14 Mart 2017 Salı

GENÇLERİMİZ
Afkule- Haçbel-Karagözler /12.03.2017/19 km
          Bahar yağmurları çisil  çisil, dağlar dumanlı. Yaylalarda son karlar… Fethiye Dağcılık grubu her koşulda yürür. Ben de severim yağmurlu havaları. Sisler içinde yürümek, bilinmezi çözme dürtümü coşturur. Mendos’la Babadağ saklamış doruklarını, kucaklarında bulutlar. Mendos yürüyüşümüz yön değiştiriyor, çok kaygan olur iniş, Kayaköy  beklesin bizi.
         Pazar sabahları bomboş olan sokaklar pek hareketli bugün. Biz servisle Taşyakadan Ovacık’a yol alırken sokak aralarından gençler çıkıyor, trafik de daha yoğun. 2 milyon 265 bin 902 kişi sokaklarda, YGS  sınavına girecek gençlerimiz. Duraklarda yol bulmaya çalışan heyecanlı gençler. Dimdik görmek istiyorum gençlerimizi. Boy boy kitapları test için değil de dünyalarını aydınlatmak için okusunlar. Anlamsız sınavlarla sisler puslar içinde yaşamasınlar. Onlarda gençliğimi bulayım, yaşlılığıma güven duyayım. Uygarlaştıkça biz ve dünyamız ; sınavlardan kurtulur, yeteneklerine,  düşünme gücüne, bireysel yaratılarına göre değerlendirilir gençlerimiz diye düşlüyorum. Biz  başlarını kaldırmasınlar, testlere gömülsünler, gittikçe daha duyarsız olsunlar , daha az okusunlar,  daha kolay güdebilelim diye  mi  sınavdan sınava sürüklüyoruz onları,  sözüm ona sınavlara. Sonra başarımızı mı ölçüyoruz, başarısızlığımızı mı? Sıfır puan alan çocuklarımız da okul sıralarından geçiyor hiçbir şey öğrenmedim, diyor. Doğru yanıtlanan soru sayıları ile  istatistikler tutuluyor, sonra rafa kaldırılıyor, sonra eğitim sistemi bir daha düzeltiliyor(!?) sonra  uluslararası PİSA testinde 72 ülke arasında “okuma” da  Meksika ile OECD ülkeleri arasında en sonda yer alıyoruz… Dalmışken ben gençlerimize, Geçmişiz Hisarönü’nü ve Kayaköy’ü,  varmışız, Afkule  yol ayrımına. Hafiften yağmur var.
Bir seramoni yürüyüşe hazırlanmak, rengarenk yağmurluklar çıkıyor, yeni yürüyüşçülere yedek yağmurluklar ayarlanıyor, çantalar koruma altında ve diziliyoruz yola.
Yağmurla ormandayız  ve birden güneş açıyor bir aralık. Gümüş oluyor,ışık topu oluyor bütün ağaçlar, su damlaları pırıl pırıl her yerde. Bütün iğne yaprakların ucuna bir inci asılı, büyüleniyoruz. Afkule tepesinde deniz de karışıyor seyrimize. Dağlarımızda kimsenin göremeyeceği endemik çiçeklerimiz  açmış. Ters laleler nazlı nazlı incecik, laleler-anemonlar- , papatyalar, çiğdemler, mini mini çiçekçikler çayırlarda, çalı diplerinde. Sınavdaki gençlerimiz yüzlerce test çözüyor da bu güzelliklerimizi bilmiyor, görmüyor.
Haçbel’de meyve molamız, yayılıyoruz. O da ne! Kemerlerin önündeki koca meşe ağacımızın dibi kazılmış, kocaman bir çukur açılmış. Hala kontrolsüz define arayıcıları…  Yüzyıllara meydan okuyan koca meşemizi de kurutacağız, korkum o.
Haçbel’den denize paralel tepeler arasından, bulutla birleşen ufukta Rodos Adası’nı gönül gözümüzle görerek devam ediyoruz. Turunç tepesinde ahlat ağaçları da hazır yaza. Ak çiçek topu olmuşlar yeşiller içinde. Kuzey yamaçta kalıveren kayacıklarımız yosunlarla, yosun yeşilinin bin tonunu, sermiş ortalığa. Üçkuyularda mersin tüneli ayrı yeşil, sonra en yaşlı sandal ağaçları da bu yol üzerinde kızıl parlak-kaypak gövdeleri ile.
Öğrencilerimiz sınavdan çıktılar, yeni bir sınav maratonuna yol alma düşündeler, üniversitelerimizin içi boşalmakta. Geçen hafta  Ankara Üniversitesinde , saati 17 liraya ders veren Mülkiyenin efsane hocalarının derslerine “bütçe yetersizliği” nedeniyle son veriliyor, açığa alınan hocaların yanında. Ülkemizde kriz krizi  getirmekte, yine yöneticilerimiz ne değiştirdiklerini anlatamadan 15 Nisan hazırlığında. Geleceğimizden kaygılıyız alabildiğince. Umarım, umarız sonuç öncelikle güzel ülkemiz için hayırlı olur.
Çoban yerleşkeleri yalnızlaşmış. Keçi sürüleri görmeye alıştığımız Kayaköy dağlarında birden koyun çanları sesi yankılanıyor. Keçiler tek tek ve bir sürü halinde olduklarından çan sesleri farklı ezgiler sunar. Koyun çan sesleri bir arada ve baş hareketine göre süreklidir daha farklı bir gürültü yayıyor, gülümsüyorum. Ben dağlar keçisiyim  kayadan kayaya zıplayan, koyun sürüleri nerede ?
         Dağlar arasında düzlüklerimiz, zeytinliklerimiz doğal sesleri ile ne güzel. Bir de dersaneler, etüt merkezleri vs, binaları yerine müzik okulları, sanat atölyeleri, tiyatro salonları olsa ne güzel olur. Fethiye’de Kibele Sanatevi  tek özel tiyatro. Onlarca etüt merkezi, ders bürosu var. Okullarımız sağlıklı eğitim verebilir, bu kurumlara gerek yok. Öğrencilerimizi uyutma yerleri gibi  değil mi bu yapılar , ya sizce?
      Fethiyeyi gören tepemizde yemek molamız, Anıt mezar kalıntıları yanında tamamen yok olma yolunda mozaikleri görüyoruz kazıntılar arasında. Fethiye’miz açık hava müzesi, bir taraftan.
Karagözlere uzanan Kaya yolunu buluyoruz, şehrin karmaşasından kaçan birkaç aile var piknikte, yol kenarlarında. , Tersanemize iniyoruz çiçekler arasında.  Tersane Koy’u koca bir göl, yatlarla dolmuş tamamen. Bu dünya ne kadar  insan taşıyabilecek? Servislerimiz burada çayımız evimizde bu hafta.







7 Mart 2017 Salı











DAĞLARA  AĞIT
Göcek- Gökçeovacık- Taşbaşı-Yellidere/ 05.03.2017/ 17 km
        Bahar sarhoşluğu sabahtan başlıyor. Kuş sesleri ile uyanıyorum erkenden, doğaya , dağlara atacağım kendimi. Perdemi açıyorum, Babadağ mavi bir aydınlığa uzanıyor, evet pırıl pırıl bir bahar sabahındayım.
         Fethiye Dağcılık grubuma koşuyorum, servise Adliye kavşağından biniyorum, toplanma yerimizde, Eski Fethiye Lisesi karşısında, Mercan Pastanesi önündeyim. Sayımız artmış mı ne, üç araba ile, saat 08. 30’da çıkıyoruz yola. Elena da bizimle, sevindim. Göcek koylarını seyredeceğiz bugün.
       Muğla yolundayız, İnlice’ye doğru yeşiller renkli bahçelerde. Badem ve erik ağaçları ak top olmuşlar çiçekler içinde. Biz dağlarda eşsiz ve adsız çiçeklere gidiyoruz.  Göcek’e varmadan Gökçeovacık yoluna dönüyoruz. Hemen de atıyoruz kendimizi orman yoluna. Göcek dağlarında dolanacağız dedik ya.
       Önce İnlice ovası uzanıyor aşağılarda, denize açılıyor vadi , İnlice Koy’u yeşiller  içinde  tepecikler arasında. Sonra Akdeniz açılıyor puslu sisli mavilerle, bahar sarhoşluğunda. Sağımızda tepeler ardında Fethiye’miz de uyuyor usul usul. Öbek öbek zambaklar çalı diplerinde, sonra sarı mor çiğdemler, çiçekler mini mini. Adsız ve eşsiz çiçekler. Sonra kuş sesleri eşsiz ezgilerle…
             Dağımızı dolanıyoruz, Gökçeovacık’a doğru, dozerler var çalışmakta. Geçen yıllarda süren inşaatlar kocaman villa olmuşlar dağımızın böğründe yüksek yüksek taş duvarlarıyla. Seneye daha da çoğalacaklar, dağlarımızın yeni hakimleri.
     Dağlarımızda  orman içlerine doğru uzanan zeytinliklerimizde köylülerimizi görürdük, çarpık  alacıkları ile zeytin bakımında olurlar. Bir de çobanlarımız vardı, dağlarımızın hakimi idiler. Araziler, ormanın, “vasfını yitirmiş orman”arazisi. Köylülerimiz işledikleri zeytinliklere Ecr-i Misil dedikleri bir kira bedeli öderlerdi. Arazi ormanındı,devletindi, kullanıcıları köylülerimiz, 2b niteliğinde. Kanun çıktı, Ecr-i Misil ödemeyecekti artık köylülerimiz, topraklarını satın alacaklar, istedikleri gibi kullana(ma-y)caklardı. Bedel boylarını aştı, onlar da sattılar babadan kalma zeytinliklerini. Arazilerimiz el ve nitelik değiştirdi, paralının mülkü oldu. Asırlık zeytin ağaçlarımız başlarına geleceklerden habersiz, Köylülerimizin  de elleri böğründe kaldı, villa inşaatlarında işçi şimdi, sonra da bakımını yaparlar. Elena da şaşıyor bu doğaya aykırı yapılaşmaya, üzülüyor.
     Çam ve çalı ormanı içinde koca asırlık zeytin ağaçları. Yerler kuru, eski yağışlar olmamış kuzeyden güneye doğru dolanıyoruz, Göcek dağlarını.  Lavanta tarlası yanında badem ağaçları beyaz. Arılar kelebekler uçuşmakta. Canlı capcanlı bir doğa. Gökçeovacık köyünü görüyoruz önce aşağılarda. Evler serpili vadide, bahçelerde ağaçlar çiçek içinde. Kıvrıla döne iniyor, köyün içinden Göcek’e yöneliyoruz.
        Gökçeovacık köy içinde cami var dimdik, okul var terk edilmiş, yıkılmaya yüz tutmuş. Pencereler kapılar açık. Köy öğretmeni hayalliyorum hemen, içeride yeşil karatahta öksüz kalmış. Çocukların çığlıkları sinmiş duvarlara. Taşımalı eğitim var artık köylerimizde. Eskiden öğretmenler köye, çocuklara giderdi; köylüye de önder olurdu. Şimdi öğrenciler köyden gidiyor, köylüler öğretmensiz kaldı.
     Kayalıklar ve çalılar arasında yol bulmaya çalışıyoruz. Koca tellerle çevrilmiş yine koca bir alan. Geçit yok, yön değiştiriyoruz. Anlaşılan bu arazi de el değiştirmiş. Yavaştan inişe geçiyoruz. Kayalıklar dibinde, kayacıklarla haşır neşir patika arıyoruz,iniş yordu epey , düzlüğe iniyoruz,   Taşbaşı burası , diyor  son kalıntı çobanlarımızdan biri. Karadağ  da bu dağın adı. Keyfin bol olsun amca doğalından doğa ile yaşıyorsun. Karadağ’ı arkamıza alıyor, deniz seyri için kayaların başına toplaşıyoruz. Meyve ve fotoğraf molası. Göcek’i  koylarını ve deniz içinde adacıkları tarıyor gözler bir dürbün duyarlığı ile.
       Elena Hristova da şaşıyor bu aykırı yapılara ve yerinden, yurdundan ayrılan insanlara. Elena, grup Baklava’nın solisti, tüm Balkanlarda ve Avrupada sevilen ve tanınan bir sanatçı. Baba Zula’nın da solistliğini yapmış. Ortak özlemlerin sesi oluyor, birçok kültürün ortak mayasına dokunuyor, araştırmacı müzisyen, coşuyor.Kayalar başında dimdik dönüyor denize ve dağları dolduran sesi ile söylüyor en yanık ağıtlarından birini.
      Dağlara ağıt yakıyor, dağlar ötesine ağıt yakıyor, deniz ötesinde yerinden yurdundan göç ettirilmiş, farklı dünyalara atılmış insanlara, göçmenlere ağıt yakıyor. Balkanların, ulusların ortak dili oluyor. Kuru Karanfil’i yankılıyor dağlar. Büyük bir alkışla gönlüne, diline, sesine, yüreğine sağlık Elena diyoruz. Göcek hemen dibimizde

       Yellidere inilecek, kayaları, taşları ve yer yer yitip giden patikası  ile. İniş zorlu. Dikkatle ve tek tek basmalıyız. Dağ yol olmak için  çobanlara açılıvermiş  ve  dik bir  geçit oluvermiş. Yer yer kayalar yuvarlanmış, hafif bir esinti deremizde. Göcek de dağlara doğru uzanan yapıları ile önümüzde.  Servislerimiz bekliyorbizi, çaylarımız da hazırlanmış odun ateşinde. Öğle molası korda pişirdiğimiz kahveden sonra çay alıyor yorgunluğumuzu. Sürücülerimiz  sağ olsunlar. Güneşin güzelliği ile evlerimizdeyiz.

1 Mart 2017 Çarşamba

DOĞA UYANDI
Dalyan- Çandır- Ekincik Koyu- Sultaniye Kaplıcaları-26.02.2017/11km
      Bahar ile yenileniyor doğa, çiçekler gönülleri de açıyor. Sağımız solumuz çiçeklendi Fethiye’de de. Badem ağaçlarından sonra erikler de bembeyaz . Pazar sabahı yollardayım yine, çiçeklerin içine, bahara uyanan doğaya yollanıyorum.
       Fethiye Dağcılık grubunda renkli bir aile olduk. Grubumuzda Belçikalı, Avusturyalı, Amerikan vatandaşı vardı . Bu hafta Fas’tan Hüda ile Makedonya’dan Elena da katılmış bize. Farklılıklarla ortak duygu yaratmak, birlikte olmak, özlenen büyük keyif. Gençlerimiz ayrı bir renk. İlkay sağlıkla yürümeye kararlı, henüz lise öğrencisi. Mutlu ediyor bizi. Doğanın güzelliğine bir kişi daha eklemek en büyük zenginliğimiz.
   Bu hafta yolumuz uzun biraz. Göcek ve Ortaca’dan  gelen arkadaşlar sabahın köründe çıkmıyorlar yola. Onları da toplayarak Dalyan’a ulaşıyoruz.  Kaunos’a tekne ile değil, hizmete 2016 Mart’ta hizmete  açılan feribotçuk ile geçeceğiz. Feribot Dalyan Kanalı'ndaki Dalko İskelesi ve Denizkızı Restoran'ın bulunduğu noktalardan Ortaca ile Köyceğiz arasında araç geçişini sağlıyor. Aynı yere Köyceğiz Gölü’nün çevresinden dolaşılarak 80 kilometre yol gidilmesi gerekiyor. Kanaldan beş dakikada geçiliyor.12 metre boyunda 4 metre 80 santimetre enindeki feribot 6 ton taşıma kapasitesine sahipmiş. Üç servis üç seferde geçiyor kanalı. Doğrudan kaplıcaya gidecek olan sıcak su düşkünleri servislerle devam ediyor,  yürüyüşçüler kanal boyu Kaunos’a yöneliyor.Baharın geldiğini doğanın uyandığını görüyoruz. Bir lale bahçesi her yer, papatyalar, aralarda renk renk çiçekler…
         Kaunos’a yaya geçiti yok, servislerle Çandır köyüne gidiyoruz. Çandır dağın eteklerine serpilmiş, boydan boya uzanan Tanrıçalar vadisi Dalyan kanallarını izleyebiliyor. Kanallar arasında  Ala gölü suyun çekiciliği ile eşsiz bir manzara. Karşıda sivri tepe Pan dağı, yanında Kızlan. Çandır,  Olympos( Ölemez) dağı eteklerinde şanslı bir köy.
         Yürüyüşümüz Olympos dağına tırmanışla başlıyor. Vadi daha da açılıyor önümüze. Kaunos aşkından ağlayan Byblis’in gözyaşlarını taşıyan”Calbis” adı verilen pınarlar, kanal, kıvrım kıvrım uzanıyor.  Köyü çıkıyoruz, asırlık zeytin ağaçları içinde terk edilmiş kulübecikler bekliyor bizi geçmişe götüren eski eşyalarıyla. Zeytin Çukuru diyor köylüler buraya.  Sümbülbaba tepesiyle çamlar arasından Ege Denizine açılıyor patikamız. Yine Tanrıçalarımızın efsanelerine götürüyor, arada beliriveren kalıntılar belleğimizi.  Ölemez Dağı’nın    güney yüzünde Kaunos Tapınağı ; kuzey yüzünde Leto Termali (Sultaniye kaplıcası) var. Apollon’un  kehanet merkezlerinden biri de Köyceğiz Gölü’nün güneyinde, termalin önündeki durgun suda gömülen batık adalarda.   Söylencelere göre  Afrodite, Kaunos dolaylarında iskele rıhtım pazarından Olympos’a çıkar, hamakta sallanır siestasını yaparmış. Apollon,  Kardeşi bereket tanrıçası  Artemis , Dionysos da İztuzu taraflarında doğmuş.  Hepsi bu üç dağın arasındaki görkemli hamakta sallanırlarmış. Sonra yere iner Orientalis (günlük)  ağaçlarının reçinelerinden sağaltılan kremlerle vücutlarını ovarlar, göbek mantarı yerlermiş. Enerjilerini harcamak için Dalaman Çayı’na raftinge , sağlıklarını korumak için de Olympos kıyısına, kaplıcalara giderlermiş. Biz raftinge gitmeyeceğiz şimdi. Kaplıcalarla yetineceğiz. Dağın eteklerinde, deniz seyri ile yemek molamız. Epey yorulsak da önümüzde bir tepe daha var, Ekincik Koyunu görmek için.
           Deniz seyri ile, yeşiller içinde iniyoruz Ekincik Koyuna, havalar gerçektan ısınmış mı ne, denizde  yüzen bir kişi var, şaşkınlıkla izliyoruz. Güzelim koyda da yapılaşma çoğalmış, inşaatlar var.  Koy girişinde servisler bekliyor bizi, kaplıcalara götürecek.
          Sultaniye Kaplıcaları da Kaunoslar zamanında kullanılmaya başlanmış şifa dağıtan bir yer. Ancak bu döneme ilişkin yapılar sular altında kalmış. Kükürt kokusu ile sarhoşlanıyor, sıcak sulara atıyor yürüyüşçüler yorgun bedenlerini. Ben girmiyorum suya. Kaplıcanın suyu yaz kış otuz dokuz derece ve sağlık açısından yararlanmak için en az on gün kalmak gerekiyor, bir kür de yirmi bir gün sürüyor. Havuz kalabalık epey, konaklama yerleri de epey dolu.
          Köyceğiz Gölü kıyısında oturuyorum, sulara bakmak dinlendiriyor tüm zihnimi. Eve , yine yaşadıklarımıza,  şaşkınlığıma dönüyorum. Bunca sorunumuz varken, durdu zaman yine. Bir Anayasa değişikliğidir gidiyor. Nefret söylemi yayılıyor, tüm yöneticilerimiz propaganda çalışmalarında, ekonomi çöküşte, eğitim yozlaşmakta, cehalet kol gezmekte, aydınlarımızın  çoğu içeride, üniversitelerimiz boşalmakta, silah çoğalmakta, basın susmakta… Zıplıyor düşünceler. Hayır diyen de evet diyen de bu  toprakların çocukları. Ötekileştirmenin, ayrıştırmanın anlamı yok. Hayırlı olsun sonuç. Hepimizin ortak dileği bu.

       Toparlanıyor grubumuz yavaştan , dönüş zamanı geldi. Yorgunluğu da bırkatık sularda. Servislerimizle ve İzmir’in dağlarında çiçekleri açtırarak üç turda geçiyoruz feribotla Dalyan  kanalını    ve yaşama katılıyoruz. Evlerimizdeyiz geç vakit. Atiye KAÇAR