25 Haziran 2014 Çarşamba

YAYLA   SESLERİ
Cem Alanı kamplı yürüyüş (14-15 Haziran 2014)
                Fethiye Dağcılık yürüyüşü kamplı bu hafta.  Çadırlarımızla, uyku tulumlarımızla, kamp malzemelerimizle düşüyoruz yollara. Doğayı dinleyeceğiz gecenin sessizliğinde, yıldızları kucaklayacağız, ayın şavkı vuracak yüreklere.
                Katılım az, üniversite seçme sınavı var çünkü. Bütün öğrencilerimize, rehberimizin oğlu Egemen’e başarılar diliyoruz. Sınavları bol olan bir ulus olma sancısını yaşıyoruz bir taraftan. Bir taraftan da niceliği çoğaltıp aynı oranda niteliği yitirdiğimiz üniversitelerimizle kaygılanıyoruz. Köklü ,özerk, nitelikli  üniversitelerimizde öğrenim görsün öğrencilerimiz, gençlerimiz.
     Cem Alanı 1970 metrede Akdağlar’ın zirvesini zorlayan bir plato, oba, eski bir yerleşkesi çobanların. Köşkleri, çadırları, çağıl çağıl suları, koyun – keçi sürüleri, ardıçları,  çan sesine karışan ardıç kuşları sesleri, çıtı pıtı çiçekleri, zirvede öbek öbek karları ile bekler serinlemek isteyenleri.
       Yol Saklıkent kavşağından sonra Kayadibi’ni geçince sola sapıyor. Kayacık Köyü’nden sonra.18 km, Fethiye’ye  60 km uzaklıkta. Yol zorlu, biz safari arabası ile ulaşacağız. Saçları savura savura düştük yollara. Sahilde ekinler harman, tırmandıkça Akdağlara  yeşiller arasındayız. Başaklar tohuma durmuş, çoğu da dayanamamış yağmurlara. Yatmışlar,yastanmışlar.
         Kayacık’a doğru yükseldikçe Döğer ovası uzanıyor, kemerden Eşene kadar ayaklar altında kalıyor. Asfalt yol bitiyor, çam ormanı arasına önce koca gövdeli koca meşe ağaçları serpiliyor. Meşelere dalmışken ardıçlar başlıyor. Sonra yol kenarında köşkler, sular, çeşmeler, keçi- koyun çan sesleri… Birer köşk seçiyoruz gönlümüzce. Şimdi birden daha çok köşkü, camisi, çadırları ve çoban köpekleri ile Cem Alanı karşımızda. Öğlen oldu neredeyse.
       Herkes bir köşk seçiyor, eşyalar paylaşılyor, çadırlar kuruluyor, çay demleniyor. Yerleşimini tamamlayan çaya geliyor, Seval’in keki ve mücveri ile açlığımızı yatıştırıyoruz. Yürüyüşümüzü  yapmalı, kamp ateşimizin odunlarını taşımalıyız. Rehberimiz Oğuz Kolak  Dilek Tepesi’ne çıkacağız, diyor. Hemen çıkıyoruz yola. Eşyalarımız bizi karşılayan “Duman”a emanet.
       Batı yakasına çıkıyoruz dağımızın. Eren Tepe’de dilek ağacı var. Bir çapıt bağlayalım (!)Ardıçların arasında pembe, mor,  sarı sarı çiçekler. Karamuk yaprakları filiz yeşili, çiçekler de limon sarısı. Çocukluğumuzun kokusuna gidiyor, karamuk yaprakları atıyoruz ağzımıza. Akdağ’ın bir tepesinden enginlere açılyor ufkumuz. Aşağılarda ovalar, köyler, yollar uzamakta. Fethiye’yi, denizi Kızıl Ada’yı görüyoruz puslar içinde. Herkes kuru bir ağaç dalı, odun taşımalı. Güneş batınca hava soğuyacak. Vadi uzanıyor önümüzde. Karşıcı çobanlarla söyleşiyoruz. Yeni taşınmışlar buraya, hava yeni ısınıyor, yağmurlar devam ediyor.
         Akşam olmakta bir taraftan, kamp ateşimiz yakıldı, soframız hazır, sazımız sözümüz şenlendirecek yaylamızı. Ateşin çevresinde azıklarımız gülüşlerimizle besleniyor, sazımız coşuyor. Neşet Ertaş’ımızı, yöresel türkülerimizi söylüyoruz. Şeyh Bedrettin’imize de uzanıyoruz Gaffar Ağabeyimizin sazı dilleniyor, Seval Ablamızın sesi yankılanıyor. Sonra  bir ay doğuyor dağların ardından, yıldızlar elimize düşecek. Işıyor gökyüzü. Konuğumuz çobanlar da karışıyor aramıza. Keçi-koyun sürüleri toplanda obaya. Çan  sesleri daha yoğun  köpek havlamaları arasında. Korlaşan, kıvılcımlanan odunlar serin havayı, keskin ayazı yumuşatıyor.
           Çadırlara çekiliyoruz gecenin karanlığında, el fenerlerimizle. Gecenin sessizliğinde kısa ama derin, dingin bir uyku sonrası horoz sesleri ile açılıyor. Çobanlar çoktan hareketli. Seslerle izliyorum insanları. Ateşler yakılıyor, sütler sağılıyor, kuzu ve oğlaklar anaları ile buluşuyor, sütlerini sevgi meleyişleri arasında içiyorlar. Sonra çoban ve köpekleri eşliğinde otlamaya açılıyorlar uzaklaşıyor çan sesleri.tavuklar dolaşıyor aralarda.
          Çadırımı aralıyorum ortalık aydınlık ama güneş doğmamış. Kimseyi rahatsız etmemeliyim, kalkıyorum, ateşimiz sönmemiş henüz, canlandırıyorum. Sular buz gibi, çayımızı hazırlamalıyım.Çaydanlık Ali Beylrin çadırı yanında, sessizce alamıyorum doğal ki, herkes fırlıyor yerinden. “ Korkmayın, keçi yok, ben varım!!!”
         Ateşin önünde çobanların telaşını izliyorum. Güneş önce dağların zirvesine düşüyor, sonra yavaş yavaş ovayı aydınlatıyor, ayazı kesiyor. Güneşle canlılık da artıyor. Çadırlar hareketleniyor, çaya koşuyor herkes. Sağ ol Oğuz Bey, güzel bir güne merhaba diyoruz dingin doğada.
        Kahvaltı sonrası yürüyüşümüz de var. Her yer hareketlendi. Motokros grubu ortalığı birbirine katan sesleri ile alanda, Bir başka yürüyüş grubu da geçiyor Kuru Ova’ya doğru. İsteyen katılıyor sabah yürüyüşüne.
         Dereköy’e doğru tırmanıyoruz bir tepeye. Tepeler arasında bir ova çıkıyor ortaya: Kuru Ova. Yüzlerce koyunları ile dümdüz bir ova, yalçın kayalıklarla çevrili. Ovayı ortadan bölerek yürüyoruz. Sağ kıyısında mezarları var göçerlerin, çobanların. Eski yaylalarımızdan burası da.Tam ortada seslere öyle net karşılık veriyor ki kayalar,yankı öyle net. Konuşuyoruz, yineliyor kayalıklar, keyife keyif katıyor. 
        Ova’yı ortadan bölen traktör yolu kuzeyde tepeler arasında yitiyor Dereköy’e doğru. Yolu izliyoruz sonra Fethiye’ye uzanan enginleri görebileceğimiz bir tepenin zirvesine yürüyoruz. Göğü kucaklıyor, bulutlara karışıyoruz, köyler aşağılara yayılıyor.Dönüş başlamalı.
       Obaya dönüşümüz iki saat sürüyor. Öğle yemeğimizi de hazırlıyoruz büyük bir paylaşımla. Seval   ayrı bir bölüşümle güzellikleri taşıyor soframıza. Izgaracılar, salatacılar, kavun- karpuzcular… emeğinize sağlık.
      Bulutlar iniyor yavaştan. Sisler içinde tepeler. Toplanıyoruz, yola çıkalım artık. Aracımız hazır, çadırlarımız elbirliği ile paketlenmiş, çantalar yerleştirilmiş. Çobanlarımızla vedalaşıldı. Ardıçlarımızı seyirle, kuş seslerini özlemle yollara düşüldü. 15.06.2014
    
     

      

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder