YAYLA SESLERİ
Cem Alanı kamplı yürüyüş (14-15
Haziran 2014)
Fethiye Dağcılık yürüyüşü
kamplı bu hafta. Çadırlarımızla, uyku
tulumlarımızla, kamp malzemelerimizle düşüyoruz yollara. Doğayı dinleyeceğiz
gecenin sessizliğinde, yıldızları kucaklayacağız, ayın şavkı vuracak yüreklere.
Katılım az, üniversite seçme
sınavı var çünkü. Bütün öğrencilerimize, rehberimizin oğlu Egemen’e başarılar
diliyoruz. Sınavları bol olan bir ulus olma sancısını yaşıyoruz bir taraftan.
Bir taraftan da niceliği çoğaltıp aynı oranda niteliği yitirdiğimiz
üniversitelerimizle kaygılanıyoruz. Köklü ,özerk, nitelikli üniversitelerimizde öğrenim görsün
öğrencilerimiz, gençlerimiz.
Cem Alanı 1970 metrede Akdağlar’ın
zirvesini zorlayan bir plato, oba, eski bir yerleşkesi çobanların. Köşkleri,
çadırları, çağıl çağıl suları, koyun – keçi sürüleri, ardıçları, çan sesine karışan ardıç kuşları sesleri,
çıtı pıtı çiçekleri, zirvede öbek öbek karları ile bekler serinlemek
isteyenleri.
Yol Saklıkent kavşağından sonra
Kayadibi’ni geçince sola sapıyor. Kayacık Köyü’nden sonra.18 km, Fethiye’ye 60 km uzaklıkta. Yol zorlu, biz safari
arabası ile ulaşacağız. Saçları savura savura düştük yollara. Sahilde ekinler
harman, tırmandıkça Akdağlara yeşiller
arasındayız. Başaklar tohuma durmuş, çoğu da dayanamamış yağmurlara.
Yatmışlar,yastanmışlar.
Kayacık’a
doğru yükseldikçe Döğer ovası uzanıyor, kemerden Eşene kadar ayaklar altında
kalıyor. Asfalt yol bitiyor, çam ormanı arasına önce koca gövdeli koca meşe
ağaçları serpiliyor. Meşelere dalmışken ardıçlar başlıyor. Sonra yol kenarında
köşkler, sular, çeşmeler, keçi- koyun çan sesleri… Birer köşk seçiyoruz
gönlümüzce. Şimdi birden daha çok köşkü, camisi, çadırları ve çoban köpekleri
ile Cem Alanı karşımızda. Öğlen oldu neredeyse.
Herkes bir köşk seçiyor, eşyalar
paylaşılyor, çadırlar kuruluyor, çay demleniyor. Yerleşimini tamamlayan çaya
geliyor, Seval’in keki ve mücveri ile açlığımızı yatıştırıyoruz.
Yürüyüşümüzü yapmalı, kamp ateşimizin odunlarını
taşımalıyız. Rehberimiz Oğuz Kolak Dilek
Tepesi’ne çıkacağız, diyor. Hemen çıkıyoruz yola. Eşyalarımız bizi karşılayan
“Duman”a emanet.
Batı yakasına çıkıyoruz dağımızın. Eren
Tepe’de dilek ağacı var. Bir çapıt bağlayalım (!)Ardıçların arasında pembe,
mor, sarı sarı çiçekler. Karamuk
yaprakları filiz yeşili, çiçekler de limon sarısı. Çocukluğumuzun kokusuna
gidiyor, karamuk yaprakları atıyoruz ağzımıza. Akdağ’ın bir tepesinden
enginlere açılyor ufkumuz. Aşağılarda ovalar, köyler, yollar uzamakta.
Fethiye’yi, denizi Kızıl Ada’yı görüyoruz puslar içinde. Herkes kuru bir ağaç
dalı, odun taşımalı. Güneş batınca hava soğuyacak. Vadi uzanıyor önümüzde.
Karşıcı çobanlarla söyleşiyoruz. Yeni taşınmışlar buraya, hava yeni ısınıyor,
yağmurlar devam ediyor.
Akşam olmakta bir taraftan, kamp
ateşimiz yakıldı, soframız hazır, sazımız sözümüz şenlendirecek yaylamızı. Ateşin
çevresinde azıklarımız gülüşlerimizle besleniyor, sazımız coşuyor. Neşet Ertaş’ımızı,
yöresel türkülerimizi söylüyoruz. Şeyh Bedrettin’imize de uzanıyoruz Gaffar
Ağabeyimizin sazı dilleniyor, Seval Ablamızın sesi yankılanıyor. Sonra bir ay doğuyor dağların ardından, yıldızlar
elimize düşecek. Işıyor gökyüzü. Konuğumuz çobanlar da karışıyor aramıza.
Keçi-koyun sürüleri toplanda obaya. Çan
sesleri daha yoğun köpek
havlamaları arasında. Korlaşan, kıvılcımlanan odunlar serin havayı, keskin
ayazı yumuşatıyor.
Çadırlara çekiliyoruz gecenin
karanlığında, el fenerlerimizle. Gecenin sessizliğinde kısa ama derin, dingin
bir uyku sonrası horoz sesleri ile açılıyor. Çobanlar çoktan hareketli.
Seslerle izliyorum insanları. Ateşler yakılıyor, sütler sağılıyor, kuzu ve
oğlaklar anaları ile buluşuyor, sütlerini sevgi meleyişleri arasında içiyorlar.
Sonra çoban ve köpekleri eşliğinde otlamaya açılıyorlar uzaklaşıyor çan
sesleri.tavuklar dolaşıyor aralarda.
Çadırımı aralıyorum ortalık aydınlık
ama güneş doğmamış. Kimseyi rahatsız etmemeliyim, kalkıyorum, ateşimiz sönmemiş
henüz, canlandırıyorum. Sular buz gibi, çayımızı hazırlamalıyım.Çaydanlık Ali
Beylrin çadırı yanında, sessizce alamıyorum doğal ki, herkes fırlıyor yerinden.
“ Korkmayın, keçi yok, ben varım!!!”
Ateşin önünde çobanların telaşını
izliyorum. Güneş önce dağların zirvesine düşüyor, sonra yavaş yavaş ovayı
aydınlatıyor, ayazı kesiyor. Güneşle canlılık da artıyor. Çadırlar
hareketleniyor, çaya koşuyor herkes. Sağ ol Oğuz Bey, güzel bir güne merhaba
diyoruz dingin doğada.
Kahvaltı sonrası yürüyüşümüz de var.
Her yer hareketlendi. Motokros grubu ortalığı birbirine katan sesleri ile
alanda, Bir başka yürüyüş grubu da geçiyor Kuru Ova’ya doğru. İsteyen katılıyor
sabah yürüyüşüne.
Dereköy’e doğru tırmanıyoruz bir tepeye.
Tepeler arasında bir ova çıkıyor ortaya: Kuru Ova. Yüzlerce koyunları ile
dümdüz bir ova, yalçın kayalıklarla çevrili. Ovayı ortadan bölerek yürüyoruz. Sağ
kıyısında mezarları var göçerlerin, çobanların. Eski yaylalarımızdan burası da.Tam
ortada seslere öyle net karşılık veriyor ki kayalar,yankı öyle net.
Konuşuyoruz, yineliyor kayalıklar, keyife keyif katıyor.
Ova’yı ortadan bölen traktör yolu kuzeyde
tepeler arasında yitiyor Dereköy’e doğru. Yolu izliyoruz sonra Fethiye’ye
uzanan enginleri görebileceğimiz bir tepenin zirvesine yürüyoruz. Göğü
kucaklıyor, bulutlara karışıyoruz, köyler aşağılara yayılıyor.Dönüş başlamalı.
Obaya dönüşümüz iki saat sürüyor. Öğle
yemeğimizi de hazırlıyoruz büyük bir paylaşımla. Seval ayrı bir bölüşümle güzellikleri taşıyor
soframıza. Izgaracılar, salatacılar, kavun- karpuzcular… emeğinize sağlık.
Bulutlar iniyor yavaştan. Sisler içinde
tepeler. Toplanıyoruz, yola çıkalım artık. Aracımız hazır, çadırlarımız
elbirliği ile paketlenmiş, çantalar yerleştirilmiş. Çobanlarımızla vedalaşıldı.
Ardıçlarımızı seyirle, kuş seslerini özlemle yollara düşüldü. 15.06.2014
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder