25 Kasım 2014 Salı

DAĞ  ve   DENİZ
KİRME - YAĞLI- YAYLA KABAK - FARALYA YÜRÜYÜŞÜ- 23.11.2014
                     Pazar günleri doğa ile bütünleşme, kendimizi yenileme günümüz. Doğamıza saldırı haberlerinin bitmediği şu günlerde daha sıkı sarılıyoruz. Ağaçlarımız daha değerli, sularımız daha aziz. Dağlarımız daha öksüz.
          Taşyaka Mahallesi’nden tırmanırken Fethiye uzanıyor boylu boyunca. On on beş sene önce ovayı dolduran sera naylonu rahatsız ediyordu beni. Doğal ortamdan uzak, ilaç içinde yetişen ürünler ürkütüyordu. Pazarlarımızda mevsime göre sebze meyve döneminin  kapandığı yıllardı. Çocuklarımız doğal ortamı da göremeyeceği için bilemiyorlar artık hangi sebze- meyve yazlık, hangisi kışlık diyordum. Şimdi ekilebilecek alanları, ovamızı dolduran beton  yapılar daha da korkunç bir manzara. Çocuklarımız ekili alan göremeyecek.
                    Ovacık’a geliyoruz, orman içlerine kadar sokulan  yapılar izliyoruz iç acısıyla. Turizm sezonu bitmiş, villalar yalnızlaşmış, beton dikme mevsimi başlamış sanki. Ovacık’ı aşınca deniz uzanıyor boylu boyunca içimizi ferahlatıyor Akdeniz mavisi. Özgürlük tutkusu sonsuzlukla birleşiyor. Bir yanımıza denizi bir yanımıza dağımızı alıp yola devam ediyoruz. Kelebekler Vadisi bekliyor gizemi ile. Faralya evleri dumanlı, yeşiller sarı ile karışmış bahçelerde. Kirme’ye doğru  tırmanıştayız. Kirme denize bakan evleri ile sonbaharda ıssız, sessiz. Dolmuşları köy içinde bırakıyoruz, asırlık zeytin ağaçlarımıza selam veriyoruz. İşte o zeytinler hep var olduklarını haykırıyorlar kalın koca gövdeleri ile.
               Dağımız yalçın kayaları ile önümüzde. Denizimiz tüm enginliği ile uzanmakta.  Babadağ’ın arkasındayız. Tırmanışımız da başlıyor, yaylalara ulaşacağız tepeleri aşarak. Çam ağaçları gölgesinde, sararan yaprakları ile sakız ağaçları, menekişler, makilerle yürüyoruz. Zikzaklı Likya yolumuza dizilmişiz 55 kişi. Rehberimiz Yusuf Bey önde , artçımız Ümit Bey.  Ağır tırmanmalıyız, yorulmamalı  kalbimiz. Terleyenler var. Yeni yürüyüşçülerimiz katılmış aramıza. Alışmalı onlar da . Yedi yüzlü metrelerden başladık,bin üç yüzlü metrelere kadar tırmanıyoruz.  Deniz seviyesine, sıfır metreye ineceğiz.
       Yalçın kayalar önümüzde. Yukarıda gördüğümüz beli aşacağız. Çam ormanı arasında sandal ağaçları, sandal ağaçlarının kırmızı topicik meyveleri, adaçayları, kekikler derken tırmanış bitiyor. Tepeler arasında düzlükler, yaylalarımız başlıyor.  Yağlı, sıra sıra dikilmiş ahlatları, artık ekilemeyen tarlaları, yıkılmış evleri ile yalnızlaşmış. Geçen sene üç çoban yerleşkesi vardı; bu sene bir çadır kalmış. İneklerimizden sonra keçilerimiz de çiftliklerde yapay yemlerle üretilecek. Doğal ortamda yetişmiş hayvan sayımız gittikçe azalacak. Yağlı’da depremden önce yaşayanlar varmış ,şimdi  asıl yerleşim yerleri Karaağaç köyü imiş. Yağlı da hazine arazisi. Çoban sayısı azalmış.
       Orman içindeyiz yine. Ağaçlar yol veriyor, yalçın kayalar aralanıyor ve deniz çıkıyor ortaya birden. Deniz tüm çıplaklığı ile. Sayıyoruz adaları, koyları: Gemile, Soğuk Su, Darboğaz, Nikola Adası… Daha ötelerde Dalaman ve Göcek’e uzanan adalarımız. Rodos da seçiliyor, hava berrak bu gün. Deniz seyri ile fotoğraf çekimlerinden sonra dik bir iniş başlıyor yine zikzaklarla. Kelebek Vadisi yaklaşıyor, Faralya evleri ,  bahçeleri tepeden seyrediliyor kuşbakışı. Deniz uzuyor, keyif katlanıyor. Bu arada Faralya’nın yukarısında bıraktığımız birkaç top koca Meşe ağacına da sevgiyle bakıyoruz, biliyorum ki sayıları hızla azalmakta koca meşelerin. Denize paralel sürüyor bir ara yolumuz. Atlayacağız aşağıya… taşlar sağlam döşeli, kayarsak tutamaz kimse çabuk ineriz aşağıya. Denizin gizemli büyüsü yorgunluk bırakmıyor.
             Kayalarımızı mağaraları ile bırakarak iniyoruz tesisler arasında Faralya’ya , yol kenarında servislerimiz beklemekte. Beklemekte de deniz seyri ile çay keyfimiz de var. Şimdi gün batımını yollarda izleyebiliriz, Ölüdeniz’imizle.  Bol oksijenli dağlı denizli bir pazarımızı daha yaşamanın tatlı 

18 Kasım 2014 Salı

ÇINTAR  ÇINTAR   ÇINTAR

         Gece boyu yağan yağmur pırıl pırıl bir sabahı getirdi bu Pazar. Gönlüm de yeni umutlarda. Çıkıyorum sabahın erken saatlerinde yola. Fethiye Dağcılık yürüyüşçüleri toplanıyor sıcak merhabalarla . İki servisle çıkıyoruz yola. Mor pürenlerle donatılmış Üzümlü yolundayız,  güneş tüm çıplaklığı ile önümüzde, sağımızda yöremizde.
       Yunmuş arınmış doğa; Yaprak parlak, dal parlak, taşlar parlak. Sarılar, yeşiller, kızıllar hem çeşit çeşit hep parıl parıl parlak. Üzümlü   sararan sonbaharı ile uykuda. Bekir beli sabah ayazı ile ayakta. Arpacık mahallesi  yol ayırımında , Sandık’ta iniyoruz servislerden.  Teyzem giymiş lastik çizmeleri, dalmış ormana sabahtan, bir kova çıntarla karşılıyor bizi. Orman yeşili gülüşü içimi ısıtıyor. Bereketi yüklemiş gözlerine.
           Emin Bey’in elmaları poşetle dolaşıyor aramızda. Enerjimiz  yenileniyor. Arpacık Mahallesi’nin üzerinde ormana dalıyoruz. İnce bir patika  çevresine yayılmışız hemen. Nem kokusu, çam kokusu, su kokusu, ille de mantar kokusu.Tüm gözler çam pürçeklerinde, maki diplerinde. Çığlık çığlığa çıntar bulanlar. Ustaları  da var çıntar toplamanın, acemileri de. Önce ellerde birkaç çıntar hemen herkeste. Adımlar sıklaştıkça poşetler çıkarılıyor.
         Artçımız Ümit  hadi arkadaşlar, demeye yorulmuyor. Rehberimiz Yusuf Bey öncüleri durduramıyor. İlle de çıntar, her yer çıntar. Yağmur arkası fışkırmış mantarlar. Öbek öbek toplanmışlar. Bir bulan umutla coşuyor  pürçek kabartıları deşiliyor tek tek. Yol üstü yerler aranmalı. Zaman yok, yol uzun.
         Fethiye’nin ormanları eşsiz, korunmalı. Nif dağları da Fethiye’nin orman deposu. Yüksek çam ormanı içindeyiz. Yükseldikçe tepelere  ağaçlar da yükseliyor gökyüzüne, ara ara kesim yapılmış. Koca tomruklar uzanmış yamaç boyu, kabuklar soyuluyor,  özenle istif ediliyor. Çıntarcılar da karışmış orman işçileri arasına. Selamlaşıyoruz, torbalarında çıntarlar gülüyor bize.
          Tam yürüyüş ortamı. Yerler yorgan yumuşaklığında, güneş  alacalı uzanıyor  koca çam ağaçları yapraklarını parlatarak. Tepeleri aşıyor, tepeleri dolaşıyoruz. Vadilerde yağmur sularının derelerinde koca  çınarlar. Çınarlar  sarı kızıl yapraklı. Sonra meşeler başka kızıl top karşı yamaçlarda. Ya köy girişinde koca incirler sarı top olmuş sonbahar yaprakları ile. Yapraklar son günlerini yaşıyor dallarda. Çürüyecek, yeni bir yaşama toprak olacak. Patikadan  Belenkavağı’na geliyoruz. Terk edilmiş çocukluğumuzu saklayan sedirli, ağaç kapıları , pencereleri ve çökmeye hazır çatıları ile eski evler karşılıyor bizi. Sağır dilsiz olmuşlar şimdi yalnızlıklarıyla.
          Kavağımız asırlık, bir asır daha bekler mi bizi. Kol kanat gerecek çınarlarımız olmalı. Çınarın ardında çoban düzlükleri, yemyeşil.  
       Yemek molamız yılkı atlarını saklayan bir düzlükte. Asırlık çam ağaçları yol vermiş bir düzlük açmış. Ateş yakılıyor hemen. Çıntar kebabı yiyeceğiz.  Özenle temizliyoruz şişlere diziyoruz çıntarları. Birer lokma da olsa yiyeceğiz. Ateşe Nilgün yaklaşıyor sonra. Cezve taşımış, yemek üstüne kömürda Türk kahvesi pişiriyor. “kahveci güzeli” seçtik kendisini.
          Yemek sonrası toplanıyor, çıntarlarımızyaların yol verdiği yerler heycan verici. Yürüdükçe açılıyoruz. a fotoğraf çekiliyor yola düşüyoruz. Patikamız kayalar arasından geçiyor, düzlüklere iniyor, Çan sesleri saklı çalılar kızıl menekişler, çamlar arasında. Toprak yumuşak, çıntar toplama sevdamız bitmiyor, Çenger’e doğru iniyoruz. Güneş tüm güzelliğini vermiş doğamıza. Kış ayları yeni başlamışken bahar papatyaları açmış buralarda. Şaşkın papatyalar, diyoruz. Doğada bin bir güzellikle bin bir  heyecan yaşıyoruz. Çenger’de piknik yerine ulaşıyoruz. İmamın ürettiği ballardan söz ediyor, türbeye uğramıyoruz. Sularımızı dolduruyoruz ağaç oluktan. Çatallamışlar oluğu, üç bölük akıyor su. Dinleniyoruz da meyvelerimizle. Köyü sol  yanımıza alıp yürüyoruz. Zeytin toplamakta köylülerimiz. Çırpıyorlar koca ağaçlardaki zeytinleri uzun sırıklarla. Basmayın arkadaşlar zeytinlere dikkat!
         Patikamız uzadıkça uzuyor, zikzaklarla Kargıya uzanıyor. Asfaltı bulunca yürüme keyfimiz tamamlanıyor.Servislerimiz de hazır. Sağ olsun tüm yürüyüşçü dostlar ve rehberimiz. Atiye KAÇAR.  (FETHİYE  DAĞCILIK)

          

         

11 Kasım 2014 Salı

MANTAR KOKUSU, ÇINTAR TADI

Nif-Kırkpınar Yolu-Yayla Koru-Kavacık-Yürek parkuru 17 km.



  Pazar sabahı gök gürültüsü  ile uyanıyorum. Perdeyi aralıyorum dışarısı  fırtına, yağmur.  Hava yeni aydınlanıyor, bulutlarla kapkara.” Yürüyüş ne olacak”. Saat 07.30’a kadar bekliyorum. Rehberimiz Yusuf Bey ile konuşuyorum. Yusuf Bey kendinden oldukça emin: Yürüyüş var. Hava koşulları nedeniyle iptal olmaz, diyor. Gülümseyerek hazırlığa geçiyorum.
           Yol üzerinde bekliyorum servisimizi, arası yağmurlu bir hava. İki dolmuş geliyor, hava koşullarının yıldıramadığı yürüyüşçü sayısı artmış. Eksiklerimizi sayıyor, “Şeker oğlanlar” diyoruz çıkamayanlara.
          Üzümlü yolu çam ağaçları ile koyu yeşil olmuş. Güneş yok ya ağaçlar yağmur ıslaklığını yeşile sindirmiş. Kış başlangıcında olsak da pürenler mora kesmiş orman içini. Nasıl da coşmuşlar açmışlar hep birlikte ilkbahar coşkusuyla. Üzümlüde bahçelerin kızıl sarı yapraklı ağaçları sonbahar ezgisinde. Fethiye’de dört mevsim bir arada. Sabah mahmurluğu ile ovaya yayılan Üzümlü  yalnızlaşan villalarıyla sonbaharı almış omuzlarına… Bekir Beli de geride kalıyor. Çameli yolu uzayıp giderken Yayla Koru yol ayırımını  geçiyor  Kırkpınara varmadan Cevizlik ‘te bırakıyoruz servisleri.
        Çal Dağı karşımızda sipsivri. Yalçın kayalarla karşımızda. Kar yok zirvede henüz. Biz Torosların batı ucundayız bu gün. Çam ağaçları altında yumuşak kuru çam yapraklarına basarak tırmanmak zorluyor önce. Yağmur da çiseliyor arada. Nem, yosun ve kuru yaprak kokusu mantar kokusuna karışıyor. Şimdi gözler çıntar avında. Dağınık yürüyoruz. Batonlarımızla, şemsiyelerle eşeliyoruz  kurumuş yaprakları. Birer ikişer çıntar da buluyoruz. Rehberimiz, yolumuz uzun, diyor. Seval, azıcık mola, diyor. Yol üzerinde toplanan çıntarlar ellere sığmıyor, poşetler çıkıyor yavaştan. Bu gün “Çıntar güzeli” seçeceğiz. En güçlü adaylar, Seval  Ali Beyler( üç Ali var sanırım bu gün) Gülsüm.
           Çameli yolu uzuyor kıvrım kıvrım.  Nif   sonbahar kızıllığında bahçeleri ve kızaran kiremitleri ile yayılmş aşağılarda. Evlere tepeden bakıyoruz, kuş bakışı ve kuş özgürlüğünde. Islak çam dallarını incilemekta ara sıra yüzünü gösteren güneş, damlacıklar tutunmuş çam yapraklarının uçlarına. Karşı yamaçlarda ıslak kayalıklar gümüşlenmiş güneşle. Geceden yağan yağmur yumuş yıkamış tüm yeşilleri, taşları. Serin bir hava çıntar kokusu sarhoşuyuz. Yayla Koru’ya tepeden iniyor sonbaharla yalnızlaşan yayla evlerini ; villaları ve yıkılmaya yüz tutmuş eski köy evlerini ıssızlıkları ile bırakıyoruz. Geceden gelen sel suları kapılara kadar çamur da bırakmış.   
                   Yayla koru’yu arkamızda bırakıyor kıvrıla döne yürüyoruz. Bin iki yüz metre yükseklikteyiz. Asırlık çam ağaçlarına nazlı sedir ağaçları eşlik ediyor şimdi. Derelerde su yok henüz. Dere yataklarında kızaran yaprakları ile koca çınarlar salınıyor hafiften.  Makiler renk renk “yığırçık”lar top top kırmızı meyvelerinde. Kuşburnular kalmış dalların uçlarında. Çocukluğumuzun tatlı, dağ tatları, dağı büyütüyor gönlümde. Alıç da  buluyoruz  ahlat da… Meseniz Mahallesi aşağılarda. Karşımızda Akdağ etekleri. Meyveler bile ayakta yeniyor sanki, yolumuz uzun.
                Çamlar arasında mantar kokuları ile çıntar kebapları yiyeceğiz. Öğle yemeği molamız bir saat, diyor rehberimiz. Hemen bir ateş yakılıyor, çıkınlar açılıyor. Az yiyelim desek de yan masalardan ikramlar bitmiyor. Yeşillik bol önümüzde. Biri kurabiye kutusu dolaştırıyor, biri lahana sarması, derken biri biber dolması tutuşturuyor elime. Gözüm değneğe dizilerek pişmiş çıntarlarda. Kokusu doyuruyor önce. Önümüze alıyor birer lokma da olsa kebap keyfini yaşıyoruz. Söyleşi güzel de yolumuz uzun…  Toplu fotoğraf çekilelim de dizilelim patikamıza.
            
             Kavacık Mahallesi’ne doğru koca meşe ağaçları pıynarlara karışıyor. “Ah meşeler gövermiş, varsın göversin… “  Yaprakları değil koca gövdeleri yosunlarla göveren meşeler güdük dalları ile top top kızarıyor yeşil çamlar arasında. Pıynar pelitleri yollarda.  Zorlu bir inişteyiz. Çoban yerleşkeleri  melul melul bakan kara keçileri ve taşlara işleyen çan sesleri ile karşılıyor bizi. Uzun alaflı, pırıl pırıl suları ile çeşmeler de   gözlemiş yolumuzu. Avuçlarımızla dalıyoruz, kana kana içiyor, şişelerimizdeki sularımızı yeniliyoruz.
         Yalçın katman katman kayaları ile dim dik duran Torosları kıvrıla döne yürürken  ova uzanıyor, Ören Çayı bölüyor dağları. Ören ovasına dağılan geniş yatağı ile “deli çay” akmakta yol yol çakıllar taşlar arasında…  Aktığı yerden bir daha akmaz geniş ovada türlü yollar bulur kendine bu deli çay. Coşarsa da deli coşar. Çakıl ovası sanki  yatağı. Dağlar arasından geniş ovaya yayılmakta.
        Katman katman kayalar bağrında patika yolumuz. Uçak seyri ile izliyoruz aşağılarda  Yürek Mahallesi evlerini. Biliyoruz ki servislerimiz köy camiinin yanında. Biz nasıl ineceğiz oraya…  Günler kısalmış, gün batıyor, karanlığa kalmak zor. Adımlarımızı sıklaştırıyoruz. Çaya atlama, kayalıklardan uçma, kanatlanma tutkusuyla fotoğraf çekiyoruz. İndikçe aşağı Ören Çayı yaklaşıyor. Yürek evleri bahçe çiçekleri ve yollara kadar uzayıp dökülen meyve ağaçları ile sakin . Hava kararmadan cami önüne geliyoruz.  Dolmuşlarımızda dinlenmeye başlarız.            

           Söğütlü köyü mahalleleri ve Ören Çayı eşliğinde Kızılbel’den Üzümlü yoluna ulaşıyoruz. Hava kararıyor artık; soğudu da, evlerimizde sıcak çorba düşleyebiliriz…Atiye KAÇAR. 09 . 11. 2014

4 Kasım 2014 Salı

GÜZ YANGISI
(Kayaköy-Belen Mahallesi- Turunç  Pınarı – Kınalı Mahallesi/12.10.2014)
        Toprak kuru , yaprak kuru. Yaz sonu geldi yağmuru özler gönüller, yürekler. Serinletsin bizi yağmurlar, serinletsin de dağılsın güz bulutları. Gönlüm de bulutlu, ,izleyemez oldu Tv de haberleri.
       Havanın bir yanı, Fethiyemizin kuzeyi yoğun bulutlu pazar sabahı. Yürüyüşçüler düşmüş yollara. Toplasa da dolmuşlar mahallelerimizden bizleri, sokaklarda yürüyenler de var serinlikle. Yağışlı olur mu yürüyüşümüz. Her koşulda yürürüz. Mavi sulara da  dalacağız bu gün.
      Toprağın suyu özlediği  ölçüde özledik yürümeyi. Üç dolmuşla çıkıyoruz yollara. Debboy’dan çıkarken ince yeşilli ışıltılı çamlar arasına dalmanın keyfindeyiz. Kayaköy uykuda, bahçeler güz sarılığında. Hasat bitti. Kuyubaşı kahvemiz köy dinginliğinde. Belen Mahallesi’ne yöneliyoruz.
        Sarnıcımız bekler ovaya dağılan Kayaköy evleri, dağlara yaslanan antik kent kalıntıları seyriyle. Biz de dönüp dönüp bakıyoruz ardımıza , tırmanış da başlıyor. Yerler kuru, kayabiliriz, dikkatli olmalıyız. Çam ağaçlarının ardından Akdeniz makileri ile sürüyor patikamız. Turunç zirveye yol buluyoruz. Pıynarlar bir tünel açmış bize. Güneş yok, güz yangısı yakmış toprağı.
         Çam ağaçları, pıynarlar, sandallar ve çitlembiklerden sonra yeşilin çarpıcı tonu ile parlayan mersin tünellerine ulaşıyoruz. Üç kuyulardayız. Antik kuyularda su gözükmüyor ama su izi var ki mersinler yaşamına devam ediyor. Yağmurlar canlandıracak buraları, taşları yosunlandıracak, yeşili coşturacak, çiçekleri patlatacak. Kekikler kuru kokulu şimdi.  Deniz yok henüz; ancak tarih var. Yüzyıllık taş duvarlar geride kalıyor, “metro girişi” dediğimiz antikçağ kalıntısını  da geride bırakıyoruz. Tırmanış epey  yoruyor, suyu özledik.
         İşte şimdi engin Akdeniz uzanıyor, özel mavisi yelkenleri ve puslu güneş parıltısı ile. Karşıda Fethiye uzanıyor Göcek’e doğru. Denize atlama tutkusu depreşiyor. İniş kaygan ve kuru toprakla daha bir dikkat gerektiriyor. Öncülerimiz  “Cevizli  Köşk” adını verdiğimiz Turunç Pınarı çoban kampına  ulaşıyor. İsteyen burada kalabilir, diyor rehberimiz Yusuf Çilengir.  Soğuk suyu, birkaç sandalyesi koyu ceviz gölgesi ve engin deniz seyri ile konaklamayı seçiyor birkaç yürüyüşçü.  
          Koyu bir bitki örtüsü  şimdi önümüzde. Şaşkın kalmış bir keçiboynuzu ağacı baştan ayağa çiçeğe durmuş. Koku ve arı sesi ile irkiliyoruz. Bahardayız ama son bahardayız. Fethiye’miz her mevsimi bir arada yaşatır bize, mutluyuz.
      Koyun ve keçiler eşlik ediyor bize. Bunlar Çoban Osman’ın hayvanları. Çoban Osman kırk yıldır burayı şenlendirmiş keçileri, koyunları, tavukları köpekleri ve meyve ağaçları , sebzeleriyle. Denizin içine kadar uzanmış restaurantında, ağaç evlerinde, köşklerinde konuklarını ağırlıyor. Lüks yatlar da uğruyor buraya küçük balıkçı tekneleri de. İsterseniz sizi Boncuklu Koyu’ndan taşır özel tekneleriyle.
          Denizi gören yürüyüşçüler atıyor kendilerini mavi sulara. Soğuk mu , diyorum,  ben de bırakıyorum kendimi mavilere. Tüm hücrelerimize ulaşıyor suyun berraklığı, dinginliği. Çırpıntılar enginlere çağırıyor. Açıldıkça açılıyor Hatice ile Nilgün. Ben de geleceğim, bekleyin. Su öyle güzel, akvaryum berraklığı… Dışarı serin. Acıktığımızın farkındayız çoktan. Azıklar açılıyor, diyet söylentileri eşliğinde lokmalar bölüşülüyor, yan masa ikramları başlıyor. Balıkçı Osman yeri şenleniyor. Mersinler olgunlaşmış, üzümler ballanmış…
         Zamanı durdurmak gerekli, acılara umar bulmak, umarsızları yüreklendirmek için güç gerekli. Umut   gerekli deniz enginliğinde. Puslu  deniz ufkunun verdiği belirsizliği çözmek gerekli.  Denizle gökyüzünü ayırmak gerekli. Gerekliler için dönmek gerekli. Rehberimizin çağrısı kendimize getiriyor. Toplanmak, yola düşmek gerekiyor.
       Dağlara vuracağız, bir daire çizip Kayaköy Kınalı Mahallesi’ne ulaşacağız. Tırmanış başlıyor, deniz uzuyor, güneş denize düşüyor, deniz gümüşleniyor, patikalar uzuyor, keçiboynuzu- harnup ağaçları kuru meyvelerini sunuyor, kuru kekik kokuları kuru ot kokularına karışıyor, taşlar kayıyor ayaklar altında, yıkılan ağaçlar yolları kesiyor, kırkayak dizimiz uzuyor, İlknur direniyor, molalar sıklaşıyor Haçbel’e varıyoruz.
                    Yolumuz azaldı, İniş başlıyor, gevenler bacaklarımızda. Çalılıklar içindeyiz. Canım Akdeniz makileri…Taş duvar kalıntıları arasında zeytin ağaçları yerleşim yerlerini belirliyor. Baharda çiçeğe gark olacak küçük düzlükler kupkuru. Güz sonlarındayız. Çitlembikler, keçiboynuzları az da olsa sandal ağacı meyveleri attık ağızlarımıza en doğalından. Sandal ağacı meyvelerine “dağ çileği” diyoruz. Güz bereketi kuraklığın pençesinde. Yağmuru gözlüyor tüm doğa.
          Dönüşümüz iki saati geçiyor. Restorasyona uğramış Kayaköy evleri karşılıyor Kınalı’da bizi. Güzelim taş duvarlarda yapaylıklar katlanılmaz. Kayaköy’ün bütününü kaybedeceğimizi unutmayalım.  İhale   23 Ekim’de yapılacakmış. Haberi şöyle:   “Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Çevre ve Şehircilik Bakanlığı arasında 2013 yılı başlarında imzalanan protokolle Fethiye Kayaköy'de tarihi kalıntıların yer aldığı bölge turizme açılırken, diğer bölgeye de kısmi inşaat serbestliği getirildi. Projeye göre “Kayaköy'ün üçte birlik kısmını kapsayacak oteli işleten firma, tarihi köyün kalan kısımlarının da onarımını sağlayacak. Yok olmaya yüz turmuş Rum evleri aslına uygun olarak onarılarak turizme kazandırılacak(!)
Bu bağlamda daha önce çıkılan ihalelere katılımcı bulunamadığı için
proje hayata geçirilememişti. Kültür ve Turizm Bakanlığı Kayaköy için yeni bir ihale kararı aldı. 23 Ekim'de açık artırma usulü ile yapılacak ihale ile tarihi köye 300 yataklı  turizm tesisi yapılacak.”  
        

         Dolmuşlarımızı görmek dinlendiriyor, Kuyubaşı kahvesinde çay molası bir kez daha dinlendiriyor. Bitimsiz bir söyleşi de özlediğimizi gösteriyor bir birimizi. Haftaya yine  dağ, deniz ve tarihi kaynaştırarak yürüyeceğiz. Akşam kızıllığı  ile evlere dönmek de güzel.Atiye KAÇAR
BAĞ BOZUMU
Arsa- Koyat Geçiti-Kayadibi- 2.11.2014
            F ETHİYE Dağcılık  yürüyüşçüleri toplanıyor büyük bir coşkuyla. Pazar günleri özlemle bekleniyor, Rehberimiz Yusuf Çilengir elinde küçük bir kağıt, gözü aldığı notlarda; ayakları bir o minibüste, bir bu minibüste. Sayım yapılıyor, yollara dökülünüyor.
          Antalya yoluna düşüyoruz. Zorlar  ovasını geride bırakıyoruz Doğa  güz bereketini yaşıyor cömertçe. Arsa  Fethiye’nin üzüm, pekmez, elma deposu. Meyve almıyoruz çantalarımıza bu gün. Güz döküntüsü  ile göz doyumu yeter .
     Eşen Ovası renk cümbüşü.yeşil sarıyı, yeşil kırmızıyı, yeşil turuncuyu bağlamış, harmanlamış salmış ovaya. Tarlalarda hasat kokusu. Nar bahçeleri ağzı açık birkaç meyve saklamakta sarı yeşil yapraklar arasında. Susam hasadı Kızılderili obasına döndürmüş tarlaları, öbe öbek susam gümülleri ile. Bahçelerde çeşit çeşit meyve ağaçları dansına katılmış renklerin. Girmeler köyü de yaz sonunu yaşıyor kendince. Döğer’den sonra ovayı büyüten tırmanış var. Yükseldikçe Bağlıağaç Köyü de geride kalıyor, asma bahçeleri sıklaşıyor bayırdan aşağılara. Arsa kocaman soğuk hava deposuyla karşılıyor gelenini. Köy meydanı kalabalık. Traktörler, kasalanmış elmalar, üzümler… Bağ bozumu tüm ürünler ayakta.Köy kahvemizde  konaklamıyor yürüyüş başlasın bir an önce, diyoruz.
       Arsa toprakları verimli. “Sabit kalsak bir süre toprakta, kök salar ; meyveye dururuz.. Arsa adının “Arazi parçası” anlamı taşıdığını düşünürdüm. Biraz aradım:şaşmadım ama. Arsa eski yerleşim yerlerinden. Çocukluğumda tuluk ile pekmez gelirdi Seki’ye.
        Arsa köyü adını Likya antik kentlerinden olan “Arsada”dan alıyor.” Arsada” Likçede  akarsu anlamına gelen bir sözcük. Köyün çevresindeki bol akarsular bu adı doğrular. Arsa adı Osmanlı dömeminde de  “Arısu” olarak  geçiyormuş. Köy sınırları içinde  bilgisizliğin ve duyarsızlığın izlerini taşıyan birçok tarihi kalıntıya rastlanıyor. Saklıkent  Kanyonu sularını besleyen kaynakların çoğu da bu köy sınırları içinde verimli kılmakta toprakları; tatlandırmakta meyveleri, sebzeleri.
             Servislerimizi köyün içinde bırakıyor, asmaların altından dalıyoruz Aşağı Mahalle yönüne. Asmaların altından patika buluyoruz  Hasatla uğraşan köylülerimiz ikram etmekte sulu tatlı üzümlerden. Kasalanmış, pazarlamaya  hazır hale gelmiş üzümler. Elma bahçeleri temizlenmiş. Ayvalar sarı sarı sarkmış, narlar tanelerini saçmış, böğürtlenler kızıl-kara olmuş. Asma bahçeleri dayamış sırtını Akdağ’a  uzmış eteklere doğru içmekte tüm bereketini güneşin.
         Köy sınırlarını aşıyor Saklıkent kanyonunu saklayan yalçın kayalıklara doğru iniyoruz.Kanyonu besleyen, dağları kesin çizgilerle bölen vadiyi derinlerde akan suları ile geride bırakıyor, Arsa’nın Aşağı Mahalle’sine yöneliyoruz.
     Aşağı Mahalle’yi ve Arsa’yı düze indiren taş patikamız sarının kızılın turuncunun hele yeşilin binbir tonunu açıyor önümüze. Meşelerde, çitlembiklerde asmalar, ağaçlarda sarkan tadına doyumsuz üzümler, çayırlarda  kızıl-mor kadife yaprakları ile yılan bıçakları, dalgalı yeşili - pembe morları ile sıklamenler… Suyolu eşlik ediyor bir yandan. Evlerinde sevgiyle söyleşiyor, buyur ediyor bahçlerine köylülerimiz. Antalya sınırı burası. Okul yok, okuma yok; içim acıyor.
         Akdağ etekleri derin vadileri ve yalçın kayalıkları ile Kayadibine iniyor. İki taş köprü var bu parkurda kalıcılığı, sonsuzluğu haykıran. Koyat Geçiti  bağlıyor Arsa’yı ovaya. Köprülerin altından ne sular geçti kimbilir. Şimdi suskun defneleri ve çınarları besliyorlar koyunlarında. Köprülerimizi  taş sütun ayakları ve çimen yeşili zeminleri ile doğaya emanet ediyor, yolumuzun keyfini çıkarıyoruz. Yokuşun sonu, pıynarlarla pelitlerle devam ediyor. Yeşil koyulaşıyor, kekik kokularına yosun kokusu karışıyor. Avazımız çıktığınca bağırabiir, haykırabiliriz tüm haksızlıkları. Ovamız uzanıyor aşağılarda, zikzaklarla taşlı patikamız indiriyor bizi ovaya. Fotoğraflarımızı yalçın kayalarla engin ovalar süslüyor. Gözü tırmalayan tek yapı yeşili deşip yapılaştıran Kayadibi inek çiftliği.
     İnince ovaya rahatlıyor ayaklarımız. Köy yolu traktör sesleri hasatta. Çiftçilik desteklensin, ekilebilen topraklarımızdan uzak dursun beton yapılar… Saklıkent yolu, yol kenarı gözlemecileri toplamışlar ak yastıklarını sedirlerden. Sezonlarını kapatmışlar sararan yapraklarla sessizleşmişler. Çay  molamız Kayadibi köyü kahvesinde. Toprak kokusuyla selamladığımız köylülerimiz de eşlik ediyor sıcak çay söyleşimize. Dönüşümüz gün batımı seyrine kalıyor yine. Atiye Kaçar