29 Kasım 2013 Cuma

HAVA KURŞUN GİBİ
TELMESSOS DAĞCILIK GRUBU DARBOĞAZ –İBLİS BURNU YÜRÜYÜŞÜ 24 Kasım 2013
          Telmessos Dağcılık Fethiye kaymakamlığı önünde toplanıyor  bu pazar sabahında da.  Yağmura yakalanır mıyız? Yok  sanmam, diyoruz. Deniz gri, hava kurşun gibi ağır.
           Deniz kurşun, hava kurşun, bende kurşun ağırlığı. Doğaya katılmalı, yenilenmeliyiz bir an önce.           Atlıyoruz servislere, Debboy’dan yol alıyoruz  Kayaköy’e. Çiğle incilenmiş  yine çam ağaçlarının iğne yaprakları.  Kayaköy sisten  yorganıyla uykuda. Kahvemizde sabah çaylarımızı içelim.
              Bugün 24 Kasım. Günün anlam ve önemine ilişkin bir konuşma yapıyor   Sami.  Çiçeğini veriyor, tüm öğretmenlerimiz adına Kerim Gürhan’a. “Öğretmenler Günü”nü kutluyoruz,  sıcak çaylarımızla. Dünden içimiz buruk. Kızılay’da  Öğretmenlerimiz polis barikatı, TOMA ‘lar ve akreple karşılanıyor. Tazyikli su altında öğretmenlerimiz.  Gaz bulutu içinde Ankara. Hava bulutlu, gaz bulutları  yağmur bulutlarına karışıyor. Hava kurşun gibi ağır.
            Öğretmenlerimizin özlük haklarını, haksızlığa uğrayan öğretmenlerimizi ,elbette atama bekleyen öğretmenlerimizi konuşuyoruz. Bir yanda 126 bin öğretmen açığı, diğer tarafta  atama bekleyen yaklaşık 250 bin öğretmen adayı. Atama beklerken  canına kıyan,  gencecik  39 öğretmen. Hava kurşun gibi ağır.
              Servislere biniyoruz, Gemile koyu yolundan Darboğaz’a iniyoruz. Deniz kurşuni, manzara eşsiz, doğa canlandırmalı bizi.  Burası ,  Andrei Konchalowsky’in 1997yapımı “Odyseeia(Odesa)” filminin Türkiyede geçen  bölümleri n çekildiği yer.   Filmin başında   Odyessius’un çobanının iki katlı evi, eşsiz deniz manzarasıyla  görünüyor burada. Toplanıyoruz, fotoğra f çekiliyoruz. İlkbahar lalelerinin açtığını görüyoruz şaşkınlıkla. Havalar soğuyamadı bu sene, kış gelmiyor, doğa ilkbahara geçmiş. Papatyalar da açmış.
                Yürüyüşümüz zorlu bir tırmanışla başlıyor. Toprak nemli, yağmurlar başlıyor ama ölçüsüz. Doğa hesapsızca kullanılmanın öcünü alıyor. Yağmur Sarıgerme’den sonra Bodrum ve İzmir’i de yıkıp geçiyor.
             Çam ormanı, sakız ağaçları, keçiboynuzları arasında kekik kokularıyla yürüyoruz. Keçiboynuzu ağaçları yoğun çiçekli, arılar da toplanmış, tatlı bir uğultuya durmuş doğa. Hafif bir esinti bizi de sarhoş ediyor. Hava bulutlu. Faralya  yolu seçiliyor uzaktan, güzelim koylarımız sisler altına saklamış kendini. Deniz gökyüzüyle kaynaşmış, gümüşlenmiş. Hava kurşun gibi ağır.
          Dardoğaz’dan  İblis Burnuna uzanan koca dağ denizi ikiye bölmüş. Bir taraf Ölüdeniz, bir taraf Fethiye Körfezi. Yürüyüşümüz de çift taraflı deniz seyrinde. Bir iniyor bir tırmanıyoruz derken sandal ağaçları içine düşüyoruz. Kıpkırmızı, pürüzsüz gövdeleri ve kıpkırmızı dağ çilekleriyle. Sami uzanıyor en uç dallardan en olgunlarını topluyor çileklerin. Sırayla veriyor  tüm yürüyüşçülere. Payını alan ilerliyor, yorgunluğumuzu unutmalıyız. Yemek molası istiyoruz da yemeğimizi dağın en uç noktasında fener seyri ile yiyeceğiz.
           Yalçın kayalıkların tepesinde denize atlama tutukusu ile oturuyoruz öğle yemeği için. Öbekleşmişiz yine, yan masa ikramlarına başlamışız. Hüseyin’in annesinin kabak kızartmalarına Özgür’ün çeşitlemeleri katılıyor. Geçen hafta şakşuka, bu hafta peynir topları… Olmuyor böyle, yürüyüş başlayalı kilo alıyorum, diyen çoğalacak. Tarçınlı karanfilli çaylar alıyor tüm yorgunluğumuzu.
              Dönüş yolumuz dağın Fethiye  körfezi yönünde. Şimdi Göcek adaları, Kapıdağ yarımadası eşlik ediyor bize. Kızıl sandal ağaçları ve sık orman içinde; düşsek denize yuvarlanacağız, diyerek yürüyoruz. Kayalarda atlasak denize gireceğiz. Fotoğraf molaları sıklaşıyor. Bulutlar yükselmiş, hafiften güneş de gösteriyor kendini. İşte fotoğraf için en uygun ışık.
      Darboğazdayız  yeniden. Denize girdiğimiz günlerin özlemiyle yola koyulurken , doğanın tüm güzelliklerini sunduğu noktada  çöplere takılıyoruz. Adem Bey ve Yusuf Bey yağmurluk olarak kullanmak amacıyla yanlarına aldıkları çöp poşetlerini çıkarıyorlar.Elbirliği ile toplanıyor güzelim yurdum insancıklarının bıraktığı çöpler. Kıyamayız doğamıza. Hava kurşun gibi ağır!
      Sözü büyük ozanımız Nazım’a veriyorum :    
KEREM GİBİ 
Hava kurşun gibi ağır!! 
Bağır,
 bağır, bağır 
                        bağırıyorum.
 
Koşun
  kurşun    eritmeğe 
                            çağırıyorum...
O diyor ki bana: 
— Sen kendi sesinle kül olursun ey!
 
            Kerem  gibi
   yana   yana...
«Deeeert   çok,  hemdert yok» 
Yüreklerin
 kulakları  sağır... 
Hava kurşun gibi ağır...
Ben diyorum ki ona: 
— Kül olayım
  Kerem   gibi   yana   yana. 
Ben yanmasam
 , sen yanmasan 
                             biz yanmasak,
 
    nasıl
 çıkar  karanlıklar  aydınlığa..
Hava toprak gibi gebe. 
Hava kurşun gibi ağır.
 
Bağır
   bağır  bağır 
                        bağırıyorum.
 
Koşun
   kurşun  eritmeğe 
                             çağırıyorum.....
 
 

  Telmessos Dağcılık, haftaya pazar sabahı,  yine Fethiye kaymakamlığı önünde. Atiye  KAÇAR                                                                               
  

11 Kasım 2013 Pazartesi

KADIN ERKEK YÜRÜDÜK ATAM
Telmessos DAĞCILIK ÜZÜMLÜ- KIZILCAKÖY- ÇAYAN ‘da
        Saygı duruşu iki dakikaydı bugün. Milyonlar , tüm yurt iki dakika  Atatürk’ü düşündü, Atatürk’ü yaşadı.İki dakikada zihinlere neler takıldı, zihinlerden neler geçti? Her kafada bir film şeridi. Devrimler ve günümüz…
          Telmessos Dağcılık her an anmayı bilenlerden Atatürk’ü. Bu gün tüm yurtla anacak. Çelengini hazır etti ve 8.30’da Kaymakamlık önünden Beşkaza Meydanına geçti,  tören alanında yerini aldı.
           Kalabalıktı tören alanı. En güzel giysileri ile toplanmış Fethiye halkı. Tören başladı, çelenkler sunuldu, meş’ale yakıldı. Tüyler ürperten siren sesleri ile Ata’mızın yokluğunu duyumsadık. Sessizce zihinlerde Atatürk’le, bindik servislerimize, düştük yola.
           Üzümlü yolundayız. Çam ormanının serinliğine pürenlerin morluğu karışmış. Yağmuru bekliyor doğa. Pürenlerin çam diplerini mora kesmesi bahar, sonbahar güzelliği. Üzümlü Geyran Dağı eteklerinden ovaya doğru uyumakta hafif sisleriyle. Kahvelerin oradan Hüseyin’i de alıyor Ortaköy yoluna yöneliyoruz. Üzümlü geride kalıyor, köy evlerine meydan okuyan villalarıyla. 
         Kadyanda yol ayırımını geçince servisleri bırakıyor, Ece Beli’ne  doğru yürümeye başlıyoruz. Orman içi, patika, kurumuş çam yapraklarının esrik kokusu. Gündemi konuşuyor, değerlendiriyoruz. Geriye gidişimize acıyoruz  içimiz burkularak. Hiç gündeme bile almamamız gereken konulardan söz ediyor, kızlı –erkekli yürüdüğümüzle, kendimizle dalga geçiyoruz . Gençlere dokunmanın bedelinin ağır olacağını biliyoruz. Gezi,  değişim yaratan bir hareket. Kimsenin gözünden kaçmasın. Kaçan uykularımızdan söz ediyor, sonra doğadan güç alıyoruz. Pırıl pırıl olmuş çam yaprakları güz güneşinin altında. Sıcak, sıcakta ağaç gölgeleri güçlü sığınak.
        Tırmanış keyifle devam ediyor. Hüseyin Günday  Civcivli Ahmet Ağa’nın evini gösteriyor. Evin önünden  geçiyor, çoban evlerinin bulunduğu meydanda konaklıyoruz. Kızılcaköy burası. Terk edilmiş yıkıntılar, yalnız köy evleri, çoban kulübeleri… Koyunlar otluyor, çayırlar çalı çitlerle çevrilmiş. Çakırdikenler kurumuş, yeşermek için yağmur bekler. Meşeler tüm heybetiyle meydan okuyor  tüm koşullara. Asırlık meşeler arasında dolanıyor “Yemek Molası” diyoruz. Meşeler sağlam duruşun kalıcılığını simgelesin.
            Çayırlara yayıldık öbek öbek. Paylaşımlarla şenlikte ve keyifte herkes. Yorgunluk biraz gitsin ki eğlencemiz olsun, karnımız doysun.
        Çoban evlerinde kimse gözükmüyor.  Ağıllar kuzu dolu. Sesleri ayrı bir melodi. Çağırıyorlar: “küçük güzeldir” kuzular ayrı bir şirin. Meşeler uzun yaşamın kalıcılığını haykırıyor. Kimimiz kuzularla haşır neşir, kimimiz ot topluyor. Uzanıp dinlenenler de var. Nazime Abla düz araziyi görünce atlama ipini çıkardı.Haydi gençler ip atlamaya. Bir kahkaha ,bir şenlik, zıplayan zıplayana. Gah sınav yapılıyor, gah zincir atlama. Nefesler kesiliyor. Karma atlıyoruz.
        Yola koyulma vakti, toplanıyor, toplu fotoğrafımızı çekiliyoruz. Sesli çıkar mı fotoğraflar, kahkahlar devam ediyor da… Zorlu bir tırmanış mı var? İniş daha zorlu. Patikada yürümek en büyük keyfimiz. İp oluyoruz, sıra sıra.çam ağaçları arasında sandal ağaçları kızarmakta şimdi, suyu ve yağmuru bekleyen küçük kırmızı çilekleriyle. Zorlu inişle Ören çayı ve Çayan köyü açılıyor önümüzde. Ta dağların dibinden ovayı ak çakıllarıyla ortadan bölerek gelen Ören Çayı’nın da suları azalmış. Bizim “deli çay” bu. Hangi yöne akacağı belli olmaz. Bir o kıyıyı keser, bir bu kıyıyı döver. Çayın seyri ile inerken yata yuvarlana, Çayan Köyünün köpekleri karşılıyor avaz avaz havlamaları ile. Köyü yabancılar bastı. Çayın kıyısına kadar yürüyoruz evler arasından.
         Servislerin biri var, diğerleri gelmemiş henüz. Karşılayalım, yola çıkıyoruz. Çok geçmeden yetişiyor Zafer minibüsüyle. Şimdi sarı- kızıl yapraklarla nar bahçelerini dolmuşlardan seyredeceğiz. Ortaköy verimli, bereketli. Ekilmiş yoncalar, zeytin ağaçları arasından üzümlü yoluna doğruluyoruz. Çay eşlik etmediği yerde görevi su kanallarına bırakmış. Sağımız coşkun suları ile çaydan ayrılan kanal, solumuz Ortaköy evleri. Üzümlü yolunda ormana dalıyoruz yine. Güneş öyle güzel parlatıyor ki  çam ağaçlarının yapraklarını!
              Yorgunluk çayımızı Üzümlü kahvesinde içeceğiz . Üzümlü’de Atamızın önünden geçerken yine gösterdiği hedefe yöneliyoruz. Eve geliyorum , ekran karşısında umutlarım yeşeriyor yeniden. Gözlerim doluyor: Milyonlar Anıtkabirde, milyonlar Kadıköy’de, milyonlar Gündoğdu’da, tarlada, caddede, hastanede, Boğaz Köprüsünde, sokakta.  Milyonlar AYAKTA.
           Telmessos Dağcılık haftaya  Bayır(Naldöken)- Kavaklı- Atlıdere parkurunda;eski yayla göç yolunda. Atiye KAÇAR – Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni.




5 Kasım 2013 Salı

GÜZ BEREKETİ
TELMESSOS DAĞCILIK ,  ARSA – KOYAT GEÇİTİ- KAYADİBİ YÜRÜYÜŞÜ
              Sonbahar bereketiyle kapımızda. Telmessos dağcıları toplanıyor Fethiye kaymakamlığı önünde. Serin esinti sonbaharda olduğumuzu söylüyor; ceketlerimiz de ellerimizde değil üzerimizde. Arsa köyüne çıkacağız bu gün. Akdağların eteğine.
          Antalya yolundan, Seydikemer - Saklıkent kavşağından  Kadıköy’e yöneliyor,  Arsa’ya tırmanışa geçiyoruz. Fethiye’den  50 km sonrası 850 metre rakımla  Arsa’ya ulaşıyoruz. Köy kahvesinde köylülerimizle söyleşerek sabah çaylarımızı içiyoruz. Kahve tenha, iş zamanı. Güz mevsimi,  hasat mevsimi, bereket. Ünlü Arsa elmaları toplanmış, sıra üzümlere gelmiş. Tarla sebzeleri bitmiş, domatesleri seradan yiyeceğiz artık. Köylümüzden aldığımız ön bilgiden sonra dolmuşlarımıza biniyor, köyün çıkışına doğru gidiyoruz.       
           Rehberimiz Yusuf Çilengir önümüzde, Oğuz Kolak artçımız. Arsa  yerleşimi dağınık, arazisi geniş bir köy. Saklıkent Kanyonuna doğruluyoruz. Evler önünden, bahçelerden, tarlalardan geçiyoruz. Her yer asma bahçesi. Asmalarda üzümler üzümler üzümler… Üzümler arasında elmalar, ayvalar, zeytinler ve nar bahçeleri. Bahçe kenarlarında ballanmış yemişleri ile incir ağaçları ile mersinler. Sonra tarlalar, kurumuş otları ve yeni çıkmaya başlayan ekinleri ile tarlalar.
        Elmalar hasat edilmiş ya ağaçta kalan küçük yamru yumru elmacıklar öyle tatlı, ayvalar benzersiz sulu, incirler yumuşacık ballı ballı ballı. Ya narlar… Güz güneşi ile kızaran, dalları aşağı sarkıtan tadıyla çatlamış narlar. Ne yiyeceğimizi  bilemeden  gözümüzle doyduk. Tarla kenarlarında çitlembiklere, ardıç ağaçlarına sarılmış has asmalardaki üzümlere dayanamıyor, onlardan koparıp tek tek keyifle ağzımıza alıyoruz. Ne büyük keyif…Güz bereketi bu işte. Yemekten çok seyre doyamıyoruz. Sarı, kırmızı, turuncu, yeşil yapraklar renk cümbüşü. Toprak suya hasret, yağmur bekliyor. İnişimiz zorlu, Yusuf Bey acele ediyor, yolumuz uzun… Günler kısa…
          Bahçeler, tarlalar bitiyor, çam ağaçları arasında inişimiz sürüyor.  Saklıkent Kanyonu kayalıkları karşımızda dimdik. Kıyıya kadar iniyoruz. Kanyon seyri ile fotoğraf çekiliyoruz. Adabelenliler özel fotoğraf çekinmeli, Vefalı’lar kıskanmasın.
           Koyat geçitine yöneliyoruz. Saklıkent sularını besleyen  dereler var. Kayadibi’ne inene kadar Arsa’nın engebeli arazisinde bir iniyor bir çıkıyoruz. Koyat  Geçiti’ne inince yemek molası vereceğiz, diyor Yusuf Bey . Çok yorulduk. Meyvelerden tattık, soğuk sular içtik en doğalından. Öğle sonu oluyor, molamızı veriyoruz, nasıl da acıkmış herkes, çaktırmadan yumuluyoruz çıkınlara. Öbek öbek oturuluyor ve yan masa ikramları başlıyor. Bayılıyorum yemek molası paylaşımlarına. Arkadaşlar, yürüyüşler başlayalı, kilo alıyoruz, acaba neden?..  
            Koyat Geçiti’nde doğanın sararan yaprakları ile renk cümbüşüne, çağıl çağıl sularla taş köprü görünümü ekleniyor. Önce boncuk dizisi yürüyüşçülere, sonra dereler içine dalmaya,   ağaçlara çıkmaya çalışan Sami’ye bakıyoruz. Eşen ovası ayrı uzanıyor aşağılarda, çamlı yeşil tepeler ardında. Arsa’da asma bahçeleri karşımızda şimdi. Ne kadar da çokmuş, şaşkın seyrediyoruz Akdağ eteklerine yayılmış, güne karşı gerilmiş uzanıyorlar sarı-kırmızı- yeşil yaprakları ile. Şimdi arklarda sular, ara ara su içebileciğimiz çeşmeler ve bahçelerde narlar, anlarda böğürtlenler, kuşburnular. Çalılıklarla kaplı Kayadibi  tepesi. Karşıda çam ormanı içinde büyük bir inek çiftliği ... Yalçın kayalıklar dibinde,ta aşağılarda Kayadibi.  Nasıl ineceğiz oralara?  Zikzaklar  çiziyoruz çalılıklarda. Gün epey eğildi, akşam oluyor, güneş kızıl bir top oldu  dallar arasında. Ortalıkta tatlı, esrik bir parıltı, sarıdan kızıla dönüyor, sonra gün batıyor, gümüşleniyor doğa.Zorlu iniş bitiyor ve biz asfaltı buluyoruz. Dolmuşlarımız da gelmiş, sıralanmışlar arka arkaya. Hemen yerleşelim, ayak tırnaklarımız acıdı, dağcılık armağanı, moraracaklar.Saklıkent yolu gözlemecilerinin çoğu sezonu bitirmiş, kapatmış dükkanları.Karanlık başlıyor, Işıklar içinde kalıyor yol üzerinde köyler.Haftaya görüşme dilekleri ile iniyoruz servislerden. 3 Kasım 2013. Atiye KAÇAR,Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni
     

        
          


SİKLAMENLER   COŞMUŞ
TELMESSOS   DAĞCILIK  KARAAĞAÇ’TAN  KABAK KOYUNA İNDİ
         Serin, parlak bir güz güneşi ile toplanıyoruz Fethiye Kaymakamlığı önünde. Sabah serinliği ile sıcak gülüşler çarpışıyor. Telmessos Dağcılık grubu yürüyüşçüleri özlemişler bir haftada birbirlerini,  sabah çayımızı içiyor, Ölüdeniz yoluna düşüyoruz.
          Ovack’tan Ölüdeniz’e aşıyor, Akdeniz’e belki bininci kez hayran oluyoruz. Kıvrım kıvrım Faralya yolunda   Belcekız  plajını,  çam kokulu dağları, adaları, dalga dalga ebruli Akdeniz’i seyrediyoruz. Gözlerimizi   Rodos adasına kadar uzatıyoruz. Kelebekler Vadi’sinin yalçın kayalıkları tepesinden Karaağaç yoluna sapıyoruz. Yükseldikçe Babadağ yamaçlarına, yalçın kayalar koynunda parlayan çam ağaçları arasından yine Akdeniz’e hayran oluyoruz.
           Kirme köyünün evleri arkalarını sağlam kayalara dayamış, gözlerini denize dikmiş. Damlarda  denize karşı orman seyriyle çay içtiğimizi varsayıyor, sonbaharı yaşayan bahçeleri geride bırakıyoruz. Bin iki yüz metre yüksekte bırakıyoruz servisleri. Çam ağaçları arasında kızarmaya başlayan erguvanlar var. Tohumlarını topluyor Sami, meyve bunlar, diyor?(?) Sonbahar kuruluğunu yaşayan  ovayı  da geride bırakıyor, Karaağaç köyüne tepeden iniyoruz.
              Karaağaç köyü de susuz. Toprak yağmuru bekliyor, dereler coşmak için kar gözlüyor. Kıştan sonra yemyeşil olmayı bekleyen  bahçeler kupkuru. Boz dikenler, ölemez dikenleri, çakır dikenler   arasında ot bulmaya çalışan hayvanlar görüyoruz. Karaağaç köyünün köşklü çınarı ve asırlık sedir ağacı bekliyor aynı görkemiyle. Köyün bitiminde birden deniz çıkıyor ortaya. Elhan, Zühtü’nün “satılık arsa” tabelasına gülüyor . Şimdi   İblis Burnu önümüzde. Kapıdağ yarım adası karşımızda. Rodos’a kadar adalar birbiri içine girmiş gibi. Alınca’ya doğru inişteyiz. Zaman ilerliyor, acıkıyoruz da. Denize ulaşamayacağız. Alınca’yı geçince çoban çeşmemiz var. Orada veriyoruz yemek molamızı. Ne çok acıkmışız! Paylaştıkça çoğalan soframız bir şölen oluyor. Hüseyin’in annesinin kabak kızartmasına , Özgür’ün şakşukası  meydan okuyor. Ellerine sağlık pişiricilerin. Karanfilli tarçınlı çaylarımızı da içiyor, hızla yola çıkıyoruz.
           Likya Yolu her zaman bir iki yabancı konuk ağırlar. Kabak koyu Alınca arasında yabancı yürüyüşçü daha çok. İkişerli, üçerli gruplar Kabak’tan Alınca’ya çıkıyor. Yol gölge, çam ormanı, iniş zor, toprak kuru, boş taşlar var. Çitlembikler kızarmış yeşiller arasında Yalçın kaya dipleri ürkütüyor, dik yamaçlar zorluyor. Kayalarda sarkaçlar da kupkuru, damlatmak için sularını bekliyorlar sabırsızca kışı. Deniz seviyesine indikçe tek tük çiçeklere rastlıyoruz kurumuş çam yaprakları arasında. Yabani siklamenler açmaya başlamış,  diyoruz. Heyelan taşlıkları, dere yataklarını geçiyor, şelale yol ayrımına varınca yolumuzun azaldığını biliyoruz. Bu arada asırlık keçiboynuzları çiçeğe durmuş, kuş seslerine arı uğultusu karışıyor. Esrik çarpık yürürken siklamenler kaplıyor her yeri. Öyle coşmuşlar ki, beklemeden kışı açmışlar Kabak koyuna yakın her yerde. Şimdi siklamenler üzerine konuşuyoruz.
   Halk arasında; yabani menekşe, domuz topalağı , söğecen, Meryemana Kandili, domuz soğanı, domuz turpu gibi adlar verilir.  Türkiye’de doğal yetişir, 21 tür içerir. Bunların altı tanesi sınırlı yayılış gösteren endemiktir . Özellikle yaban domuzları için iyi bir yiyecek kaynağıdır. Yumruları domuzlar tarafından kazıldığı için adı da domuzlarla birlikte konulmuştur. Tıbbi değeri olan bir bitkidir. Türkiye doğal ortamlardan  toplanan  siklamen yumrularını ihraç eden ülkeler arasında önemli  bir yere sahiptir. Taraf olduğumuz Bern Sözleşmesi gereği doğal yaşam alanlarında korumakla yükümlü olduğumuz bitkilerimiz arasındadır. Çoğunlukla Türkiye’nin kuzeyinde yetişir.
          Yabani menekşeler, derme çatma tesisler ve Özyerler’in ağaç evleri ve dalda kuş sesleri ile sahile ulaşıyoruz. Kabak Koyu’nun doğallıktan uzaklaşmasını da izliyoruz buruk bir kırıklıkla. Yapılaşma günden güne artıyor, beraberinde getirdiği kirlilikle. Üzgünüz.
            Mayosunu giyen atlıyor denize. Deniz soğumaya başlamış, kendine getiriyor yorulan tüm hücrelerimizi. Açılıyor, su sesi ve serinliği ile doluyoruz.  Dinlenmeliyiz; zorlu bir tırmanış bekliyor bizi. Dik yamaçlar ve yalçın kayalıklarla çevriliyiz. Yola çıkmak için tırmanıyoruz son gücümüzle. Mamma’nın yerine oturuyor, eşsiz deniz ve dağ seyriyle içeceklerimizi yavaş yavaş yudumluyor, dönüşümüze gün batımı romantizmini, akşam kızıllığı güzelliğini katıyoruz. Haftaya Babadağ zirveden iniş var. Atiye KAÇAR 20.10.2013