KÖYLERİMİZ KÖYLÜMÜZ
Devrent Boğazı –Karaağaç- Alınca – Kabak/
18 km/ 14.10.2017
Havalar sıcak gidiyor, deniz bağlantılı
yürüyelim. Babadağ sırtlarında deniz enginliği bekliyor bizi.
Toplanmışız eski Fethiye lisesi
karşısında Mercan Pastanesi önünde. Doğa dostları ile selamlaşmak güzel. Geçen
hafta yürüyememiştim, özlemişim arkadaşlarımı.
İki servisle çıkıyoruz yola. Sabah serinliği
deniz maviliğine karışıyor Hisarönü’nü aşınca. Akdeniz uzanıyor boylu boyunca.
Babadağ etekleri kıvrım kıvrım asfaltla Faralya’ya uzanıyor. Kelebekler Vadisi
tepesinden Kirme’ye doğruluyoruz. Yaz sonunu yaşayan Kirme evleri
yalnızlaşmış deniz seyrindeler. Çam ağaçları güneş ışıkları ile pırıl pırıl
sarı-yeşil. Biz kvrım kıvrım tırmandıkça Bababdağ eteklerinde, denizimiz uzuyor
adalar ötesine. Devrent boğazını geçiyoruz, mescidimiz yapılmış, çeşmenin suyu
azalmış, sarı arılar uçuşmakta. Servislerden iniyoruz.
Orman yolundayız. Grubumuz
tamamlanıyor, Necla, Hamza, Kerim Abi’ler, Muhtarımız ve Gülsüm de açmış
yürüyüş sezonunu. Neşemiz yerinde.
Kararağaç yönünde patikaya
geçiyoruz, dağın tepesinde bir düzlüğümüze asfalt taşları yığılmış. Şaşıyoruz, dağın
tepesinde asfalt yol demek doğamızın
biraz daha tahrip edilmesi demek, yapılaşmanın artması demek.
Karaağaç köyü girişinde ahlatlar, dağ
armutları, alıçlar… Susuzluktan buruş buruş meyveler, toprak kupkuru . Her yerde bu armutlardan vardı ,
diyor Ümit. Toplardık, samanın içine koyardık, hiç çürümezdi, yerdik kış boyu ,
çok tatlıydı. Belki köylülerimiz de topluyordur (!)
Karaağaç köyüne geliyoruz, Geçen yılki yürüyüş
yollarımız değişmiş, hemen her yer telle çevrilmiş. Güzelim
Ölüdeniz manzaralı arazilere ağaç evler de yapılmış. Köylerimizin ortak
alanları, çeşme başları, harman yerleri teller arasında kalmış. Dibine
yaklaşamıyoruz, uzaktan fotoğraflıyoruz göğe meydan okuyan koca sedirimizi. 2B
arazilerinin satışı ile somutlaşmış köylerimizin köylükten çıktığı.
Karaağaç da köy değil artık, mahalle.
Köy yaşamı da köy üretimi de yok. Milletin efendisi olan köylülerimiz şimdi
turizmin hizmet sektöründeler. Efendiler, beylerin uşakları olmuş dersek yanılmayız
sanırım. Köy adı da yumurtada,
ekmekte takılı yaşar artık
yaşayabilirse: köy yumurtası, köy ekmeği.
Köylerimiz boşaldı, mahallelerimizde
topraklar yeni sahiplerini buluyor yavaş yavaş. Talan ettiğimiz doğamızla sakin
bir yaşam sürmek isteyen İstanbullular yeni bir yaşam biçimi dayatıyor köylülerimize.
Hem köy yumurtası yemek istiyorlar hem de tavuk kokusu var diye
şikayetleniyorlar; içim sızlıyor, buruk bir acıyla izliyorum değişimleri. Hem
artık köy yumurtası yerine, gezen tavuk yumurtası diyeceğiz yakında. Öğretmen
okulunda öğrenci iken, aynı köyden olanlar birbirine gururla “köylüm” diye
seslenirdi. Şimdi Seval’in köylüleriyiz !
Karaağaç Mahallesi’ni geçiyoruz. Seyir
tepesi ile, orman içine gizlenmiş pansiyonları ile, Likya yolunun önemli
duraklarından Alınca da geride kalıyor. Birkaç yabancı yürüyüşçü ile
karşılaşıyoruz. Kabak koyunu, Kabak butik otellerini seyir ile zikzak
patikamızda zorlu bir inişle, şimdi kupkuru olan sulu kayaların dibine
iniyoruz. Grubumuz ikiye ayrılıyor, bir grup
koya kadar iniyor denize girecek, bir grup da Kabak köyüne gidecek,
dinlenecek.
Geçen sene denize inmiştim, bu sefer
köye giden gruptayım. Kabak Koyu’na
farklı bir cepheden bakmak başka bir keyif. Dağ
bütün heybeti ile meydan okuyor denize : deniz bütün enginliği ile
kucaklıyor yeşili, mavi ile harmanlıyor seriyor önümüze. Güneş enginleri
gümüşleyerek yol çiziyor aydınlığı ile.
Kabak Mahallesi’nde Mama’s pansiyonda deniz özgürlüğü ile dinleniyoruz.
Denize gidenler de katılıyor keyfimize, yakamozlar ardından akşam kızıllığı ile
evlerimize dönüyoruz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder