz değil, insanlık ve vicdandır.
        Katliam, cinayet…
        Kader değil çaresizliktir bizi yer altına indiren.
       Şehitlerimizin sayılarını merak edip duranlara da öfke duyuyoruz!  Bir ya da bin ne fark eder BİZ YILLARDIR ÖLÜYORUZ!"
       Sıcak kömür olduğuna dair itirazımız dikkate alınsaydı zaiyat bu kadar çok olmayabilirdi…
       … Dolayısı ile felaket riskini artıran şey, katliamı ortaya çıkaran şey, devlet ile şirket arasındaki ticaret anlaşması ve devletten gelen talep ile üretimin kontrolsüzce artırılması…
          Lütfen sayın iş adamları, kârınızın çok değil %10 unu ayırarak Şili’de ki gibi yaşam odaları oluşturunuz. Bunun için kanuni zorunluluk yok diyerek kaçmanızı gerektirecek bir durum söz konusu değil. Bu dünyadaki en değerli şey insan hayatıdır. Lütfen…”
        
           Konuşuyoruz;  pişkin  pişkin  açıklama yapanları, tomaları, ÇHD avukatlarına  sıkılan  biber gazlarını, imzalatılan kağıtları, saldırıları,  denetimsiz denetimleri, susturulan insanları… İçimiz yanıyor. Polis  göz açtırmıyor hiçbir yerde. İstanbul, İzmir, Antalya’da  Somalı Madenciler için yürüyen binlere yapılan saldırılar… Faşizm kol geziyor…
          Bizi üzen bu sömürü düzeninde, hala hiç yere insanların kırılmasıdır.. Umudumuzu   yitirmemeliyiz… Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak…
      Dönüşümüz  başlıyor. İnişimiz daha kolay ve seri olacak. Yavaş yavaş tırmanırken koştururcasına iniyoruz. İndikçe ısınıyor, ceketleri atıyoruz. Hava serin. Çıkarken hayran olduğumuz ağaçları tek tek sayarak, dokunarak, koklayarak, kuş seslerini dinleyerek. Kaynarca’da su başında keyif için kalan arkadaşlar beklemekte buz gibi suların ve koskoca çınarın eşliğinde. Suyu gördüm ya dayanamıyorum: “Haydi , buz gibi suda durma yarışı,   yapalım…”
            Çıkarıyoruz pabuçlarımızı. Suda durmak ne mümkün? Su buz ,ayaklar buz, çığlık çığlığa dalıyoruz; çıkıyoruz. Sami, Engin, Bahadır, kutluyorum sizi. Kerim Abi eski toprak. Yürekli kadınlar  - Aysun, yarış olunca hemen sıvadın paçaları…-  öncüydük soğuk sulara dalmada…
           Grubumuza teknik bilgileri ile katkı sunan Bahadır’a, çekimleri ve görsel sunumları için Engin’e hepimiz adına sağ olun, diyorum.
           Toplandık yine, Kaynarca Cami’sinin yanında. Köy kahvelerini ziyaret etmeden olmaz. Ortak olmalıyız yaşamlarına da dağlarımızın, köylerimizin. Çobanlarımız bekliyor yollarımızı, köylülerimiz de beklesin. Arsa köy kahvesinde de  hem söyleşiyor hem sıcak çaylarımıza katıyoruz yorgunluğumuzu.            Yollara düşüyoruz yeniden. Evlerimiz bekler bizi… Atiye KAÇAR
        
        


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder