23 Kasım 2016 Çarşamba

UMUT
Üzümlü-Kılıçotu-Oyuk-Zorlar /20.11.2016 / 18 km
       Yollar kalabalık, her yerde  araç, her yerde insanlar telaşlı. Bu pazar sınavımız var , rekor sayıda kalabalıklığı ile. Rekor  sayıda vatandaşımız iş, aş umudu ile yollarda, sınava girecek, devlet kapısında iş bulma umudunu canlı tutacak. Görevli öğretmenleri de düşünürsek yürüyüşçü sayımız az bugün.
           Saat 08.30’da toplanıyoruz eski Fethiye Lisesi karşısında, Mercan pastanesi önünde. İki servis yeterli, yola çıkıyoruz hemen. Çatlarık yolları daha kalabalık . Okulların önü yanı da araç dolu. Sabahın serinliği ile Üzümlü yolu  ormanları susuzluğu unutmuş gibi.  Üzümlü de kış uykusuna yatmış ki tülünü almış üstüne. Dağlar önü ak örtü olmuş dumanlı, damlar puslu kızarmakta.Üzümlü okul yanı da sessizliğe inat kalabalık yine. Kahvelerin sağından çıkıyor, evlerin bitiminde iniyoruz servislerimizden. Yürüyelim arkadaşlar …
        Yüzyıllar öncesinden beri kullanılagelen taşlı köy yolundayız. Taş setler de örülmüş, eski, yosunlu. Yosunlu da yosunlar  kupkuru,kış da gelmek bilmiyor. Yağmura özlem sonsuz. Çam ormanı arasında Cadianda yolundayız. Cadianda’yı sağda bırakıyor, orman yollarını atlayarak patikalar buluyoruz. Tepeler tepeleri kovalıyor. Çok yüksekte değiliz bugün. Beş yüz metrelere kadar  çıkıyoruz.                                                          Üzümlü’nün doğu kapsından aşıyoruz, Kılıçotu evleri gözüküyor.
   Kılıçotu küçücük bir yerleşim yeri. Üzümlü’ye bağlı. Üzümlü dağını aştık ya, Akdağlar uzanıyor karşımızda. Yayla yolu seçiliyor uzaktan, Ceylan, Ören evleri belli belirsiz engin ovada. Yer yer orman yolları kesse de önümüzü patikalardan aşmaya kararlıyız.  Toprak öyle susuz, susuzluk ciğerine işlemiş kum savurmakta ortalığa. Sonbahar kızıllığı makilerde. Çam ağaçları yeşil olsa da hep aralarda meşeler, çitlembikler, çınarlar sarı sapsarı, bazen de kızıl kızıl yaprakları ile ille de sonbahar, diyor. Orman işçilerimiz var kesim yapıyorlar. Çam kokusu, dal kokusu, kabuk kokusu ile selamlaşıyoruz. Gerekli kesimlere bile rızamız yok, ormanlarımızı koruyalım, suyu toprakta tutmalıyız ki bu da bitki örtüsü ile olacak. Kuraklık kapımızda.
Dinlenmeliyiz , 10 km oldu  yürüyüşümüz. Rehberimiz rotamızı 15 km verdi ama, sanırım bizi kandırdı. Daha yolumuz çok,sıcak çok, içme suyu bitenlerimiz var, paylaşıyoruz.  Oyuk yaklaşıyor,  zeytin bahçeleri başlıyor, zeytin toplayan köylülerimiz  şaşkın bakıyor bize. Avarayız(avareyiz) biz böyle gezeriz dağlarda, hiç o kadar yol yürünür mü , demeyin.
    “Erenden kar, Çırpı’dan nar yiyeceğiz” diyor Sefai Bey. Nar bahçesi çıkıyor karşımıza da hasat bile edilmemiş, meyvecikler kurumuş  dallarda. İçim sızlıyor yine. Gündem zorlu: “ Bin derdim var hangisine yanayım” dedirten türden. Konuşuyoruz, diri tutmak için mücadele gücümüzü. Dolar yükseliyorsa tüm yaşamımız ağırlaşacak. Yediğimiz içtiğimiz, kullandığımız her şey dolarla ilişkili bir yönüyle. 1994 ve 2001’den çok başka yapıda bir ekonomik kriz uyarıları var. Gün günden ağır geliyor. Asker kayıplarımız bir yanda, Siirt’te toprak altında canlar bir yanda. Kör kıyımların canını aldığı kadınlarımızın acısı bir yanda. Küçük  yaşta amansız saldırılara uğratıp, sonsuz acılara boğduğumuz çocuklarımızın yükü bir yanda. Ölümler yüreğimizi yakarken kuraklık ve açlık kapımızda. Üreticiler isyanda. Bir domates üreticisi haykırıyor: “Hale gelip alın terimizle ürettiğimiz malımızı satarak onurumuzla yaşamak istiyoruz.  Sadaka istemiyoruz, hibe istemiyoruz, devletin parasını verseler zaten almayız, HARAMDIR. Bizi yönetenler Suriyelileri nasıl düşünüyorlarsa kendi vatandaşını düşünsün. Biz bu ülke için vergi veriyorsak, çocuğumuzu şehit veriyorsak,bu ülkede adam gibi yaşamak bizim hakkımız…” Bu ses bir çığlıktır!
             Oyuk Mahallesinden Atlıdere yoluna dönsek mi , yok, Zorlar’a inelim. Orman köy yolumuzun toz toprağı içinde kum savurarak yürüyoruz. Ören çayından ayrılan koca kanal can vermekte ovaya ve umuda. Köy yolu asfaltı kanal başına kadar gelmiş. On sekiz km oldu yürüyüşümüz de. Sürücülerimiz, okaliptüs ve çamlar arasında, su serinliği ve dinginliği ile hazırlamışlar odun ateşinde çaylarımızı. Murat  ustamızın lokumları da tat katıyor sıcak söyleşimize. Emeklerine sağlık sürücülerimizin.

          Mavi gökyüzü ak bulutlar serpiştirmiş ufka doğru. Yeni bir güç, yeni umutlarla dönüyoruz evlerimize.  “Yok” deyince “Hiç mi yok?” diyen insanlarız biz. Umut bizim kanımızda var.Atiye KAÇAR

8 Kasım 2016 Salı

KATRAN KOKUSU
Karabel-Belarası-İncealiler/06.11.2016- 17km.
            Fethiye Dağcılık grubu üyeleri toplanıyor, yayla yollarına koyuluyor. Denizden sonra dağlarda, Batı Toroslarda , Akdağ’ın tepelerinde dolaşacağız.
             Seydikemer’den yayla yoluna koyuluyoruz. Bir tarafta çam ormanı bir tarafta Ören Çayı, Seydiler ovası Atlıdere’den  Ören’ne uzanıyor, puslar içinde dağları delerek  ovayı kıvrım kıvrım yarıp geçen koca çay, Eşen Çayı kolları. Naldökenden sonra Dereyol’da çınarler(!) (çınar mı kavak mı?)rengarenk.  Sarıdan yeşile, kızıla karışan sonbahar renkleri . Dereyolda baharlar başka güzel yaşanır. İlkbaharda erguvanlar, sonbaharda çınarlar sunarlar tüm canlılıklarını. İçim açılır, Karabel’e çıkarken mutlak mola verip dağlarıma, doğa’ma doymak isterim.
            1300 rakımda, Karabel’in tepesinde iniyoruz servislerden. Sağa Belarasına dönüyoruz. Rakım yükseldikçe çam ağaçları ardıçlara bırakıyor yerini. Çobanların ayak izleri ile, belleklerde keçi çanları ile yürüyoruz. Daha önceki yıllarda  karşılaşılan çobanlar yok . Yankılanan çan sesleri gittikçe  uzaklaşıyor, dağlarımız yalnızlaşıyor. Akdağların eteklerinde, dağlar koynunda sarı sarı bahçeleri ile yayla köylerimiz. Belarası, karşı yamaçta, daha ötelerde Ambarkavak,Çökek aralıklarla serpilyor engin vadilerde. Biz sola dönüyoruz, Karabel dağını dolanıp İncealiler’e ulaşacağız.  Buralar gizli zenginlikler içinde. Meşelikleri  ansıyorum Kaplankayası ardındaki.
          İncealiler dağına yükseliyoruz ağır ağır, hava bir o kadar keskin yayla yeli ile serinletiyor terimizi. Bin altı, bin yedi yüz metrelere ulaşınca sedirler içinde kalıyoruz, katran kokusu ile dinçleşiyorum. Koca katran ağaçları kocaman yurdum. Sevdiceklerimi, kocaman yüreğimizle beni, bizi barındıran koca yurdumu saklıyor sonsuza uzanırcasına yükselen dallarıyla. Sonra beklenmedik yıldırımların, ağır bir deli poyrazın , yalnızlıkla kendini unutan şaşkın bir çobanın ateşi ile devriliveren koca sedirleri, ardıçları geçiyoruz. Dağlarımızın da  yüreklerine bombalar düşmüş, dağlarımızın da yollarına tomalar çıkmış, dağlarımızada da baskınlar talan etmiş ortalığı. Kuruyan koca gövdeleri yıkım yerlerine döndürmüş ortalığı koca ardıçlar; bombalanan şehirlerimiz gibi…
         Kara günlerin kara düşüncelerine meydan okuyan sedirler yeşilin kendine özgü serinliğini serpiyor  yüreğimize. Hele de yalçın kayalar içinde kök bulup, kayalar arasından dimdik fırlayan sedirler ayrı bir umut oluyor. Sonra toy sedirler doldurmuş boşluklarımızı. Yumuşak dikenleri, sarı-yeşil  yumuşacık iğne yaprakları ile fidan sedirciklerimiz. Gençleşiyor , dinamikleşiyor ormanımız. Bizim de yitip giden değerlerimizin gölgesinde yetişen gençlerimiz umut geleceğimize bu kara günlerde. Ne zaman son bulacak tutuklamalar, baskınlar, saldırılar; ağaçların  başkanı var mı? Bu hale dayanamazken  o halin ağır baskısını, akıl almaz uygulamalarını daha ne hale kadar taşıyacağız?.. Korku salmaksa amaç yüreklere, bizler: “Acıyı Bal Eyledik/
acıyı bal eyledik /
sıratı yol eyledik /
geldik bugüne /
 
ekilir ekin geliriz /
ezilir un geliriz /
bir gider bin geliriz/
beni vurmak kurtuluş mu /
 
kör olasın demiyorum/
kör olma da /
          gör beni /(Hasan Hüseyin)

           Katran ağaçlarına sarılıyor, katran kokusunu , ağaçlarımızın dinginliğini dolduruyoruz hücrelerimize. Dört kişi çevreleyebiliyoruz el ele kocaman gövdelerini sedirlerin, sevgilerimizi bırakıyoruz.
       Yemek molamız dağlar arasını mesken edinmiş bir çoban yerleşkesinde. Pardılarla çit çevrilmiş, ardıç kabukları ile damlar, su gereksinimi için de bir havuzcuk yapılmış. Bahçede meyve ağaçları, selviler yarı dökülen yaprakları ile hazan renginde.  Kupkuru ya ortalık, su yok çeşmeciklerimizde. Ardıç kuşlarımız çok yoruluyorlar su bulabilmek için. Ardıç ağaçlarımızın çoğalmasını isterken, onları yok ettiğimizi görmek istemiyoruz. Karşımız İncealiler’den Zorban’a uznıyor. Sağ yanımız  “Onioanda” antik kentini barındıran Asar tepesi, solumuz zirveye uzanan Erendağ ve eteklerinde Ceylan, Seki evleri . Artık inişteyiz, yolumuzu kolayladık.
          İnişimiz de sedir ağaçlarının büyüsünde. Yer yer orman yolu, yer yer çoban yolu, patika orman içinde. Sedirler bitki tüneli oluyor bazen.  
           Şimdi evler seçiliyor serpilen ovaya. İncealiler köyüne de yaklaştık. Bahçeler, bahçelerde tatlı sulu elmalar, güz hasatı ve gün yangısı yüzleri ile karayağız köylülerimiz. Bir teyze karşılıyor bizi keçilerini koymuş çitlerin içine. Halleşiyoruz, seviniyor, elinde ne varsa ikram edecek, o kadar zengin gönlü.
         Köy merkezinde servislerimiz. Sürücülerimiz odun ateşinde çaylarımızı da hazır etmişler, yayla serinliğine demli çayın buğusunu karıştırıyor, keyifli bir  gün gün sonu yaşıyoruz. Gökyüzü berrak maviliğine serpiştirdiği    ak bulutları  ile ayrı bir görsel şölende.  Seki ovası engin, Karabel gizemli, Dereyol çınarlı renkli, yolumuz ışıklı… Gün batımı ile Fethiye’deyiz. Atiye KAÇAR.
          




3 Kasım 2016 Perşembe

PEKMEZ TULUKLARI
Arsa- Koyat  Geçiti-Kayadibi- 30/10/2016- 15 km
           Bu pazar yolumuz Arsa’ya. Toplanıyoruz Fethiye Lisesi karşısında, Mercan pastanesi önünde: yolculuk başlasın. Saatlerin  akıllı telefonlarımızca, kontrolümüz dışında geri alındığını fark etmeyen yürüyüşçülerimiz çıkamıyor dağlarımıza.
            Zorlar Ovası, eski pamuk tarlalarımız, beton yapılar arasında yalnızlaşıyor, yoklaşıyor. Saklıkent yolundayız. Tarlalarda güz hasatı, güz renkleri. Ağaçlarda meyveler boynu bükük, alıp-satan yok. 0n kuruşmuş kilosu, toplama emeğini karşılamaz. Elma Seki’de perişan, nar Eşen Ovasında.
         Döver’den ayrılıyor, Bağlıağaç bahçelerini geride bırakıyoruz. Akdağ eteklerinde güne karşı köylerimiz. Yolumuz Arsa’ya; güz bereketini yaşayacağımız için coşkuluyuz. Fethiye’nin meyve deposu, adıyla özdeşleşmiş. “Arsa elması, Arsa üzümü, pekmezi “ özellikle aranıyor pazarımızda. Ta eski çağlardan beri yerleşim yeri, bereketli topraklarıyla. Arsa adı önce arazi parçası anlamını çağrıştırıyor; ancak köyümüz adını Likya antik kentlerinden olan “Arsada”dan alıyor.” Arsada” Likçede  akarsu anlamına geliyor. Köyün çevresindeki bol akarsular  bunu gösteriyor.(Sular bu sene coşmak için yağmur bekliyor.)Arsa adı Osmanlı dömeminde de  “Arısu” olarak  geçiyormuş. Akdağ eteklerinde, Gömbe’den Uçarsu’dan  gelen kaynaklar kanyonu besliyor da bu sene yağmur yok, kupkuru arklar, dereler, kanyonun dibi… Toprak kuru, bağlar bahçeler , kekikler, çakırdikenler kupkuru. Çeşmeler var bir iki cılız suları ile.
               Köy yolu ve meydanda altyapı çalışmaları var, üzümler toplanmış bir iki traktör kasalarla geçiyor yanımızdan yöremizden. Yürüyüşe başlıyoruz, asma lar karşılıyor, nasıl da tatlanmışlar. Bereketiniz bol olsun, diyorum, asma bahçelerinin birinde bir teyzem gül yüzüyle karşılıyor bizi. Aşağı Mahalleye yöneliyoruz, güz yangısı güneş. Bol meyve, bol su gerekli, iyi terliyoruz. Üzümler narlar elmalar incirler dallarda, elimizde, ağzımızda. Gözümüzü doyuruyoruz öncelikle.
           Asma bahçeleri bitiyor, elma ağaçları yerini zeytin ağaçlarına bırakmış olmalı, yeni dikilmiş zeytin ağaçları var. Karşımızda yalçın kayalıkları ile Kayadibi tepesi. Bayırdan aşağı salınıyor, kanyona iniyoruz. Yerler kupkuru, kanyonda su yok.
        Kayadibine yöneliyoruz. Arsa tamamen karşımızda şimdi. Ençok asma bahçesi var yeşille  sarı arası. Evler küçülmüç asmalar büyümüş. Bağlar arasında su yolu kuru. Çalılar yaz kış yeşil ya yetiyor.   Akdağın eteklerinden Eşen Ovasına uzanıyor önümüz.  Koyat Geçiti yalçın kayaları ile önümüzde. Dimdik patikadan zikzaklarla iniyoruz. Kanyon sularını besleyen dereler kesiyor önümüzü , dereler de susuz. Üç taş köprümüz var antik çağlardan kalma. Taş kemerleri ile yıllara meydan okuyorlar. Köprüler susuz, dere kenarlarında ağaçlar sarı sapsarı. Defnelerin yaprakları büyüyememiş, çitlembikler sarı kızıl.
         Doğa renklerini seriyor önümüze… Çınarlar, asmalar; İncir, ayva , elma ağaçları yeşilden bir sarıya  bir turuncuya koşuyor.Sonbaharın güzelliği.
          Evlerde de güz telaşı, eh üzümler kaynasın, pekmezler yapılsın. Tuluk kullanan var mıdır acaba hala! Gözümün önünde, belleğimin en güzel yerinde Arsa’nın pekmez tulukları.
          Babamın asker arkadaşı vardı  Arsa’da , Memiş(Karadayı) amcamız. Çok pekmezini yedik çocukluğumuzda. Seki’den atlarla Fethiye’ye  un  getirip satıyor babam. Koyat geçitinden Arsa’ya geliyor, Memiş Amca’dan pekmez alıyor tuluklarla, yükletiyor atlara, Seki’de buğday karşılığında satıyor, tekrar un yapıyor, tekrar yola çıkıyor. Tuluklarda pekmez lıkır lıkır at yürüdükçe. Atın ayağı kaysa parça parça olur, diyor babam gülerek.
            Pekmez tuluklarda, tereyağ karında (kurutulmuş keçi- koyun işkembesi), peynir deride,saklanıyor o zamanlar. Çamaşırlar küllü su ile , dere kenarında, çamaşır taşlarında, küllü su ve tokuç ile yıkanıyor, kızıl heybede saklanıyor. Tas olarak , sıcak su için alavırt (su  kabağı)kullanılıyor; su toprak testilerde  evlere taşınıyor. Çocuklarımız sorguçla besleniyor, emzik yok. En çok da tarhana çorbası içiliyor, üç öğün  yoğurt yeniyor. Kaşıklarımız ağaç, kap kacağımız bakırdan. Kalaycılarımız var köylerimizde . Plastik girmemiş hayatımıza henüz, kanser tehdidi yok. Herkes evinde , bahçesinde yetiştirdiğini yiyor komşusuyla bölüşerek.Yiyecekler de paketlere girmemiş daha. En güzel tatlımız iki bisküvi arasına sıkıştırdığımız Elmalı lokumu pembe pembe. Memiş Amcam yardıma geliyor çok işimiz olduğunda. Araç yok, egsoz kokusu tanımıyor genizlerimiz. Çeşme başlarında ağaç köşklerimiz var çınar gölgelerinde. Arsa’da profilden yapılmış köşk de gördüm  çeşme başında. Her şey değişti. Her şey değişti de en zoru  ölümlerin değişmesi. Yaşlanarak ölenlerimize ağıtlar yakamıyoruz, daha acı gençlerimizin  kayıpları. Güne her güne yeni bir sancı ile uyanıyoruz. Şehit haberlerinin önüne geçti baskın, gözaltı,  tutuklama haberleri. Daha dün Cumhuriyet gazetesine yapılan baskınla yaşıyoruz acı günlerimizin birini. Yaşam alanlarımız daralıyor, İlerleyeceğiz derken daha gerilere  gitmek çocuklarımız adına kaygılandırıyor, korkuyu büyütüyor. Cumhuriyetimizin kazanımlarına sahip çıkacak gençlerimizin haykırışları serinletiyor yüreklerimizi.” Güzel günler göreceğiz çocuklar, güneşli günler…”
          Kırkayak olup zıkzaklarla iniyoruz. Nar bahçelerinden geçiyoruz. Kanalımızda su var, coşkun sularla serinlemek kendimize getiriyor. Saklıkent yoluna iniyoruz, çeçme başında servis sürücülerimizin hazırladığı çaylar ve yürüyüş dostlarımızın sıcak söyleşileri alıyor tüm yorgunluğumuzu.  Dönüş daha keyifli şimdi. Atiye KAÇAR.