11 Mart 2014 Salı

SİS İÇİNDA SEDİRLER
(AKBEL-MENDOS-MEŞELİ KANYONU- OVACIK  yürüyüşü,14 km.)
            Telmessos Dağcılık  yürüyüşçüleriyiz, yine bir pazar sabahı Fethiye Kaymakamlığı önündeyiz. Güneşli, pırıl pırıl bir hava var. Yağmur öğleden sonra yağabilir, dağ başlarında pusuda bulutlar… Üç araçla çıkıyoruz yola. Ölüdeniz yolunda tırmanırken Ovacık’a Fethiye uykusunda kalıyor.
            Fethiye’de dört mevsimi de bir arada görebiliyoruz. Önümüzde deniz, yanımızda yöremizde çiçekler, karşımızda etekleri yeşil, zirvesi ak karlı dağlar. Dağlarda biz varız  her pazar.
            Bu pazar Mendos’tayız.  Mendos  Babadağ’a kardeş. Yan yana, kol kola , omuz omuza. Mendos  dağının bir adı ”Arı Dağı” .  Arıların en özgün çiçeklerden topladığı ballar bulalım. Arı dağı adı çok kullanılmıyor, Mendos adının yerini tutamamış ki unutulup gitmek üzere. Babadağ’ın antik dönemlerdeki adı  “Kragos’ .  Babadağ,  1969 metre yüksekliğindeki zirvesi  ile tepeden bakıyor 1740 metrelik Mendos’a. Kardeş ya bu iki dağ  aynı floraya sahip. Aynı ağaçları, aynı çiçekleri, aynı böcekleri saklıyorlar…                      
             Babadağ yolundayız. Ormana sokulmuş villaları ile Ovacık geride kalıyor,  küçülüyor biz tırmandıkça Babadağ’a. Ağaçların altı mor mor  çiçeklerle dolmuş. Bahar tüm canliliği ile doğada. Tesbih ağaççıkları yeşil tomurcuklarını patlatmakta pırıl pırıl. Yükseldikçe bulutlara karışıyoruz. Sedirler başlıyor görkemli, kibirli duruşları ile. 1200 metrelerde Akbel’de iniyoruz servislerden.  Babadağ’ın zirvesi karlı, sedirler arkasından uzanıyor gökyüzüne.
            Akbel’den sağa Babadağ’a ; sola Mendos’a tırmanılıyor. Ortasında kocaman bir meşe ağacı, kenarında bir iki çoban evi ve minik minik çiçekleri ile küçük bir düzlük Akbel. Karlı olduğu için bu adı almış olmalı. Biz Mendos’a yöneliyoruz. Mor çiçeklerin dağ sümbülleri olduğunu görüyoruz.
              Tırmanmaya başlıyoruz, sisler içine düşüyoruz. Mor sümbüllerin mevsimi, her yer mor. Binlerce çiçek olsa da her birini ayrı ayrı görmeye çalışıyoruz. Arkada kalıyoruz. “Çabuk olun, artçımız çekişiyor!” diyorum.
                      Dağlarımız duman olmuş, Babadağ bir gözüküyor, bir kayboluyor. Önümüzde çıtı pıtı bahar çiçekleri, ters lale, anemon… Endemik çiçekler…
                      Mendos Dağı’nda   750 bitki türü var. Bunların 59 adedi buraya özgü, yani endemik türler. Çok özenle korumamız gereken güzelliklerimiz. Ne yazık ki  bu endemik türlerin  42’sinin  soyu tükenmek üzere.  İçim titriyor, güzelliklerimize kıyıldığını görmek , bu güzellikleri yitirebileciğimizi düşünmek ürkütüyor, fotoğraf çekiyoruz. Coşuyoruz, Seval bir türkü başlatıyor “ Dağlarına bahar gelmiş memleketimin…”  ortak oluyoruz keyfine.        
           Yürüyoruz, sedirlerimizi hayranlıkla seyre dalıyoruz. Sisler içinde gizemli bir güzellik. Hava da bulutlu ya aşağısı yok. Sonsuza yürüyoruz sanki. Sık sık uyarıyor rehberimiz, yolumuz patika, birbirimizi  izlemeliyiz. Geride kalmak olmaz, kayboluruz yoksa. İpe dizilmiş boncuk oluyoruz kırk bir kişiyiz. Uzunca bir dizi oluyoruz.
                 Bin beş yüz metrelere çıktıkça sedirlerin yanına  ardıç ağaçları katılıyor. Kimi yerlerde de sık çalılar, pıynarlar.  Ardıç ağaçları, ardıç kuşlarını anımsatıyor hemen. Çoğalması gerekirken bu ağaçlar, tükenme tehlikesi ile karşı karşıya. Çevresel etkilerle ardıç kuşlarının nesli tükenmekte. Bir döngü bu, ardıç tohumlarının ardıç kuşlarının sindirim sisteminde kabuklarından çıkıp toprakla buluşması gerekiyor. Ardıç kuşları tohumları yiyecek ve dışkıları ile dışarı atacak… Kuşlar azalıyor, güzelim kokulu ardıçlarımız azalıyor.
     Bir vadiye iniyoruz. Çoban yerleşkesi var. Su deposu ve dut ağacı. Hayvanların sı içmesi için yapılmış oluk yan  devrilmiş, Salim Bey düzeltiyor. “Ahırlı Deresi” deniyormuş buraya. Karşımızda mor dalları ile meşeler yapraklanmadı henüz.  Bin altı yüz metrelerden dönüşe geçiyoruz. Manzaramız, sisler arasında sedirler…
              Ardıçlar, pıynar öbekleri arasında bir düzlük buluyor, yemek molası, diyoruz. Ateşimizi yakıyor Erdal Bey hemen. Terimizi de kurutabiliriz; sucuklarımızı da pişirebiliriz. Tarçınlı çaylarımızla da içimizi ısıtıyoruz. Paylaşımla yenen aşımız ve meyvelerimiz sıcak söyleşilerimizle birleşiyor. Birlikte gülebiliriz. Muhasebecimiz bu gün sayıyı tutturamıyor, Çıkmış bir kayanın üzerine:
             -Kıpraşmayın, sayacağım, .Bir, iki.. Ebru, yerinde dur!
          İniş dik ve zorlu. Dağ yarılmış, yol olmuş sulara ve bize. Yalçın kayalar ürpertiyor. Burası da  Meşeli Kanyonu, Ovacık’a ineceğiz. Ovacık’ın üzerindeyiz ama hiçbir yer gözükmüyor.Sisler yer yer yoğunlaşıyor, bir ara açılıyor biraz.. Dim dik yalçın kayalar yosun içinde. Her yer halı kaplı yemyeşil. Yeşiller arasında çiçekler yine. Kaya diplerinde açmış çiğdemler, sümbüller, nergisler, siklamenler… Kaya düşe , İki saat sürüyor inişimiz.
           Yürüyüş on dört kilometre, yer yumuşacık, yer yer çalılıklardan tünel oluyor patikamız. Boyu uzun arkadaşlar daha bir bükülüyor. (Ali Bey, uzun boylu olmak her zaman şans olmuyor.)Bir ara hafif yağmura yakalanıyoruz ama çabuk açılıyor. Keyifle yürünüyor.
         Meşeli Kanyonunun sonunda Ovacık villaları başlıyor yine. Arabalar da bizi bekliyor. Servis sürücülerine  soruyorum: Fethiye’de olan bir şey var mı? Harun, saat ikiye kadar sakindi Fethiye ;ama çok yağmur vardı, diyor. Seviniyorum  söylentiler boşa çıktı diye. Oysa olaylara gebeymiş daha güzelim Fethiye’miz. Dönüşte Taşyaka Mahallesi’nden geçerken polisleri görüyoruz sadece…
                                                                                                                                     Atiye KAÇAR
      



      
TOZ   DUMAN   İÇİNDE
(ÜZÜMLÜ-KILIÇOTU-  OYUK – ATLIDERE  PARKURU, 15 Km.)
        TELMESSOS  Dağcılık  yürüyüşçüleri  Fethiye Kaymakamlığı önünde toplanıyor. Bugün hava puslu sisli; bulutlu, donuk. Güneş ışınları hapsolmuş. Güneş ak bir top gök yüzünde, biraz da parlak. Hava lodos öncesi sessizliği ile sıkıntılı.
    Toplanıyoruz Fethiye Kaymakamlığı önünde,  günaydınlarla güne başlıyor, servislere pay ediliyoruz. Üzümlü’ye çıkacağız. Çam ağaçlarının altı pürenlerle dolu. Şimdi sütleğenler de  sarı sarı yayılmış dağlar boyunca. Mevsim yaza dönüyor.
             Üzümlü’nün ne kadar büyüdüğünü görüyoruz.Villalar dağ eteklerine serilmş, ormanları zorluyor. Üzümlü köy değil artık; villalarla, yabancı konukları ile sayfiye yeri. Yazlıkçılar da doldurur kahveleri, Fethiye’ye yakın bir yaylak.
          Cadianda yolundayız. Antik kent girişine varmadan iniyoruz servislerden. Yöneliyoruz doğuya, orman yolundan yürüyoruz. Çam ormanı içindeyiz. Hava puslu, sisli, dağlar beli belirsiz uzaklarda. Gök gri, güneş yok. Bulut da yok. Çöl tozları bahar tozlarına karışmış. Anadolu’muzun  “bahar buhranı”… Sanki Zigana tepesindeyiz sisler içinde. Göremiyoruz az ötemizi. Sıkıntımızı çiçekler dağıtıyor. Yanımızda yöremizde ; uzakta  yakında baştan ayağa çiçekle donanamış badem ve erik ağaçları top top. Tek tük çiğdemler, yer yer  çıtı pıtı bahar çiçekleri.
          Oyuk mahallesi yönündeyiz. Dağlar aşıyor, tepelere vuruyoruz. Ekibimiz tempolu bu gün. Meyve molaları daha kısa sürüyor. Herkes de büyük bir coşkuyla atıyor adımları. Sağ yanımız çam ormanına yaslanıyor, solumuz Kemer ovasına uzanıyor. Tarlalar gözükmüyor sis altında. Kopmamalı grup, dikkatli yürümeliyiz.
   Beş altı kilometre yürüdükten sonra öğle yemeği molası için yer arıyoruz. Oyuk Mahallesi yakınlarında ağaçlar altında kurumuş çam yapraklarını döşek edip yayılıyoruz. Kamp ateşimizi de yakıyor Erdal. İsteyen kurunabilir ; yediğimiz, içtiğimiz kendimize kalsın. Keyfimizi paylaşalım.
           Oyuk’tan Atlıdere’ye doğruluyoruz. Havanın sıkıntısı artıyor, güzellikler çoğalıyor. Çiçeklere takılıyoruz. Daha çok bakarsak daha çok kazıyacağız zihinlerimize güzelliklerini tüm çiçeklerin. Leylaklar kokusu ile çekiyor beni. Otlar arasında kırmızı mor çiçekler de renkleri ile. Öyle büyük çiçekler değil bunlar. Otların kendi gibi adsız, minik  ve  kokusu eşsiz çiçekler.
             Ören Çayı’nı Fethiye’ye ulaştıran kanala ulaşıyoruz. Heybetiyle ürpertiyor koca su kanalı. Suya dokunmak için uzanıyorum, telaşa kapılıyor arkadaşlarım. Bir düşersem… Kanal için tünel de yapılmış.
            Sular bereket getirmiş toprağa. Birden lale oluyor her yer. Bildiğimiz anemonlar kenarlarda koca tarlalar oluşturmuş.  Yemyeşil ekinler de bahçelerde.Nar bahçeleri kuru daha.  
         Yerleşim yerlerine yaklaşıldığı bakımlı bahçelerden biliniyor. Bahçelerde herkesin gereksinimi sayılan hayvanlar için ekilmiş yoncalar ve fiğler.  Eski köy evleri buralarda da azalmış. Yeni sevimsiz beton binalar almış her yeri. İki üç katlı evlerin önlerinde traktörler, birer ikişer hayvanlar, sobalarda yakmak için istiflenmiş odunlar…
                    Hava sıkıntısını arttırıyor, artçımız Özer hızlandırmak için sürekli uyarıda. Biz de çiçekler arasında oyalanmakta. Yağmur başlamak üzere, haydi, çabuk olalım!
           Köy içine girdik, öğle sonundayız ama  akşam oluyor sanki. Ortalık kararıyor ve gök gürültüleri arasında sağanak başlıyor. Çöl tozları yere inmeli. Şemsiyeler , yağmurluklar açılıyor da  rüzgar fena. Yağmur göz açtırmıyor, bir evin dam altına sığınıyoruz birkaç kişi. Dolmuşlara ulaştı seri yürüyenler.  Yufka ikram ediyor davetsiz konuklarına köylülerimiz. Kıtır kıtır incecik yufkalar. Çay içerken katık ederiz,  diyoruz. Yusuf  bey  de Esinti’ye gideceğiz, çaylar şirketten,  diyor. Soba da vardır, sabırsızlanıyoruz. Yağmurla birlikte hareket ediyoruz, dışarıyı göremiyoruz, hava yoğun.
          Esinti Seydikemer’de   tüm ovaya egemen bir tepede ,Belen Mahallesinde. Serin esintili bir işletme.  Ören Çayı’nın nazlı akışını, tepsi ak karlı Torosların batı ucunu, tepeler arasında ve  eteklerde seripiştirilen evlerle köyleri seyirle çaylarımızı içiyoruz. Soba da sıcacık kurutuyor ıslak paçalarımızı. Yağmur devam ediyor enginlerde. Evlerimize dönebiliriz  artık, binelim servislerimize… Atiye KAÇAR

            

RENK RENK ÇİÇEKLER

(OVACIK – KAYAKÖY - KELOĞLU BOĞAZI)


             Fethiye Kaymakamlığının önünde bir pazar sabahı: Birkaç kişi toplanıyor önce sırt çantalarıyla. Sonra servisler geliyor, neredeyse dolu. Telmessos Dağcıları bir oluyor, bütün oluyor. Gülümsemeler sıcak merhabalara katık ediliyor.
          Rehberimiz  Yusuf Çilengir  elinde bir küçük kağıt, gelenleri kontrol ediyor, sayıyor, servislere pay ediyor yürüyüşçüleri. “Haydi!” diyor sonra, atlıyoruz servislere; düşüyoruz yollara…  Bu pazar Ovacık’tayız. Hisarönü’ne dönüyor, sola tırmanıyor, Sen Nikolas Otel önünde iniyoruz servislerden.
          Ormana dalıyor, tırmanışla başlıyoruz yürüyüşe. Zambaklarla (süsen) dolu çam ağaçlarının altı. Her yer mor mor oluyor. Çoban yolundan Kayaköy’e yöneliyoruz. Kayaköy dağları zirvelerine bakacağız bu gün  ve Kayaköy’den Fethiye’ye Keloğlu  Boğazına ineceğiz on bir kilometre yolumuz var.
             Eşsiz bir doğa var Fethiye’mizde. Toprak daha  cömert, gökyüzü daha mavi, güneş daha parlak, sular daha aziz. Bitki çeşitliliği şaşkına çeviriryor çoğu zaman. Bu gün çiçeklerin günü.
           Domuz topalağı yok, papatyalar yok bu gün. Tüm nazlı çiçekler toplanmış Babadağ eteklerine, Kayaköy dağlarına. Süsenlerin  çokluğuna şaşarken çiğdemlere karışıyor gözler. Sarı sarı, mor mor çiğdemler.”Kaya diplerinde açmış çiğdemler”. Bizim yontraçlar da salkım salkım ak çiçeklere durmuşlar boyumuzca. Çam ağaçları asırlık. Yeşilin binbir tonu  doğada. Havada yaz sıcağı. .  Ormanın büyülü uğultusu  kulaklarımızda, kuraklığın ayak sesleri ayaklarımızda. Toprak nemli olmalı orman içinde bu mevsimde  ; ama nem yok şimdi. Çam yaprakları kuru toprakla kaygan, dikkatli yürümeliyiz.
        Kayaköy girişinden Fethiye’ye yöneliyoruz.  Rum evleri uzakta tepenin koynunda uykuda. Şimdi orkidelere dalıyoruz. Öbek öbek orkideler yapraklarını uzatmış çiçeklenmeye hazırlanıyor. Sami heyecanlanıyor. Sağımız solumuz ters lalelerle doluyor. Seviyoruz tüm çiçekleri, sevinçle coşuyoruz. Orkideler de ters laleler de çok az karşılaşılan; nazik, narin, alımlı, nazlı çiçekler.
         Kayaköy çobanlarına da rastlıyoruz koyunlarıyla. Ağıllarla, konaklama yerleri  de var çobanların . Hele ağıllarda oğlaklar dolu  çığlık çığlığa. Doğa yenilemeye durdu kendini, biz de yenilenelim.
        Ovacık, Kayaköy, Faralya’da yaşayan kim varsa kırk yaş üstü çoban öyküleri anlatır. Çobandır buranın halkı.  Bu dağların her karesinde ayak izi vardır  her çobanın. Toprağın her milimetre karesinde de keçi izi. Şimdi yok artık o kadar keçi. Hele turizm yaygınlaşınca gençler keçi peşinde koşmuyor artık. Çoban da azaldı dağlarda. Çiftliklere girdi hayvancıklar da. Gezemez oldular, özgürlük yok artık onlara.
          Kayalıların Süten  dikleri yerde meyve molasındayız. Burası  Likya döneminde yerleşim yeri imiş , yıkıntılar var. Yapı taşları öbek öbek.  Kim bilir kaç asırlık da menekiş ağaçları. Kalın güdük gövdeleri ile tomurcukları patlamakta. Koca ağaçların gövdeleri çentik çentik çizilmiş. Kurumuş sakızları var yer yer. Koparıyor, topluyoruz, atıyoruz ağzımıza ; sakız çiğneyeceğiz en doğalından. Ağzımda bir ferahlık, çocukluğuma dönüyorum. Menekiş sakızı satın alır köylülerden, çiğnerdik uzun süre. Nasıl toplandığını şimdi görüyorum.
            Nuray’ın annesi Kayalı, sakız yaptıklarını anımsıyor çocukluğuna dönerek. Annesine soruyoruz sakız yapımını:” Menekiş ağaçlarının gövdesi ağustos ayında çizilir. Bir hafta sonra çizilen yerden akan reçine- ki bunlar sakızdır- toplanır. Bir  ay içerisinde  çizilen yerden bir kaç kez sakız  toplanabilir. Toplanan sakızlar süzgeçten geçirilir. Karışan ağaç kabuklarından arındırılır. Sonra odun ateşinde kaynatılır. Bir kabın içersine soğuk su konur. Kaynayan sakız tülbentten  soğuk suyun içersine süzülür.   Soğuk  suda kıvamını bulan sakızlar çiğnenmeye hazırdır. Başta ağız içi yaraları, boğaz enfeksiyonları, öksürük olmak üzere bir çok hastalığı da iyileştirir.”
                Çocukluğumda çiğnediğim dağ kokulu sakızın tadı genzimde, belleğimin bir köşesinde. Çentiklenmiş ağaçlardan sızan sakızlar kurumuş. Koparıp ağzıma alıyorum bir parça. Bir serinlik yayılıyor hücrelerime. Damağıma yapışıyor, öğle yemeğinde yediğim  ekmek ve içtiğim çay ile ayrılıyor.
             Süten’den tekrar  tırmanıştayız. Asırlık zeytin ağaçları, harnup ağaçları ile yan yana. Sadece menekişler yapraklarını dökmüş, diğer ağaçlar sürekli yeşil.  İnişteyiz artık. Kış uykusundaki hayvanlar da uyandı tamamen. Kaplumbağalar yolumuzda karşıcı. Çayır papatyaları arasında kıpır kıpır ağırlıkları ile.
    Yemek molasını halkımızın piknik için de ulaşabildiği tepede yiyeceğiz. İnsanlarımız ulaşmış ya buraya çöpleri de bırakmışlar bellik olarak. Üzülyoruz onca güzelliğin içinde pet şişelere, atık poşetlere, plastiklere rastlayınca. Önce çöplerini topluyoruz ormanımızın, zorunlu kılıyoruz kendimizi çöpleri yok etmeye.
           Toprak bereketli dedik ya yayılıyoruz, mantar topluyoruz bu kez. Kulak dediğimiz mantarlar var çam pürçeklerinin altında. En çok Alihsan Bey topluyor. Çoğumuz ilk kez görüyoruz bu tür mantarı.
             Ormanımız heybetli, ağaçlar asil yürüyoruz. Fethiye gözüküyor çam dalları arasından ovayı dolduran yapıları ile. Ne kadar çirkinleştirdik güzelim Fethiye’mizi elbirliği ile. Kocaman ovayı denize kadar betona boğduk.
               Keloğlu Boğazı’na doğrulduk. Ormanın içine kadar sokulan apartmanları şaşkınlıkla karşılıyor birkaç kişi. Gecekondular arasından caddeye iniyoruz.

               Seri yürüdük bu gün, erken dönüyoruz evlerimize.  Atiye KAÇAR
BUHUR U MERYEM
(NİF,KIRKPINAR-YAYLA KORU-KAVACIK-YÜREK PARKURU. 17 KM)
            Pazar sabahı günler epey uzamış, diyorum kendi kendime. Sekiz buçukta Fethiye Kaymakamlığı önüne çıkıyorum , güneş epeyce yükselmiş. Telmessos Dağcılık üyeleri bekler birbirini. Pırıl pırıl bir gökyüzü, berrak bir mavi. Yağmurlar nerede kaldı?
           Üzümlü  yolundan tırmanışa geçtik. Ova yemyeşil, ağaçlar yapraklanmamış henüz.  Badem ağaçları ak toplar olmuş bahçelerde. Yaklaşınca yanına arı ve böcek sesleri kokuyla sarhoş ediyor. Sağ yanımız orman, çam ağaçlarının iğne yaprakları pırıl pırıl güneşle gümüşleniyor. Diplerinde sütleğenler sararmakta. Üç minibüsle çıkmışız yola. Bekir Beli de geride kalıyor.
              Çameli yolu çam ormanları arasında uzayıp giderken  Kırkpınar’da tesislere varmadan iniyoruz yol kenarında. Çam ağaçları altında yumuşak , kuru çam yapraklarına basarak tırmanmak yoruyor önce. Orman içinde yürümek büyülüyor. Kekikler kenarlarda keskin kokuları ile. Taşlar arasında, çalı diplerinda  yabani menekşeler. Öbek öbek mordan pembeye kayıyor. Aşağıda, ovada Nif kendi halinde uzanıyor. Yeşiller içinde kızaran kiremitleri ile. Evlere de tepeden bakıyoruz. Ağaçlar yapraklanmadı henüz. Gözler patlamak üzere dallarda.
            Nif’in tam doğusundayız. Güneşi arkamıza almışız, Yayla Koru’ya orman içinden yürüyoruz. Zorlanan arkadaşlarımız var. Seval sağ olsun  Şerife ile Ümmügülsüm ablaları da getirmiş eşleri ile. Yeni yürüyüşçüler zorlanıyor. Gülten geri dönmeli.         
              Yayla Koru’ya tepeden iniyoruz. Siteleri, villaları ve yıkılmaya mahkum olmuş eski köy evleri ile yalnız, ıssız, sessiz şimdi Koru. Bahçeler çiçeklenmeyi bekliyor yazlıkçıları ile.
            Fethiye’de İslam’ın şartı altıdır, derdi dedem. Altıncı şart da “Vakti gelince yaylaya çıkmak”tır. Fethiye’nin tüm köylerinin yaylası vardır onun için. Bu sene kış mevsimi görmedik, yazın kavrulacağa benzer CANIM Fethiye’m. Herkesin bir yaylası olmalı…
            Çal Dağı sipsivri sağımızda. Tepesinde kar geçen yıllar kadar çok olmasa da. Yeşillerden sonra yükseliyor ağırbaşlılığı ile. Karşımızda Torosların batı ucu Akdağlar uzamakta. Durun, seyredin biraz…
       Yayla koru’yu arkamızda bırakıyor kıvrıla döne yürüyoruz. Sedir ağaçları esir ediyor şimdi. Derelerde coşkun olmasa da sular var. Suların aktığı vadilerde koca çınarlar. Yol üzerinde çoban çeşmeleri uzun olukları, alafları, pırıl pırıl suları..Ağaç yaşamın her yerinde. Keçiler de çıkyor karşımıza karayağız çobanları ile. Çoban amcamız dertli,  çocukları çobanlık etmeyecek, göç etmişler şehirlere:
-Neredensin amca?
-Ha şu tepeyi aşın, Kavacık var, oradanım.
- Kolay gelsin, umarım seneye de görüşürüz.
             Çobanımızı susuzluğa benzer söyleşi özlemi ile bırakıyor, tepeyi aşıyoruz. Şaşıyorum, uzaklarda Ören çayı  kıvrılmakta.  Kayalar, yaban menekşeleri ve acı yeşil pıynarlar arasında yemek molamızı veriyoruz. Menekşelere bu kadar yakın olmak  gönlümü de renklendiriyor.
          Siklamenler Türkiye’nin taraf olduğu Bern Sözleşmesi gereği doğal yaşam alanlarında korumakla yükümlü olduğumuz bitkilerimizden. Seki’de biz “domuz topalağı” derdik. Yaşamımıza çok renk katıyor ki çok ad vermişiz diye düşünüyorum.  Yumruları domuzlar tarafından topraktan kazılarak çıkarıldığı için “domuz turpu, domuz ekmeği, domuz elması’ adları var. Ayrıca  domuzlar için iyi bir yiyecek kaynağı. Halk arasında Tavşankulağı, gılman da deniyor. En beğendiğim ad da  güzel kokusunu anımsatan adı : Buhur u Meryem
     Buhur u Meryemler arasında azıklarımızı paylaşıyor, yorgunluğumuzu şekerliyor dinleniyoruz. Bugün zorlu inişler ayak parmaklarımızı zorluyor. Rehberimiz “ On dakika sonra yola devam!”diyor. Yolumuz uzun yine.   
     İlle de meşeler. Koca gövdeleri yosunlu, dalları güdük, heybetli, meşeler top  top. Her birini ayrı kucaklamalıyım. Orman zenginleşiyor, pıynarlar  çatallanıyor. Keçi ağılları ortaya çıkyor. Kavacık mahallesi dağlar arasında birkaç köy evi ve keçi ağılı ile saklı. Badem ağaçları burada da çiçeklenmiş. Bakımlı horozları, sıpaları ve incecik oğlak seslerini geçiyoruz. İnişimiz daha seri. Dağlar arasından Ören çayı seçiliyor  çakıllı, geniş, ovayı boydan boya bölen su yatağı ile. Yürek Mahallesi de aşağılarda seçilmeye başlıyor. Biz keçilerle keçi olup kayalar arasında  zıplarken servislerin Yürek’e geldiğini öğreniyoruz.

           Dik yokuştan aşağı tırtıklı betonla yol yapılmış Yüreklilere. Yoksa yağmurda, çamurda zor yürünür bu sokaklarda. Mahalle içi keyifli, evinin önünde güneşlenen köylülerimizle söyleşerek servislerimize ulaşıyoruz. Söğütlü köyü mahalleleri ve Ören Çayı eşliğinde Kızılbel’den Üzümlü yoluna ulaşıyoruz. Yorgunluk geçti. Şimdi  zor olan servisle evimiz arasını yürümek(!). Atiye Kaçar. 16.02.2014
ÖLEMEZ DAĞI
Telmessos dağcılık
(Dalyan-Kaunos- Çandır- Sultaniye Kaplıcaları – 9 km. 09.02.2014)
         Pazar sabahı yollarda yine doğa severler. Telmessos Dağcıları Fethiye kaymakamlığı önünde toplanıyor, üç servisle yola çıkıyoruz.  Dalyan’dan Ekincik’e geçecek; Ölemez Dağı’nda yürüyeceğiz.
        Tarihi, yeşili ve maviyi özel bir uyumla birleştiren Dalyan’a ulaşıyoruz. Saat ona geliyor. Yağmur da bekliyoruz ya acele ediyoruz. Hemen tekne-dolmuşlara yöneliyoruz. Dalyan kanallarında  karşı kayalara oyulmuş kral mezarlerını seyirle yola çıkıyoruz. Yağmur başlamak üzere. Doğrudan kaplıcaya gidecek olanlar yola devam ediyor minibüslerle.
            Kanallar sazlıklarla işlenmiş, ağaçlar çiçeklerle süslenmiş. Bulutlar yoğun, yağmur yüklü. Kışı göremedik gerçekten bu sene. Bahar haykırıyor her yerde.  Çiçekler fışkırmış topraktan, doğa yenilenmenin güzelliğini yaşıyor. Şaşkınız, “Deli eder insanı bu dünya;/
Bu gece, bu yıldızlar, bu koku,/ Bu tepeden tırnağa çiçek açmış ağaç”
. Biz de deli oluyoruz ve yeni umutları yeşertebilmek istiyoruz yüreklerimizde.
     Karya kralı Miletos’un ikizlerinden biri olan Kaunos’un  ikizi  Byblis’in aşkın’dan kaçarak kurduğu antik kente çıkıyoruz. Geçen seneden anımsıyoruz “Kaunos aşkı”nı.  Kalıntıların arasında dolaşıyor, tarih öncesi devirlerin büyülü efsanelerini  büyütüyoruz düş gücümüzle. Bir ucu Köyceğiz gölüne uzanan bu tanrıçalar vadisinde karşıda Pan ve Kızlan dağları . Biz  Çandır’a yöneliyoruz. Kıvrım kıvrım kanal sazlıklar arasında,  dağlar arsından İztuzu’na uzanıyor.
        Azra Erhat’ın Anadolu ölü dillerinden bir ad  olduğunu, Türkiye’de benzer isimli 20 civarında dağ bulunduğunu söylediği Olympos (Ölemez) dağına  zorlu bir tırmanışa başlıyoruz. Yağmur da başlıyor, yağmurluklara sarılıyoruz renk renk. Ölemez dağı çam ağaçlarına sarmalanmış sarmaşıklarla bir de yağmur sonrası parıltısıyla parlak yeşile kesmiş. Kayalar bile pırıl pırıl . Ege denizi uzanıyor dallar arasında. Deniz koyu zümrüt, bulutlu bir hava. Yağmur sonrası bir ara bulutlar arasından süzülen güneş ışınları ile gümüşlenmiş parıltılı büyülü . Bakmaya doyamıyor durup durup fotoğraf çekiyoruz, her an sonsuzlaşmalı belleklerimizde.
         Sümbül Baba doruğunu aşıyor, Ekincik Köyüne ve koyuna salınıyoruz. İnişimiz de keyifli ıslak toprak ve yumuşak  yapraklara basa basa. Söylenceleri arıyorum belleklerde. Ölemez’in    güney yüzünde Kaunos-Afrodite / Artemis Tapınağı -; kuzey yüzünde Leto Termali(Sultaniye kaplıcası) var. Doğası özel:  Günlük ağaçları, bıldırcın, arı, kuzugöbeği mantarı yeri.  Apollon’un  kehanet merkezlerinden birinin de Köyceğiz Gölü’nün güneyinde, termalin önündeki durgun suda gömülen batık adalarda olduğu söyleniyor.. Homeros’un izi  de vardır orada.  Söylencelere göre  Afrodite, Kaunos dolaylarında iskele rıhtım pazarından çıkıp ilkin Olympos’a çıkar, burada hamakta sallanır siestasını yaparmış. Yine söylencelere göre  bilge , ozan Apollon   İztuzu taraflarında doğmuş.  Kardeşi bereket tanrıçası Artemis , Dionysos ve ötekiler de. Hepsi bu üç dağın arasındaki görkemli hamakta sallanırlarmış. Sonra yere iner Orientalis(günlük)  ağaçlarının reçinelerinden sağaltılan kremlerle vücutlarını ovarlar sonra da göbek mantarı yerlermiş. Enerjilerini harcamak için Dalaman Çayı’na raftinge , sağlıklarını korumak için de Olympos kıyısına, kaplıcalara giderlermiş.Burası çok yönlü söylencelerin anlatıldığı  bir vadi.
              Ekincik Koyu köpüklü, ince uzun kumsalıyla yaklaşıyor git gide. Denizin uğultusu, ak köpüklerin kıyıya yaslanışı aşağılarda. Bir yanımızda dikenli tel oluyor, bir yapı var denize doğru. Otel, bu otele enerji hattı için yol kazılmış çamur içinde kalıyoruz. Asıl zorluk buradaymış , diyoruz. Ayakkabılar birer ton oluyor. Mezarlık başına geliyoruz, servisler bekliyor. Ayakkabların çamurları fırçalanıyor, işbaşında herkes.Yorulduk Yürüyüşümüz dokuz kilometre sürüyor. Servislerle Kaplıcalarımıza gidelim.
                Köyceğiz Gölü’nün kıyıcığında iniyoruz. Sultaniye kaplıcaları kükürt kokusuyla karşılıyor. Su sıcacık. Dışarısı kaç derece olursa olsun su 39 derece. Önce sıcak geliyor, hafiften yakıyor vücutları. Sonra alışılıyor ve tüm iliklere kadar işliyor.
              Köyceğiz Gölü doğal bir kanalla denize bağlanan ayaklı göl. Tatlı su gölü. Nesli tükenmekte olan Nil Kaplumbağası bulunuyor. Toplamı elli iki kilometre  kare. Dünyada yedi tane ayaklı göl var.  Sultaniye Kaplıcaları da Kaunoslar zamanında kullanılmaya başlamış. Bizanslılar tarafından da konaklama yerleri yapılmış. Şifa dağıtan bir yer. Ancak bu döneme ilişkin yapılar sular altında kalmış.
     Şimdi gümüşlü suları ile göl kıyısının tadını çıkarmalıyız. Suya girenlerden buharlar çıkıyor. Yağmurda,  soğukta, sıcakta suya girilen kaplıcadan yararlanmak için bir en az on gün kalmak gerekiyor, bir kür 21 gün sürüyor.
       Yol uzun, eğlence güzel, zaman ilerliyor, evlerimize karanlıkla dönüyoruz.

            Atiye KAÇAR