27 Ocak 2014 Pazartesi

DOLUDA YÜRÜMEK
Nif- Gedre- Çal Dağı  yürüyüşü. 26.01.2014
                 Karda yürümek zordur, doluda yürümek daha  da zor.
                 Telmessos  Dağcılık bu pazar da sabah 8.30’da Fethiye Kaymakamlığı önünde. Yağmur yağıyor dünden beri. Yağmur rotamızı da değiştirdi. Nif- Gedre mahallesinden Çal Dağına çıkacağız, ulaşabildiğimiz yere kadar.
               Bu gün yürünmez, yağış var, aklınız yok mu, oturun sıcacık sobanızın başında sesleri arasında çıkıldı evlerden. Çantalar daha ağır, yağmurluklar, yedek giysiler aldık. Atkılar, bereler, eldivenler de tamam. Kaç haftadır, aydır  yağış bekliyoruz. Kuraklığı yerinde görüyoruz, dereciklerimiz akmadı, ovalarımız suya doymadı. Ormanlarda ağaçlarımız hasret kaldı yağmura. Kış pencereyi araladı, görmemiz gerek.Bir dolmuşluk adamız.
         Tüm dünya kuraklık ile baş etmeli. Küresel ısınma tüm gezegenimizin sorunu. Yağmurlar da ölçüsüz yağıyor. Geçen yağmurlar bütün yanlışlarımızı, eksikliklerimizi haykırırcasına doğal yıkımla geliyor. Yollarımız kapanıyor, ekili alanlarımız zarar görüyor. Kuraklık daha büyük tehdit.
           Üzümlü’yü geride bırakıyoruz. “Göl Yatağı”nda su birikmeye başlamış. Seviniyor Üzümlü halkı. Kasımdan haziran sonuna kadar su görülen göl yatağı bu sene yeni gölleniyor, ne kadar su tutabilir merak ediyoruz.
         Nif de geride kalıyor, orman içi yağmurla büyüleyici. Sisler içindeyiz. Gedre mahallesinde bırakıyoruz dolmuşumuzu. Tam teçhizatlı Cevat kelle oluyor her birimiz. Yağmura karşı tüm önlemler alınıyor. Çal dağına tırmanış da başlıyor.
        Her yer sis içinde çam ağaçları yağmur damlacıklarıyla incilenen yapraklarını pırıldatıyor, gözümüzün içine sokuyor. 1300 metrelere çıktıkça sedirler tüm zarifliklerini gösteriyor sisler önünde. Yerler beyaz ama kar değil yağan. Arada bir tüm yoğunluğu ile kendini  gösteren, patır patır öten yağmurluklarımızda: dolu. Dolu yağıyor, arada da yağmur. Bir uğultu ki kendimize getiriyor, kendimizden geçiriyor bizi. Sisler içinde kaybolmak, bilinmeze koşmak belirsizliği çözmek için yürüyoruz. Doluda yürümek zor, iki ileri bir geri oluyor adımlarımız.Yürüdükçe açılıyor önümüz. Haykırıyoruz bastırmak için kışın ayak seslerini. Akoluk mevkiinde bir köşk, altında mı mola versek, yağış izin vermiyor meyve molasına. Köşkün  üstüne çıkıyor, sonra  dinlenemeden yerinde bırakıyoruz köşkü. Akoluk da suların çağıltısı eşlik ediyor köşklere. Üç köşk ve dağlardan koşa uça aşağılara inen sular. Dereler coşmuş.Patikaya geçiyoruz ateş yakıp öğle yemeği yiyeceğiz.
            Yusuf Bey biliyor dağları, odunların dilini de çözmüş. Geven köklerini toplatıyor ekibe. Sadece bu ağaççıklar suyu içine çekmezmiş.kırıyoruz kuru çıkıyor. Ateşin çevresinde eline aldığını yiyor herkes. Ellerimiz, ayaklarımız ısınıyor, dönüşe geçiyoruz. Dolu bembeyaz etmiş yerleri. Güle oynaya dolmuşlara ulaşıyoruz. Nif’te kahvede soba keyfi yaşayacağız.
             Küresel ısınma iklim, bitki örtüsü değişiklikleri ile devam ediyor. Kendi adımıza bilinçlenmeli her gün bilinçli kişi sayısını arttırmalıyız.neler yapabiliriz? Öncelikle çok  dikkatli olmalıyız, bilelim, bakalım:
·         Standart ampulü, tasarruf ampulü ile değiştirmek, yılda 75 kilogram kg karbondioksit tasarrufu sağlıyor.
·         Daha az araba kullanmak. Araba kullanılmayan her 2 kilometre için 0,75 kg karbondioksit tasarruf edilecektir..
·         Geri dönüşüme katkıda bulunmak. Evlerden çıkan çöplerin sadece yarısını geri dönüştürerek yılda 1200 kg karbondioksit tasarrufu sağlanabilir.
·         Daha az sıcak su kullanmak. Daha az su tüketen bir duş başlığı ile 175 kg, giysileri soğuk su ya da ılık suda yıkayarak da 250 kg karbondioksit tasarrufu yapılabilir.
·         Ambalajları fazla olan ürünlerden kaçınmak. Çöpü yüzde 10 oranında azaltarak yılda 600 kg karbondioksit tasarrufu yapılabilir.
·         Isıtıcı ayarını kışın 2 derece aşağıda, yazın 2 derece yukarıda tutmak yılda 1000 kg karbondioksit tasarrufu yapılabilir.
·         Elektronik cihazları tamamen kapatmak. Evde ortalama 8 saat stand by konumunda bırakılan TVDVD, müzik seti gibi elektronik cihazlar, yılda 450 kg karbon gazının atmosfere yayılması anlamına gelir.
·         Her yıl en azından bir ağaç dikmek. Bir ağaç ömrü boyunca 1 ton karbondioksit emmektedir.
·         Özellikle ısınmada güneş enerjisi ile çalışan sistemleri kullanmak. Bu çok büyük tasarruflar sağlayacaktır.
·         Ormanlarda piknik yapmak yerine çok az ağaçlık küçük park ve bahçelerde piknik yapmak, orman yangınlarını engelleyecektir
·         Orman içlerinde yapılan pikniklerde kullanılan ve mercek görevi yaparak ormanların yanmasına neden olan cam kırıklarının toplatılması için gönüllü toplayıcı ekiplerinin oluşturmak. Bu sistem yerel yönetimler tarafından oluşturulabilir.
·         Yaygın kullanım sağlanabildiği taktirde tarım arazilerine eklenebilecek biyolojik kömür'ün küresel ısınmaya karşı en güçlü silahlardan birisi olabileceği düşünülmektedir.
          Dünyamızı nasıl kullanıyoruz, kişisel alışkanlıklarımızın etkileri ne kadar? Merak ediyorsanız, http://ekolojikayakizim.org/account/signup adresini ziyaret edebilir ve kendinizi değerlandirebilirsiniz.

         Bireysel alışkanlıklarımız toplum alışkanlığını oluşturacaktır. Ağaçlar tek tek sağlıklı ve gür olursa orman güzel oluyor. “ Yaşamak  bir ağaç gibi tek ve hür; ve bir orman gibi kardeşçesine…” Atiye Kaçar
KIŞI GÖREMEDİK
Kayaköy-Afkule-Haçbel-Karagözler yürüyüşü 19.01.2014
           Telmessos Dağcıları toplandı yine Fethiye Kaymakamlığı önünde. Kordona, denize ve Fethiye dağlarına :  “ Merhaba!”
           Yağmuru görmedik bu sene daha. Dağlarımızda kar çok az. Kış ayları bitmek üzere, kış hala yok. Bahar çiçekleri açmaya başladı çoktan. Hava bulutlu bu gün, yağsa keşke.
            Servislerde son kontrollerini yapıyor rehberimiz Yusuf Çilengir. Dağlara, çam kokularına yollanıyoruz. Debboy’dan tırmanırken biz Fethiye de yayılıyor ova dolusu. (Ne kadar yayılmışız, Fethiye ovasını ne  kadar çok doldurmuşuz beton yapılarla, üzgünüm.)
               Kayaköy kahvesi her zamanki gibi bekliyor bizi. Çınarımızdaki baykuşa da selam veriyoruz. Çaylarımızı yudumlarken kuraklıktan söz ediyoruz.
             Masallardan fırlayan Kayaköy  evlerine bakıyorum, buradan göç eden insanları düşünüyorum. Ne acılar yaşattı savaşlar insanlığa. Kolay değil insanın yaşadığı yeri bırakıp gitmesi.

                  On birinci  yüzyılda Rumlar tarafından Likya uygarlığına ait  “Karmylassos” kenti üzerine kurulan Kayaköy’ün  adı “Levissi”. 30  Ocak  1923’te Lozan’da imzalanan Yunan ve Türk halklarının mübadelesine  ilişkin sözleşmeye dayanarak boşaltılmış. Yaklaşık 25000 kişinin dostça yaşadığı  köy bu günkü terk edilmişliğine ulaşmış. Yunanistan’dan buraya gelen Müslümanlar bu taş evleri bırakıp düzlüğe ve başka yerlere yerleşmiş, köy de sessizce yalnızlığını yaşıyor. 

            Kayaköy için pek çok yazı yayınlanmış, sempozyomlar, forumlar düzenlenmiş, köy Türk Yunan Dostluk Köyü ilan edilmiş. Bu girişimler  Levissi yerleşimindeki bu yapıların özgün biçimleri ile daha uzun yaşamaları için atılan adımlar olsun , derim. Oysa kardeşce yaşıyormuş buralarda da halklar… Tek meyve ile bahçe olmaz. "Bak şu bahçenin güzelliğine. Şu şeftaliye, şu eriğe, şu armuda, şu çiçeklere bak. Hepsi birlikte güzel... Bir ülkenin içinde ne kadar din, dil, ırk varsa o kadar zenginliktir bu... Budur sana, Sinoplulara, Ayancıklılara ve Türklere son sözüm: Tek meyveyle bahçe olmaz..." (Emanet Çeyiz, Kemal Yalçın)


           Gemile yolunda, Afkule yol ayrımında iniyoruz servislerden. Çam ormanı içinde iki kilometrelik bir yürüyüşün ardından Akdeniz uzanıyor aşağılarda. Denizden 400 metre yükseklikte kayalara oyulmuş bir manastır çıkıyor ortaya. Rivayete göre Afkule’yi Elefterios adındaki bir keşis  herkesten uzakta ibadet edebilmek için tek başına yapmış.Burası daha sonra  genişletilerek daha fazla keşişin yaşadığı bir manastır olmuş .  1924’teki mübadeleye kadar Ortodoks Rum keşişler tarafından kullanılmış....  Kimine göre bu manastırda Hz. İsa yıllarca saklanmış, kimine göre ise manastır papazların inzivaya çekilip af diledikleri yermiş.
            Manastır dünyanın en güzel  manzarası ile gizlenerek yaşıyor. Kuleye merdivenle tırmanabiliyor ve sonsuzluk duygusunu iliklerimize işleten engin deniz seyrine doyamıyorsunuz. Buradan İblis Burnu, Kurdoğlu Burnu, açık  havada Rodos adası görülebiliyor.
            Likya yolları tabela ile  belrlenip  işaretlenmiş . Afkule’den Darboğaz’a ve Fethiye yönüne tabela var. Yusuf Bey acele ediyor, yolumuz uzun. Karanlığa kalmayalım. Seri bir yürüyüş başlıyor. Hava serin, yerler yumuşak. Yer yer yağmur ormanlarını anımsatan ormanlardan geçiyoruz. Yeşilliğe doyuyoruz.
            Akdeniz uzanadursun boylu boyunca Göcek, adaların arkasından göz kırpıyor marinadaki yelkenlileriyle. Kapıdağ bir tarafta uzanyor, Kızılada  bir tarafta. Bir yanımız deniz şimdi. Çam ağaçlarının arasında asırlık zeytin ağaçları, harnuplar , çitlembiklerle yürüyoruz. Kızıl gövdeleriyle birkaç sandal ağacı da çıkıyor karşımıza.
          Haçbel  kalıntıları ve bin yıllık menekiş ağacı ile gizemini koruyor. Ağacımızın etrafında hayranlıkla dolaşıyor, kalıntılar arsında tarihe dalıyoruz. Patikadan ilerliyoruz. Üçkuyularda  mersin tünelinden geçiyor, parlak yeşille yosunlanan taşları kucaklıyoruz. Ağaçların gövdelerine dek uzanan yosunlar örtüyor çıplaklığı. Yorulup dökülenler isyanlarda olsa da yürüyüş devam ediyor kıvrıla döne yeşiller içinde. Çobanların her santimini ezbere bildiği çalılıklar arasında molalarımızla çevre seyrindeyiz. Tepeden . Göcek’ten  Fethiye’ye  uzanan dağların koynunda mavi deniz, ovanın doğallığını katleden seralar ve aralıksız, ağaçsız, yeşilsiz yapılar… Fethiye büyüdükçe büyüyor, büyüme sancılı… Doğaya dönelim.
            Dağlarda yabani badem ağaçları çiçeğe durmuş, uğur böcekleri canlanmış bahar çiçekleri donatıyor bulduğu yeşilliği. Biz kışı beklerken bahara geçtik sanırım. Kışı göremedik, bu önemli.
            Karagözlerin tepesinde atlayabiliriz denize. Kayalara oturup biraz dinleniyor, fotoğraf çekiyoruz. İniş de zorlu, dik yamaçtan. Hüseyin öncülük ediyor düşenlere. Yerler nemli ya kaygan doğal ki. 14 km yürümek yordu herkesi. Karagözler’de apartmanların arasına karışan büyük bir oh çekiyor. Deniz Kafe’ye  dalıyoruz hemen yorgunluk çayı içeceğiz. Deniz içinde denizle dinlenmeye başlıyoruz bile.  Haftaya  Nif tarafındayız. Atiye KAÇAR
         
    
        






14 Ocak 2014 Salı

ÇALILAR ARASINDA
Nif- Sandık – Kiloluk – Çenger  parkuru.12 01.2014
                Kış yok daha. Yağmurları bekliyoruz. Hava bulutlu ama yağış yok. Yürüyüş için ideal bir hava. Kuraklık düşündürüyor doğal ki…
              Telmessos Dağcılık grubu saat 08.30’da üç servisle toplandı Fethiye Kaymakamlığı önünde. Grubun yeni üyeleri ile tanışıldı. Kalabalığız bu gün. Rehberimiz Yusuf Çilengir hazırlıklarını tamamlıyor, yola koyuluyoruz.
                Üzümlü yolundayız, çam ağaçlarının altı pürenlerin kızıllığı ile renkli. Üzümlü sabah sisi ve soba dumanları  örtüsüyle Geyrandağı’nın kucağında  uykuda. Bekir Beli’ne yollanıyoruz.  Yükseldikçe  sabah  soğuğu iliklerimizde. Yürümeye  başlasak ısınırız. Çameli yolunda  Nif- Sandık’ta iniyoruz servislerden.  Orman yolundayız önce. Damarası Mahallesi evleri aşağıda kalıyor, susuz derelere düşüyoruz. Kiloluk yönünde tırmanıştayız. Toprak ıslak, taşlar yosun yeşili, yerler dökülmüş yaprakların yumuşaklığı.
              Yağmurlar yok ya su olması gereken dereler kuru. Orman içine dalıyor, 1200 metreye kadar tırmanıyoruz. Çam ağaçları , çalılıklar derken  Kiloluk mezarlığına geliyoruz. Mezarlıkta iki mezarda taş var. Diğer mezarlar da bozulmamış. Mezarlardan biri “Hüseyin Budak- 1942” diğeri “Ayşe Gümüş-1966”. Burada Aleviler yaşıyormuş. 1960’larda Civcivli Ahmet Ağa’nın önderlğinde  Günlükbaşı’na taşınmışlar. Terk edilmiş birkaç da ev var. Aşağılarda  da  bizim koca çınar.  Çenger adının da  “cenger, cengaver”den geldiğine inanılıyor. Köyde bulunan kuyu, kalıntılar, mezarlık burada büyük bir savaş yapıldığının göstergesi.
           Şimdi denizi görüyoruz, yüksekten, uzakta; ışıl ışıl , ebruli… Dağlar dumanlı, adalar koyu yeşil;hatta kapkara. Yürüyüş kolay artık diyoruz,  tırmanma tamam. Unutmayalım “Her yokuşun bir inişi vardır” .
          İniş  keyifli çalılar arasında. Çam ağaçlarına kuru dallarıyla meşeler karışmış. Meşelerde kalan son yapraklar üzerimize yağmakta ipil ipil. Çalılar arasında yürümek  zor. Ancak sağımız yeşil, solumuz yeşil, vadide Kiloluk  evleri tek tük, çobanlarıyla.
            Dağlar arasında bulabildiğimiz bir düzlükte yemek molasındayız. Öbekleniveriyoruz çayıra, ateşimiz de yanıyor hemen. Hazırlıklar tamam, yan masa ikramları başlasın. Karanfilli, tarçınlı çaylar benden.
          On iki kilometre demişti rehberimiz  rotamızı ama çok uzun geldi bu kez. Patikadan, orman içinden, dereden, tepeden, orman yolundan , bayırdan çayırdan yürüdük bu gün. Sıklamenler yeşil yeşil filizlenmekte. Kekik , yosun ve ot kokusu unutturmuş zihnimizdeki egsoz kokusunu…
            Şimdi Çenger’deyiz. İmam bize çay demliyor, meşhur yeşil cami önünde dolmuşlarımızla da buluşuyoruz. İmam , dua ederken siz çayımız hazır olur hemen , diyor. Cami avlusunda bir türbe var. Cami önünde de bir çınar. İçi oyulmuş, koca bir çınar. Kaç yüzyıllık acaba, diyoruz. Çınar da Osman Efendi zamanından kalmış, en az beş yüz yıllık.
           Köylülerimi ayrı severim. Rastladığım her canıma da selam veririm. Bir kızcağız görüyorum, annesiyle. “Kim bu türbede yatan?” diyorum . kızımız bilmiyor. Babam anlatıyordu diyor. Ödev verdim ona öğrenip anlatacak bana. Yurt parası veremeyecekleri için açık lise okuyormuş, adı. Ayşe.
         Kızım öğrenedursun ben İmamın karısına soruyorum. Denizle ilgili bir efsanesi var, diyor. Halk körükörüne dua etmesin, öğrensinler , merak etsinler, sorsunlar istiyorum.  Giriyoruz biz de cami avlusuna, dua ediyoruz gönlümüzce. Kimmiş Osman Efendi:
  “iÇengerli Osman Efendi yaklaşık 450 yıl önce Isparta taraflarından gelip Çenger köyüne yerleşmiş. Köylüleri ve yakın çevre halkını eğitmeye, doğru yolu göstermeye başlamış.Halk onu çok sevmiş, başları sıkıldığında hemen ona müracaat etmeye başlamışlar. Yalnız Çenger mi?Hayır; İncirköy, Kargı, yanıklar, Karaçulha, Dont köyü ve Faralya köyünde bile meselleri anlatılmaya başlanmış bu ulu kişinin. Köyde cami avlusundaki bir  türbede yatmakta. Çengerli Osman Efendinin diktiği çınar ağacının da dört yüz yıldan daha uzun bir   ömrü olduğu söylenmektedir.  Efsanesi  şöyle: Açık denizde fırtınaya yakalanan bir geminin kaptanı geminin battığını görünce: “Yetiş ya Osman Efendi, on Osmanlı bağışlayacağım” diye yardım ister. Osman Efendi yetişir ve gemiye omuz verir. Devrilmek üzere olan gemi, doğrulur. Fırtına dininceye kadar bu destek devam eder. Fırtınadan sonra limana demirleyen geminin kaptanı, Çenger köyünün yoluna düşer. Şimdiki Okçular Kayası civarında Osman Efendi ile karşılaşırlar. Osman Efendi bu yabancıya, nereye gittiğini sorar. Kaptan: “Osman Efendi’nin yanına gidiyorum,”der ve başından geçenleri anlatır. Osman Efendi gemiye omuz verdiğini söylemeden önce, omzunu açar. Omzu kapkara erimiş haldedir. Bunu gören kaptan Osman
Efendi’nin ellerine sarılır. Çıkarıp sekiz Osmanlı verir. Osman Efendi: “Hani on Osmanlı diye imdat istemiştin,” der. Bunun üzerine kaptan tekrar Osman Efendi’nin ellerine sarılır ve özür diler. iki Osmanlı daha verir. Osman Efendi aldığı paraları çevreye cami ve çeşmelere  harcar”
       Osman Efendi’nin kavağının altında çaylarımızı da içiyoruz. Köy çeşmesi suyu, köy çocukları gürbüzlüğü ve yoksunluğu ile doluyoruz. Çocuklar taşımalı eğitimle Çiftlikköy ilköğretime devam ediyorlar. Liseye gidemeyenler açık lise okuyor.
           Servislerimizdeyiz artık. Tatlı, esrik bir yorgunluk bizimkisi. Dolmuş söyleşimiz de devam ediyor. Çenger’den yanıklar’a iniyoruz zikzak çizerek dik kayaların kestiği vadiden.  Haftaya  görüşme dileklerimizle evlerimizdeyiz. Yürekten “SAĞOL”diyoruz rehberimize ve yardımcılarına(!).  Atiye KAÇAR



           

1 Ocak 2014 Çarşamba

SONBAHAR  RENKLERİ
(Nif- Sandık-Çenger- Ağaltı yürüyüşü. 29.12.2013)
           Telmessos Dağcıları yağmurda da çamurda da yürümeyi bilir. Cumartesi gün boyu yağan yağmur toprağı yumuşattı. Doğayı temizledi tüm renkleri canlandırdı. Bu pazar sabahı da  08.30’da toplandık Fethiye Kaymakamlığı önünde. Servislere atladığımız gibi Üzümlü yoluna koyulduk.
                  Değirmenbaşı’ndan yukarı dağlara çamlar arasında yükseliyoruz. Ağaçların altı pürenlerin kızıllıkları ile süslü. Üzümlü, üzerinde geceyi ısıtan soba dumanlarıyla uykuda. Üzümlü’yü sosyete yapan villalarıyla ve kendi  sessizliğiyle   bırakıyor, Bekir Beli’ne yöneliyoruz. Nif’e ulaşmadan servislerden iniyoruz., Çenger’e doğru  yürüyeceğiz.
                   Çal Dağına kar yağmış geceden. Zirve bembeyaz sivriliyor, beyazdan yeşile kayıyor çam ağaçları aşağılara doğru. Kış geldi, geçiyor. Fethiye’de tüm mevsimler bir arada yaşanabiliyor. Kayaköy- Ölüdeniz tarafında  bahar çiçekleri açmaya başladı.Ufuklarımızı karlı dağlar çerçevelemiş. Dağlarımızda  sonbahar renkleri asılı kalmış. Yeşilden sarıya, sarıdan turuncuya, kızıla harmanlanıyor öbek öbek renkler.
             Yürüyüşümüz zorlu bir tırmanışla başlıyor. Herkes çıntar bulma peşinde. Patikamız yumuşak toprak ve çam yaprakları, taşlar… Sıralandık  rehberimiz Yusuf  Çilengir’in peşisıra. Artçımız  Oğuz Kolak. Herkes birbirine takılıyor, Sami yine yok. Yosun kokusu mantar kokusu ve ıslak toprak kokusu kekik kokularına karılmış. Zehirli mantarlar çıntar bulma sevdasını körüklüyor, Yusuf Bey arayı açmayalım, diyor. Bin yüz metrelerdeyiz, bulutlar yavaştan kaplıyor gökyüzünü, hava serin. Uzaklarda  deniz parlıyor çam ağaçları arasından . Kapıdağ yarımadası, Göcek adaları dumanlı, sessiz dingin uykuda.  Güneş sularda geziyor.     
            Belenkavağı’na adını veren çınarımızın başındayız. Koca çınar, kovuğuna sığdıracak bizi. Sarılıyor, toplanıyor, kuru dalları altında ısınıyoruz yılları çağırarak. Belenkavağın’da  Hatice Teyze yolumuza çıkıyor karşıcı. Dağların adlarını soruyorum. Çal Dağı ile  Geyran Dağı arasındayız. Belenkavağı’nın doğusunda bir dağı gösteriyor,  Veli adında bir efenin yurtlandığı  “Palaveli Dağı” , diyor. Yanında Erendağı , karşısında  Hatçana Dağı. Çevremizde gördüğümüz bütün tepeciklerin yörede geçen adlarını düşünüyorum. Her yerde bir Eren Dağı var eminim.
              Keçileri yaymış ormana gelip geçeni selamlıyor bir çoban.”Kaç keçin var?” Çoban söylemiyor, nazara gelir, diyor. Keçi seslerine eşlik ediyor, ağaçkakan Woody’nin kahkahasını çınlatıyoruz.
          Orman yolundan patikaya, ormana dalıyoruz tekrar. İnişteyiz sürekli. Taşlar kayalar yosunlanmaya durmuş. Yosun yeşiini yerinde seviyoruz. Çenger evlerini geride bırakıyoruz. Türküler çığırıyor, gündemi değerlendirmeyi de ihmal etmiyoruz. Söz Taksim’e, Kadıköy’e  İzmir’e geliyor. Birden bir ses bağırıyor “Hırsız vaarrr!!!” Dağlar, taşlar, otlar, yosunlar, kuşlar,  böcekler, çiçekler, top top meşeler, kızıla dönmüş yaprakları ile makiler, yastık yumuşaklığı ile dökülmüş yapraklar  duyuyor, soluğunu tutuyor her yer.  Kaygılarımızı paylaşıyor, direnişçilere selam gönderiyoruz. Dereye iniyoruz su umarak. Yağmurlar yeterli değil coşturmaya dereleri.  Meşeler arasında bir düzlük buluyor  yemek molası, diyoruz. 
         Hafif güneşle ısınıyor, öbekleşiyoruz. Yan masa ikramları başlıyor yine. Paylaştıkça ballanıyor tüm azıklar. Söyleşimiz yorgunluğumuzu unutturuyor.
          Çam ağaçları heybetli, meşeler asırlık. 
           Koru’nun mahallesi Karacasu’ya iniyoruz. Keçileri, İnekleri, buzağları, danaları ve özgürce dolaşan tavukları ile köy yaşamı sergileniyor. Zeytin bahçelerinden geçiyor, yol boyunca renklenen doğaya daha alıcı bir gözle bakıyoruz.    Karşı dağlarda Urantaş’ın taş ocağı deşmiş yeşilliğin karnını. Bir yerde de ağaç kesimi var içimizi burkan. Doğayı gereği gibi koruyamazsak sonuçlarına katlanacağımızın farkındayız. Engin renk cümbüşü ardından asfalta çıkıyoruz. Seval  şevket- i bostan otu buluyor. Urantaş’ın büyük kamyonları ile yolumuza devam ediyoruz. Avcı Klübesi’nde çay molamız var. Açmışlar masamızı, çaylarımız hazırlanmış. Yürüdüğümüz on iki kilometrenin ardından dinlenmeyi hak ediyoruz.
               2013 yılının son yürüyüşün de sonunu bulduğumuzun farkındayız. 2014  yılı yürüyüşlerinde  de bir arada olma dileklerimizle ,çok oyalanmadan  evlerimize ulaşmalıyız.Atiye KAÇAR