AKDENİZ MAKİLERİ
LİKYA YOLU; YEDİBURUNLAR ,GEY mah.,BEL,SIDYMA , DODURGA KÖYÜ parkuru.12km.
Saat 8.30’da toplanılıyor Fethiye Kaymakamlığı önünde. Çok özledik yürüyüşü, Seçimler bir pazarımızı aldı, on beş günlük özlemle kucaklaşıyoruz. Rehberimiz Yusuf Çilengir ayarlıyor servisleri, çıkılıyor yola . Eşen yolundayız. Karamersin’den Bozyer yoluna dönüyoruz. Köy içinde bahar yerini erke...nden yaza bırakacak. Ağaçlar meyveye dönmüş, filiz yeşili ile sıra sıra bahçelerde.
Domuz ovası top top meşeleri ile çıkıyor karşımıza. Asırlık meşeler yaşama tutunma gücü depreştiriyor. Meşeleri koruyalım. Kışın mor top olan meşeler yeşermekte kara koca gövdeleri ve göklere uzanan kara dallarıyla. Her birinde salıncak kuracak bir dal seçiyorum. Urganla attığım salıncakta daldan dala uçarken düşlüyorum kendimi.
Alaçat, Kababağaç çiftçileri kavun ve pılıngırları ekmiş. Sıra sıra çıkmış fasulyelerin otlarını çapalamakta birkaç kadın. Uzaktan selamlıyorum, seviniyorum ekili alanları görünce. Yaylalarda, köylerde ekili alan azaldı büsbütün. Çiftçilik de bitiyor, bağımlılığımız artıyor. Köylerimiz, köylülerimiz de hazır yiyici bir toplum oluyor, köleleşmeye mahkum olduğunu fark edemiyor.
Eşen yoluna giriyor, Sidyma yönüne dönüyoruz. . Dereboğazı, Boğaziçi ve Avlan Mahallelerini geçiyoruz. Dağlarda makiler, daha yükseklerde sandallar var. Makilerle deniz çıkıyor karşımıza, engin Akdeniz. Sunay Akın’ın sözleri düşüyor usuma:
Makiler
Bir an önce görülsün
diye Akdeniz
Toroslar'da ağaçlar
hep çocuk
kalır
Torosların batı ucu, dağlar makilerle, deniz apaçık ortada. Tepeler, tepelerin ardı bile ortada. Burunlar dantellemiş kıyıları.Yedi burun var burada denize uzanan tepeleriyle.
Ölüdeniz ile Patara arasında kalan Yediburunlar eski dönemlerde Hiera Akra( Kutsal Burun) adıyla anılıyor ve Yediburun başı, Kötü, Sancak, İnkaklık, Yassı, Kılıç ve Zeytin burunlarından oluşuyor. Karaya doğru dik inen, hemen yükselerek tepelere ve dağlara dönüşen burunlar arasında, pek çok koy bulunmakta. Sahillerine karadan sadece yürünerek inilebilen bu koylar betondan uzak tüm doğallığı ile saklanmakta . Doğayla tarihin iç içe olduğu bölgede antik kentler de var. Sidyma, Sancaklık Limanı'ndaki Kalabantia ve Gavurağılındaki on bir burçlu Pydnai zengin kalıntılar içeriyor. Yediburunlar Mahallesinin ucundaki burunda bir deniz feneri yer alıyor. Sancak Dağı'nın gölgesindeki Zeytin Burnu'yla son bulan Yediburunlar Patara Plajı'ndan Özlen Çayıyla ayrılıyor. Kirme köyünden başlayan toprak yol da takip edilerek Karaağaç, Alınca, Boğaziçi, Yediburunlar, Bel ve Karadere üzerinden Patara'ya geçiş yapılabilirmiş ancak arabanıza güvenmeniz gerekir.
Yediburunlarda servislerden iniyor, tarlaların arasına dalıyoruz. Likya yolları tabelalarla izlenebiliyor. Tarlalar sulanmışsa yeşil; ancak su yok bu sene toprakta. Güdük kalmış papatyalar, laleler. Kuraklık iyiden iyiye hissediliyor. Geçen seneki otları ve papatyaları arıyor gözlerimiz. Geçen sene 31 Martta buraları, diz boyu otlar içinde yürümüştük. Yok şimdi otlarda öyle bir coşku. Renk renk çiçekler yine kendilerini gösterme sevdasında. Küçük olsalar da, güdük olsalar da çabaları yaşamdan yana. Yine de bir taç yapıyoruz çayır papatyalarından. Kır papatyaları taç yapacak kadar güçlü değiller bu sene.
Tarlalar bitiyor, dağlara başlıyoruz. Sol yanımız makileri ile dağlar; sağ tarafımız tepeler arasından sıyrılıp enginlere açılan Akdeniz. Patikamız yamaçta. Deniz aşağıda. Toprak kuru, taşlar oynak önümüzde. Grubumuz seri yürüyor. Kırkayak olduk patikada. Denize bakamıyoruz, düşmek korkusuyla gözlerimiz önümüze çakılı. Deniz mavi mavi çağırıyor. Denize girmemize az kaldı. Baharı görmeden yazın sıcağında kavrulacağa benzeriz.
Kıvrım kıvrım aşacağız önümüzdeki dağı, Bel mahallesine ulaşacağız. Öğle yemeği molamız Bel Mahallesinde. Geçen sene yatıp yuvarlandığımız papatyalar, otlar yok; hatta kurumaya yüz tutmuş otlar. Toprak kuru, kupkuru. Yemek molasını Sidyma yolunda bir alan var papatyalı, orada vereceğiz. Daha altı kilometre yolumuz olduğunu öğreniyoruz yol tabelalarından.
Tanrım halkımız ne kadar çalışkan. Makiler arasında dağları set set düzletmişler, dikmişler zeytin fidanlarını; fidanlar ağaca dönmüş. Geçen sene her set ekili idi. Şimdi uzakta ekili setler var yeşil yeşil; uzak doğunun pirinç terasları edasıyla sıra sıra setler. Bir de sipsivri tepesi Bel Mahallesinin dikilmekte karşımızda. Köydeki teyzelerle de söyleşiyoruz. Çağlalar olmuş badem ağaçlarında. İkram ediyorlar bize. Dalından çağla yemenin keyfi daha bir başka.
Dodurga yolunda yine geçen sene yeşil , yemyeşil yosunlu kayaları ile yürüdüğümüz yolumuz ürpertiyor içimizi. Şimdi pörsümüş, kuru yosunlar yaz mevsiminde sayıyorlar kendilerini. Yol kenarında yine geçen sene yeşillikler içinde yatıp yuvarlandığımız “Dodurga spor tesisleri” - futbol sahası- yer yer kurumaya yüz tutmuş çayırları ile bekliyor oyuncularını. Belli ki çok uğrayanı yok.
Dodurga köyündeyiz. Evlere dalıyoruz. Ünlü Dodurga Kilimi dokunuyor tezgahlarda. İpler boyanmış, asılmış çitlerde. Kök boya değil artık kilimler. Muhtar amcamız demlemiş yorgunluk çaylarımızı. Hemen bir mola verip antik kent kalıntılarını gezeceğiz.
Sydma’da , Roma Döneminden günümüze ulaşan tapınak, stoa, tiyatro, hamam, kilise ve gözetleme kulesinin kalıntıları görülebiliyor. Tarihsel kaynaklarda kentin kuruluşuna ilişkin kesin bilgiler yok. Neredeyse tamamı yıkılmış olan tiyatronun 1.600 kişilik olarak belirtilen kapasitesi, kentin Roma döneminde küçük ölçekli bir yerleşim olduğuna ait bir fikir veriyor. Nitekim kent İ.Ö.168/67 deki Likya Birliğini oluşturan 23 kentin içinde yer alıyor. Günümüzde Dodurga köylüleri ile iç içe yaşayan bir antik kentimiz olmuş. Evlerin önünde taştan yapılan zeytinyağı sıkma değirmenleri yanında kabartmalı bir taş görüyoruz. Bir sütun bahçede samanlık duvarı içinde kalıvermiş. Bir lahit keçi ağılı oluvermiş. Köyün bahçeleri tarlaları anıt mezarlar, hamam ve diğer yapılar arasında kalıyor. Dere içinde ilerleyen antik kent yolunun defne ağaçları ve yol üzerindeki asırlık meşe ağacı büyülüyor bizi. Meydanda kent kalıntılar arasında oturuyoruz. Bizim Sami Sit alanının böyle köy içinde kalışına, kalıntıların normal yapı taşı muamelesi görmesine şaşkın. Köylülerin farkında olmadan suç işlediklerini söylüyor durmadan. Burada köylülerin tapuları yok. Herkes sit alanında “ecr-i misil” ödeyerek mutlu mesut(!) oturuyor. Kültür bakanlığımız da biliyordur bu durumu.
Antik kent kalıntıları arasında dolaşırken tarih bilincimizi de sorguluyoruz. Hele merkezdeki köy camisinin duvarlarına örülen taşlar şaşkınlığımızı bir kat daha arttırıyor.
Dönüşümüz daha hızlı oluyor ya da bize öyle geliyor.
LİKYA YOLU; YEDİBURUNLAR ,GEY mah.,BEL,SIDYMA , DODURGA KÖYÜ parkuru.12km.
Saat 8.30’da toplanılıyor Fethiye Kaymakamlığı önünde. Çok özledik yürüyüşü, Seçimler bir pazarımızı aldı, on beş günlük özlemle kucaklaşıyoruz. Rehberimiz Yusuf Çilengir ayarlıyor servisleri, çıkılıyor yola . Eşen yolundayız. Karamersin’den Bozyer yoluna dönüyoruz. Köy içinde bahar yerini erke...nden yaza bırakacak. Ağaçlar meyveye dönmüş, filiz yeşili ile sıra sıra bahçelerde.
Domuz ovası top top meşeleri ile çıkıyor karşımıza. Asırlık meşeler yaşama tutunma gücü depreştiriyor. Meşeleri koruyalım. Kışın mor top olan meşeler yeşermekte kara koca gövdeleri ve göklere uzanan kara dallarıyla. Her birinde salıncak kuracak bir dal seçiyorum. Urganla attığım salıncakta daldan dala uçarken düşlüyorum kendimi.
Alaçat, Kababağaç çiftçileri kavun ve pılıngırları ekmiş. Sıra sıra çıkmış fasulyelerin otlarını çapalamakta birkaç kadın. Uzaktan selamlıyorum, seviniyorum ekili alanları görünce. Yaylalarda, köylerde ekili alan azaldı büsbütün. Çiftçilik de bitiyor, bağımlılığımız artıyor. Köylerimiz, köylülerimiz de hazır yiyici bir toplum oluyor, köleleşmeye mahkum olduğunu fark edemiyor.
Eşen yoluna giriyor, Sidyma yönüne dönüyoruz. . Dereboğazı, Boğaziçi ve Avlan Mahallelerini geçiyoruz. Dağlarda makiler, daha yükseklerde sandallar var. Makilerle deniz çıkıyor karşımıza, engin Akdeniz. Sunay Akın’ın sözleri düşüyor usuma:
Makiler
Bir an önce görülsün
diye Akdeniz
Toroslar'da ağaçlar
hep çocuk
kalır
Torosların batı ucu, dağlar makilerle, deniz apaçık ortada. Tepeler, tepelerin ardı bile ortada. Burunlar dantellemiş kıyıları.Yedi burun var burada denize uzanan tepeleriyle.
Ölüdeniz ile Patara arasında kalan Yediburunlar eski dönemlerde Hiera Akra( Kutsal Burun) adıyla anılıyor ve Yediburun başı, Kötü, Sancak, İnkaklık, Yassı, Kılıç ve Zeytin burunlarından oluşuyor. Karaya doğru dik inen, hemen yükselerek tepelere ve dağlara dönüşen burunlar arasında, pek çok koy bulunmakta. Sahillerine karadan sadece yürünerek inilebilen bu koylar betondan uzak tüm doğallığı ile saklanmakta . Doğayla tarihin iç içe olduğu bölgede antik kentler de var. Sidyma, Sancaklık Limanı'ndaki Kalabantia ve Gavurağılındaki on bir burçlu Pydnai zengin kalıntılar içeriyor. Yediburunlar Mahallesinin ucundaki burunda bir deniz feneri yer alıyor. Sancak Dağı'nın gölgesindeki Zeytin Burnu'yla son bulan Yediburunlar Patara Plajı'ndan Özlen Çayıyla ayrılıyor. Kirme köyünden başlayan toprak yol da takip edilerek Karaağaç, Alınca, Boğaziçi, Yediburunlar, Bel ve Karadere üzerinden Patara'ya geçiş yapılabilirmiş ancak arabanıza güvenmeniz gerekir.
Yediburunlarda servislerden iniyor, tarlaların arasına dalıyoruz. Likya yolları tabelalarla izlenebiliyor. Tarlalar sulanmışsa yeşil; ancak su yok bu sene toprakta. Güdük kalmış papatyalar, laleler. Kuraklık iyiden iyiye hissediliyor. Geçen seneki otları ve papatyaları arıyor gözlerimiz. Geçen sene 31 Martta buraları, diz boyu otlar içinde yürümüştük. Yok şimdi otlarda öyle bir coşku. Renk renk çiçekler yine kendilerini gösterme sevdasında. Küçük olsalar da, güdük olsalar da çabaları yaşamdan yana. Yine de bir taç yapıyoruz çayır papatyalarından. Kır papatyaları taç yapacak kadar güçlü değiller bu sene.
Tarlalar bitiyor, dağlara başlıyoruz. Sol yanımız makileri ile dağlar; sağ tarafımız tepeler arasından sıyrılıp enginlere açılan Akdeniz. Patikamız yamaçta. Deniz aşağıda. Toprak kuru, taşlar oynak önümüzde. Grubumuz seri yürüyor. Kırkayak olduk patikada. Denize bakamıyoruz, düşmek korkusuyla gözlerimiz önümüze çakılı. Deniz mavi mavi çağırıyor. Denize girmemize az kaldı. Baharı görmeden yazın sıcağında kavrulacağa benzeriz.
Kıvrım kıvrım aşacağız önümüzdeki dağı, Bel mahallesine ulaşacağız. Öğle yemeği molamız Bel Mahallesinde. Geçen sene yatıp yuvarlandığımız papatyalar, otlar yok; hatta kurumaya yüz tutmuş otlar. Toprak kuru, kupkuru. Yemek molasını Sidyma yolunda bir alan var papatyalı, orada vereceğiz. Daha altı kilometre yolumuz olduğunu öğreniyoruz yol tabelalarından.
Tanrım halkımız ne kadar çalışkan. Makiler arasında dağları set set düzletmişler, dikmişler zeytin fidanlarını; fidanlar ağaca dönmüş. Geçen sene her set ekili idi. Şimdi uzakta ekili setler var yeşil yeşil; uzak doğunun pirinç terasları edasıyla sıra sıra setler. Bir de sipsivri tepesi Bel Mahallesinin dikilmekte karşımızda. Köydeki teyzelerle de söyleşiyoruz. Çağlalar olmuş badem ağaçlarında. İkram ediyorlar bize. Dalından çağla yemenin keyfi daha bir başka.
Dodurga yolunda yine geçen sene yeşil , yemyeşil yosunlu kayaları ile yürüdüğümüz yolumuz ürpertiyor içimizi. Şimdi pörsümüş, kuru yosunlar yaz mevsiminde sayıyorlar kendilerini. Yol kenarında yine geçen sene yeşillikler içinde yatıp yuvarlandığımız “Dodurga spor tesisleri” - futbol sahası- yer yer kurumaya yüz tutmuş çayırları ile bekliyor oyuncularını. Belli ki çok uğrayanı yok.
Dodurga köyündeyiz. Evlere dalıyoruz. Ünlü Dodurga Kilimi dokunuyor tezgahlarda. İpler boyanmış, asılmış çitlerde. Kök boya değil artık kilimler. Muhtar amcamız demlemiş yorgunluk çaylarımızı. Hemen bir mola verip antik kent kalıntılarını gezeceğiz.
Sydma’da , Roma Döneminden günümüze ulaşan tapınak, stoa, tiyatro, hamam, kilise ve gözetleme kulesinin kalıntıları görülebiliyor. Tarihsel kaynaklarda kentin kuruluşuna ilişkin kesin bilgiler yok. Neredeyse tamamı yıkılmış olan tiyatronun 1.600 kişilik olarak belirtilen kapasitesi, kentin Roma döneminde küçük ölçekli bir yerleşim olduğuna ait bir fikir veriyor. Nitekim kent İ.Ö.168/67 deki Likya Birliğini oluşturan 23 kentin içinde yer alıyor. Günümüzde Dodurga köylüleri ile iç içe yaşayan bir antik kentimiz olmuş. Evlerin önünde taştan yapılan zeytinyağı sıkma değirmenleri yanında kabartmalı bir taş görüyoruz. Bir sütun bahçede samanlık duvarı içinde kalıvermiş. Bir lahit keçi ağılı oluvermiş. Köyün bahçeleri tarlaları anıt mezarlar, hamam ve diğer yapılar arasında kalıyor. Dere içinde ilerleyen antik kent yolunun defne ağaçları ve yol üzerindeki asırlık meşe ağacı büyülüyor bizi. Meydanda kent kalıntılar arasında oturuyoruz. Bizim Sami Sit alanının böyle köy içinde kalışına, kalıntıların normal yapı taşı muamelesi görmesine şaşkın. Köylülerin farkında olmadan suç işlediklerini söylüyor durmadan. Burada köylülerin tapuları yok. Herkes sit alanında “ecr-i misil” ödeyerek mutlu mesut(!) oturuyor. Kültür bakanlığımız da biliyordur bu durumu.
Antik kent kalıntıları arasında dolaşırken tarih bilincimizi de sorguluyoruz. Hele merkezdeki köy camisinin duvarlarına örülen taşlar şaşkınlığımızı bir kat daha arttırıyor.
Dönüşümüz daha hızlı oluyor ya da bize öyle geliyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder