12 Ocak 2016 Salı

DENİZ  TUTKUSU
Kayaköy- Soğuksu- Ölüdeniz.10. 01.2016
          Fethiye’de yürüyüş yolları bir başka.  Tarih derinlerde, yeşil göklerde, deniz her yerde.
          Bu pazar sabahı yollardayız yine. Öğleden sonra yağmur olabilir . Deniz tutkusu yürüyüşçü sayısını arttırmış yağmur kuşkusuna inat.. Üç minibüsle çıkıyoruz yola. Debboy’dan tırmanırken Kaya yoluna,             Fethiye uzanıyor bir tarafı adalar arasında  sonsuzluğa uçarcasına Akdeniz, bir tarafında yapılarla dolan ovamız ve sera denizimiz. Denizin üstünde Çal Dağı giymiş  ak kürklerini. Seyrediyor Babadağ ile Mendos kardeşliğini. Akdağların zirveleri de karlandı. Kış dengeli gelsin.
              Kayaköy’de Kuyubaşında bırakıyoruz servislerimizi. Kahve sabah suskunluğunda, çınarımızda baykuşumuza selam veriyoruz.  Köyümüzün sokaklarına dalıyoruz. Aşağı kilisenin oradan  karışacağız masallar şehri Levissi’ye .
         “  Kayaköyü, on birinci yüzyılda, Rumlar tarafından Likya uygarlığına ait "Karmylassos" kenti üzerine kurulmuş ve bu kentin ismi "Levissi" olmuş. Yaklaşık 25.000 kişinin yaşadığı köy, yirminci yüzyılın başına kadar varlığını sürdürmüş. Levissi'li Rumlar ticaret ve el sanatları ile geçimlerini sağlıyorlarmış, marangoz, bakırcı, kalaycı, demirci gibi zanaatkarlar, Kayaköy'ün dışında mevsimlik olarak başka Türk köylerine de çalışmaya giderlermiş. Türkler ve Rumlar aynı kahvelere gider, birlikte vakit geçirirler, ancak birbirlerinden kız alıp vermezlermiş. Tüm kötülüklerin anası savaş, Kaya Çukuru'nda dostça yaşayan, iki toplumu birbirinden ayırmış, kentinden, evinden, anılarından koparılan insanlar için pek çok acılar yaşatmış. 30 Ocak 1923 tarihinde, Türk ve Yunan hükümetleri ile yapılan halkların karşılıklı değişimi anlaşmasına göre, Levissi Kentini terk eden Rumlar, bölümler halinde Fethiye Limanından Yunanistan'a göç etmiş, yerlerine Batı Trakya'dan aynı kaderi paylaşan, ama daha az sayıda Türk göçmenler getirilmiş.”   Yağmalanan evlerden, kentten kalan duvarlar  anılarını, acı yükünü  taşıyor sırtlarında  yerinden yurdundan göçe zorunlu tutulan halkların. Savaşlar bitmiyor,  insanların yerinden edilmesinin acısını taşıma yükü omuzlara, belleklere yüklenmeye devam ediyor. Daha da acıdır kişinin kendi yurdundan göçmek zorunda kalması. Güneydoğumuzda yaşanan yıkımların,  yaşanan  göçün de canlı tanıklarıyız, yükü ve acıları geleceğe taşıyacağız..
              Kiliseden yukarıya çıkıyoruz taş döşeli yoldan. Tepelere serpilen koca Levissi- Kayaköyü- evleri kalıntıları canlanıverecek, dile gelecek  sanki. Ovada yeni yapılar yeşiller arasında uykuda. Verimli topraklar, havası  başka suyu başka. Anemonların yeri buralar, açmaya başlayan laleler dolduracak rengarenk, kalıntıların aralarını bahara. Tepeyi aşınca mavilere karışıyoruz. Kayalık ile inişe geçiyoruz. Deniz tutkumuz depreşiyor. Akdeniz uzanıyor önümüze adaları koyları ve eşsiz turkuazı ile. Patikamız gevenlerle adaçayları kekiklerle süslü. Sakız çalıları zorluyor yolumuzu daraltıyor. Sağa, kaya tepesi dağın eteklerine dolanıyoruz. Galaviz kapısından önce koca keçiboynuzu ağaçları , laleler ve bizi denize uçuracak kayalara ulaşıyoruz. Havamız baharı kolluyor ki laleler nergisler açmış. Nergisler kaya diplerini süsler, nasıl da açmışlar kaya kovuklarında. Sakın koparmayalım, koklayalım doyasıya. Doğanın, doğallığın kokusu ile dolduralım gönlümüzü. Sonra maviyi koklayalım, deniz kokusu çam kokusuna, sakız çiçeği kokusuna kekiklere, adaçaylarının kokularına karışsın. Koku harmanlayalım, koku biriktirelim. Renkleri karıştıralım: denizin mavi- yeşiline nergislerin sarısını, lalelerin morunu, bin bir tonda yeşili karıştıralım.
      Galaviz kapısından sıra ile geçelim, aldık sağ yanımıza dağın dinginliğini; sol yanımıza denizin enginliğini, yürüyelim. Kayalar, keçiboynuzları ve çam ağaçları arasına gizlenmiş Soğuksu koyuna inelim.
     Kumsal taşları sıcak, deniz berrak, sular duru. Meyve molamızla dinlenelim biraz. Yazın kalabalıklığına inat sakin . Önümüzde tırmanış var. Ölüdeniz tepesini aşacağız.
        Bir gözümüz  denizde, bir gözümüz önümüzde. Atatürk burnunu geçiyoruz, Beştaşlar kımıl kımıl denizde, beş parmak gibi. Çam yeşili arasında Akdeniz mavisi ile yürüyor, Ölüdeniz tepesinde yemek molamız var.  Çakal zeytin ağaçları , keçiboynuzu ağaçları çam ağaçları ile yarış halindeler. Kendilerine asırlık dedirtme çabasında yıllara meydan okuyorlar.

           Ölüdenizin seyri asıl deniz tutukumuz. Lagun önümüzden açılıyor kıdrak kumsalına  uzanıyor Babadağ’ın dibinden  Faralya’ya kadar dantellenerek. Fotoğraf  çekme yarışındayız, hiç yorulmadık. Denizde renkler, denizde kayıklar, denizde özgürlük ve sonsuzluk.
           Sun City kapısında sulara kavuşuyoruz. Sahilden kıdrak kumsalına ulaşalım, dalganın ezgisi ile denizin mavisini birleştirelim.
          Oturuyoruz dalgaların yıkadığı taşlara, deniz bize geliyor, biz denize karışıyoruz. Suların büyüsüne kapıldık ya zamanı yakalayamadık. Servislere pay edildik denize doyamadan. Tatlı yorgunluk duymanın keyfi ile evlerimizdeyiz. Atiye KAÇAR.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder