DENİZ DENİZ DENİZ
Faralya – Aktaşlar – Kabak ,14 Km, 16.10.2016
Pazar sabahları özlenen gün.
Günün, haftanın ağır ve yoğun gündemine enerji toplama günü. Çocuklar gibi şen,
yollardayım yine. 08.30’da toplanıyoruz eski Fethiye Lisesi karşısında, Mercan Pastanesi
önünde. Yeni yürüyüşçü arkadaşlarımız
oluyor, doğa virüsü bulaşanlarımız var.”Bir kez yürürüm , çok zordu diye düşündüm geçen hafta; ancak çarşamba gününden gözlemeye başlar oldum pazar
gününü” diyor, Emine öğretmenimiz.
Sıcak söyleşilerin ardından
yoklamamız alınıyor, hazırlıklarımız tamamlanıyor, rehberimiz Yusuf Çilengir de biniyor servislerimize, yola
çıkıyoruz sabah serinliği ile ne kadar sıcak yiyeceğimizi bilmeden.
Fethiye’miz uzanırken seraları ve
betonlaşan ovası ile denize doğru çam ormanları arasında Ovacık’a yol
buluyoruz. Ovacık ilkokulu yerine yapılan çifte minareli cami tamamlanmış,
okullarımızın yerini camiler almasa da her okul imamhatip okulu olacak,
kaygılanıyoruz. Hele “Proje okulları”projesini anlamak olası gelmiyor , kabul
görmemiz olanaksız, aklımız almıyor. Hisarönü tepesini aşıyoruz deniz uzanıyor
boylu boyunca, bir serinlik yayılıyor zihnime, gönlüme.
Ölüdeniz’den Faralya yönüne dönüyoruz. Babadağ denize
inmiş ya zor yol vermiş Faralya’ya.
Kıvrıla döne deniz, deniz, diyerek
keskin kayaların yol verdiği Kelebekler Vadisi’ni görmeye çalışıyoruz. Uzunyurt
da dediğimiz Faralya’da “Faralya camisi” yanında iniyoruz servislerimizden.
Açık uçuk mavi bir gökyüzü ; mavi, turkuaz, lacivert bir deniz. Deniz seyri ,
deniz büyüsü ile deniz kıyısına ulaşmayı amaçlıyoruz.
Kelebekler Vadisi seyir tepesi, deniz
dibimizde. Atlasak mı, uçsak mı? Aşağılarda ince kumları yalamakta mavi, serin sular yalçın kayalar
arasında saklanan yeşil vadisiyle kelebeklerin. Dalganın tatlı şıpırtısını
duyumsuyorum, deniz tutkusunda boğulacağım. Yürüyoruz deniz eşlik ediyor sağımızda, vakur
çam ağaçlarının sarı-yeşil dalları arasında. Önümüzde zorlu bir tırmanış. Kayalıklar
arsında yer yer emekleterek bizi, ilerliyor patikamız. Hava sıcak, nemli.
Yetmiyor gölgede yürümek, toprak kuru, yapraklar kuru, baharın yeşillenen
çalılıkları kuru. Yağmura , suya özlem sonsuz. Çoban çeşmelerimizin çoğu da
kuru artık. önümüze orman içinde plastik borular, su hortumları çıkıyor yer
yer. Dağlarımızın çoban çeşmelerinin
suları taşınıyor bir yerlere. Kabak koyunda hortum demetleri önümüzde.
Üzülüyorum.
Deniz ve dağ eşsiz uyum içinde: Yer
yer kayalıklar, küçük koylar, köy evleri , yer yer yol üstü çeşmeleri, bir iki
keçi, ara ara çoban yerleşkeleri bizim güzelliğimiz. Faralya’dan Kabak koyuna
ve köyüne kadar görmek istediğimiz bu. Doğal yapı bozuldukça yoksullaşıyor,
yoksunlaşıyoruz. Çoban çeşmelerimizin su verdiği canlılar yok oluyor, endemik
çiçeklerimiz, bitkilerimiz, böceklerimiz, solucanlarımız yok oluyor. Kuşlarımız yerleşim yerlerine
yaklaşıyor yaşam bulmak için, yaşam bulamıyor: SU YAŞAMDIR.
Çam ağaçları, tepecikler arasına gizlenmeye
çalışan, ormanlarımızın bağrını deşerek oluşturulan oteller, moteller, ağaç
evler doğal plajlarımızı da, doğal yapımızı da, ormanlarımızı da bozuyor,
kirletiyor. Sularımız borularla saklı
yapılara taşınıyor hoyratça. Sonra yaprak kuru, toprak kuru, çevre kirli.
Denize bakıyorum:deniz engin, deniz coşkun, deniz özgürlük, hafiflik,
sonsuzluk, güzellik. Deniz deniz deniz…
Aktaşlar’a ulaştık ter içinde. Sular
serin, mayolarını giyen atlıyor : Coss! Dinleniyor ayaklarımız, dinleniyor
hücrelerimiz. Deniz deniz deniz… (Anadolumda
sobalar yanarken biz denizdeyiz, şanslıyız.) . Yemek molamız da
burada deniz eşliğinde. Yolumuzu
yarıladık ama beş altı kilometremiz var daha. Deniz kıyısından, Babadağ
eteklerinden devam ediyoruz. Toprak kuru un olmuş, bastıkça adımlarımız
savruluyor ince ince.
Yine deniz, yine yeşil, yine ağaç evler, yine su boruları, … Kabak bir
başka nazlı sonbahar dinginliğinde. Yaz kalabalıklığından kurtulmanın keyfinde.
Suları pırıl pırıl, yeşili berrak. Yüzmeden olmaz, yarım saat de bu sulardayız.
Kabak kalabalıklaşan evleri ile
yükseliyor dimdik Babadağ’ın zirvesine doğru yalçın kayaları ile. Zikzak
patikayı tırmanmak emek ister. Ağır adımlarla ağır ağır yükselirsin, deniz uzar
gider kıvrım kıvrım. Tesislerin arasına dalarsın, yol bulursun. Patikanın
günden güne betonlaştığına tanık olursun, değişimi anlatırsın, dinlersin
kendin, duyan olmaz. Köye ulaştığında deniz seyri ile oturursun yol kenarı köy
evlerinde,içersin çayını,kahveni, ayranını biranı, dinlenirsin. Öyle yapıyoruz,
salkım saçak dağılan yürüyüşçüler toplanıyor artık. Servisler de hazır bekler, dönüşümüz, gün
batımı seyri ile. Atiye KAÇAR- FETHİYE
DAĞCILIK.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder