ŞANSLIYIZ
Karaağaç- Yağlı – Faralya (05. 02. 2017)12 km.
Yürümek dağda, ovada , bayırda… Yürümek kuşla, taşla, yosunla, böcekle, yaprakla, yağmurla, karla, papatya-nergis-lale-sarmaşık- menekşe-pıtı pıtı kır çiçekleriyle … Yürümek dostla, canla, yarenle, sevgiyle ve hep birden söylemek en içten türküleri.
Fethiye Dağcılık toplandı yine günlerin en güzelinde pazarın erken saatlerinde. Şanslıyız, eşsiz yürüyüş parkurlarımız, ve bu parkurları çeşitlendirip çoğaltan arge ekibimiz var. Şanslıyız, Babadağımız yanında Mendosumuz; karşısında Çal Dağımız,Yaylalarımızda Akdağımız , Toroslarımızın batı ucu uzanıyor. Şanslıyız, kırım kıvrım kıyıları ve Oniki Adaları ile enginlere açılan Akdenizimiz var. Şanslıyız bizi tarihin derinliklerinde yaşatan Likya uygarlığı zenginlikleri içindeyiz. Yanımız yöremiz yüzyılları taşıyan antik kentlerle dolu.Bugün deniz seyri ile Babadağ’dayız.
Servislerimizle çıkıyoruz yola. Gençlerimizin katılması ayrı bir güzellik. Selçuk’umuzun yanında oğlum Özgür de yürüyor bu gün. Kaş yolunda Eşen vadisinden Karaağaç köyüne dolaşıyoruz. Minibüslerimiz tırmanırken Babadağ eteklerinden köye doğru Yediburunlar uzanıyor Akdeniz’e, mavinin sonsuzluğuna. Burunların adlarını sayıyoruz, Yediburunbaşı, Kötü, Sancak, İnaklık, Yassı, Kılıç, Zeytin. Hemen hemen bin metrelik dağlarla bölünen burunlar arasında saklı koylarda denize girme hayalini saklı tutuyoruz yaza. Balartlı ve Sancak koylarını, Cennet Koyu’nu yad ediyoruz.
Karaağaç köyü içinde çınarımızın yanından patikaya geçiyoruz. Köy evleri kış dinginliği ile arkamızda kalıyor, biz patikamızla Yağlı’ya yöneliyoruz. Hava bulutlu , yağmur geçişleri olabilir.
Akdeniz bitkilerinin tümü var şimdi önümüzde. Çam ağaçları arasında, pıynarlar, keçiboynuzu ağaçları, koca zeytinler kızıl gövdeleri ile sandal ağaçları, gevenler, çalılar…Önce denizi daha yüksekten görme adına yükseliyoruz. Bin yüz metrelere kadar çıkıyor, yürüyüş gücümüzü (erk) arttırıyoruz. Yorgunluğumuzu su ve meyve molaları gideriyor.
Öğle dinlencemiz Yağlı’da. Yağlı, tepeler arasında çoban yerleşkelerimizin olduğu bir düzlük. Çobanlarımız yok artık buralarda. Kalıntıları var ağılların, alacıkların, çadırların yıkık dökük. Bir de eşeklerimiz konuğumuz oluyor. Dağlarımızda çobanlarımız eksiliyor gün be gün.
İnişteyiz artık, işaretli Likya yolları, keyifli patikalar, zikzaklarla kayalar arasından yol buluyor. Önümüzde, aşağılarda yalçın kızıl kayaları ile Kelebekler Vadisi, sonra Akdeniz turkuazı ile tamamlanan Belcekız kumsalı ve yeşiller içinde uyuyan Ölüdeniz. Fethiye körfezi açıkları, adalarla dağlar arasında, İblis Burnu ötesinde. Usumuzda, söyleşimizde düşümüzde taşıdığımız güçle yürüyoruz. Yer yer bir türkü tutturuyoruz… Ozanımız Nazım’la yürümek.“Yürümek; /yürümeyenleri /arkanda boş sokaklar gibi bırakarak, / havaları boydan boya yarıp ikiye /bir mavzer gözü gibi
karanlığın gözüne bakarak / yürümek!..
Yürümek;
yolunda pusuya yattıklarını,
arkadan çelme attıklarını
bilerek
yürümek...
Yürümek;
yürekten
gülerekten
yürümek...” Yürekten gülerekten yürüyoruz. Yağmur geçişi de ayrı bir görsellik sunuyor öğle sonrası. Deniz kurşun oluyor, dağları yutuyor, gök kurşun oluyor denize iniyor. Sisler puslar içinde yağmurun sesine bırakıyoruz kendimizi rengarenk yağmurluklar içinde. Sonra güneş açıyor, pırıl pırıl oluyor yağmur damlacıklarıyla ağaçlar.
Faralya’da yol kıyısında servislerimiz beklemede. Yine yorgunluk çayımız var yaşasın.Deniz seyri ile dönüyoruz Fethiye’mize.










Hiç yorum yok:
Yorum Gönder