26 Ekim 2016 Çarşamba

SUSUZUM, SU  İSTERİM
Devrent Boğazı, Karaağaç, Alınca, Kabak /23 Ekim 2016/ 15 km.
            Fethiye Dağcılık üyeleri, pazar yürüyüşçüleri yollarda yine. Fethiye lisesi karşısında toplanıyoruz. Sayımız artıyor, üç servisle çıkıyoruz yola. Ölüdeniz’den geçeceğiz , deniz seyrimiz var yine. Taşyaka’dan Ölüdeniz ‘e yollanıyoruz. Ormana daldıkça Fethiye’nin pazar mahmurluğu geride kalıyor.Ovacık’tan sonra Ölüdeniz açılıyor önümüze. Faralya yolunda Babadağ eteklerinde kıvrım kıvrım yol alıyoruz.
          Hava daha berrak, deniz daha mavi. Akdeniz ebruli mavili. Dağlar denize yol bulma telaşında,  On iki adalar birbiri içine girmiş. Dağların ardı da deniz, denizin ötesi de dağlar. Göcek’e uzanıyor bir tarafta gözlerimiz. Ufka doğru açık denizde Rodos adası pek belirgin bugün. İnce uzun maviler içinde. Faralya’da yeşiller içinde evler tenhalaşmakta. Kelebekler Vadisi seyir tepesinden Kirme’ye doğruluyoruz. Babadağ dim dik iniyor denize. Yalçın kayalıklar heybetli. Kirme evleri denize nazır, sabah  güzelliğini yansıtıyor. Kirme de geride kalıyor, asfalt bitiyor, kıvrıla döne tırmanıyoruz  Babadağ’ımızı. Biz yükseldikçe deniz daha bir açılıyor enginlere uzanıyor.
        Devrent Boğazında 900 m’de iniyoruz servislerimizden, sağa yol alıyoruz. Tırmanış yok bugün önce denize paralel yürüyeceğiz, sonra inişteyiz. Toprak kuru, kum tozuyor. Su istiyor dağlar, taşlar, kuşlar, böcekler, arılar, otlar, çöpler, .. Rehberimiz “su kaynağı yok” bilgisini vermişti. Dağlardayız ve su kaynağımız yok. Bir çelişki bu, adsız çeşmelerimiz , küçük su gözlerimiz vardı bizim. Çoban çeşmelerimiz gezerdi bağdan bağa. Orman yolundan patikaya geçiyoruz. Çalılıklar içinde yol bulunuyor, deniz seyri ile avunuyoruz.
       Karaağaç’tayız. Köy meydanında bir kalabalık var. Yemekler yapılıyor. Bir genç karşılıyor bizi. Buyur ediyor yemeğine. Asker yemeği, diyor. Arabanın birinin önüne yazmış kocaman” 20 yıllık filme, 12 ay reklam arası, iyi seyirler” Ne seyredeceğiz a kuzum, kınalı kuzum; sürüp giden savaşı mı, hain saldırıları mı, patlayan bombaları mı,  yitip giden canlarımızı mı, pervasızca yapılan açıklamaları mı, silahı mı, silahlanmayı mı?  “Yaşamak isterken delicesine, ölümü mü özlüyoruz.”  Anacığın kokunu özleyecek kuzum, yüreği hiç soğumayacak sen  dönene (dönebilirsen) kadar. Yani benim kuzularım, kınalı kuzularım, ne için öldüğümüzü bilmeden ölüyoruz ya,  bizi ölmeden öldüren ölümlere DUR diyemiyoruz ya, içimi acıtan o. Keşkeğin de çok tatlı, etli nohutun da aşuren de. Sağlıkla dön baba ocağına can kuzum, sağlıkla dönsünler  tüm  kuzularımız.
        Çınarımızda mola verelim, gürül gürül suları ile çeşmemiz vardı dibinde, bir de tahta köşkümüz. Toprak yolun tozunu kaldıra kaldıra geliyoruz çeşmemize: SU YOK. Sularımız kara borulara girmiş. Sağa sola koşuyor. Çınarımız , koca çınarımız kurumaya yönelmiş, kupkuru kökleri kuru derenin içinde.Köşkümüz de dayanamamış susuzluğa, çökmeye yüz tutmuş. Tahtalar çürük çiviler çıkmış, belli ki kimse uğramıyor su olmayınca. “Susadım, su isterim” diyor; köşk, çınar, toprak, yaprak, börtü böcek. Dayanacak çınarımız, çınarlarımız. Koca çınarlar devrilmez, devrilebilemez. Sonbaharı erken getirmiş sadece, yapraklarını erken dökmüş. Derinlerde bir su bir ışık bulursun ey koca çınarım. Yağmurlar da gelir, umudumuzu yitirmemeliyiz. Şimdilik kesseler de suyumuzu, biliyorum ki köklerimiz derinlerde, sağlam, yeşereceğiz, yeşermek zorundayız.
            Yolumuza paralel patikamızdan inişe geçiyoruz.Deniz tüm nazlılığı ile  dağları, adaları, yeşille mavinin sarmaş dolaşlığı ile önümüzde. Alınca  çam ağaçları arasında gizli  birkaç yapısı ile sonbahar dinginliğinde.  Likya yolu zikzaklarla iniyor aşağı. Ağlayan kayalarımız sularını damlatabilmek için kışı bekliyor. Su kaynakları yok . Küçük küçük yürüyüş gruplarını selamlıyoruz. .Belçikadan gelen beş altı kişi, Alınca’ya doğru yol almakta. Çam ağaçlarının gölgesi sıcağı kesiyor.
            Kabak  evleri serpilmiş yamaçtan aşağı. Orman içine gizlendiğini sanan yapılar tepeden kuşbakışından kaçamıyorlar. Koy’umuz  sakin çekici, dalgaları kımıl kımıl kumlarda. Yemek molasını bile kısa tutmak istiyorum suya ulaşmak tek tutkumum şimdi. Acelem var, Haydi Abdurrahman Abi, Rehberimiz de hızlanıyor.Sıra sıra ağaç evlerin dibinden kumsala ulaşıyor, hemen de denize atlıyoruz. Dinlendiriyorum tüm kaslarımı, beynimi.  Denizden alıyorum engin, sonsuz yaşam direncini. Yalçın kayalar, dimdik Babadağ sağlam duruyor arkamızda.

            Anayolumuza  ulaşmak için yarım saatlik son tırmanışımız var. Bir grup servisle yol buluyor. Son terlerimizi de atıyoruz, Kabak köyünde, yol kenarı tesislerinde, Özgür’ün yerinde denizimizin ve koy’umuzun seyri ile dinleniyoruz. Dönüşümüz yine günbatımı kızıllığı ile.. Atiye KAÇAR

19 Ekim 2016 Çarşamba

DENİZ   DENİZ   DENİZ
Faralya – Aktaşlar – Kabak ,14 Km, 16.10.2016
               Pazar sabahları özlenen gün. Günün, haftanın ağır ve yoğun gündemine enerji toplama günü. Çocuklar gibi şen, yollardayım yine. 08.30’da toplanıyoruz eski Fethiye Lisesi karşısında, Mercan Pastanesi önünde. Yeni yürüyüşçü arkadaşlarımız  oluyor, doğa virüsü bulaşanlarımız var.”Bir kez yürürüm , çok zordu  diye düşündüm geçen hafta; ancak  çarşamba gününden gözlemeye başlar oldum pazar gününü” diyor, Emine öğretmenimiz.
               Sıcak söyleşilerin ardından yoklamamız alınıyor, hazırlıklarımız tamamlanıyor, rehberimiz  Yusuf Çilengir de biniyor servislerimize, yola çıkıyoruz sabah serinliği ile ne kadar sıcak yiyeceğimizi bilmeden.
          Fethiye’miz uzanırken seraları ve betonlaşan ovası ile denize doğru çam ormanları arasında Ovacık’a yol buluyoruz. Ovacık ilkokulu yerine yapılan çifte minareli cami tamamlanmış, okullarımızın yerini camiler almasa da her okul imamhatip okulu olacak, kaygılanıyoruz. Hele “Proje okulları”projesini anlamak olası gelmiyor , kabul görmemiz olanaksız, aklımız almıyor. Hisarönü tepesini aşıyoruz deniz uzanıyor boylu boyunca, bir serinlik yayılıyor zihnime, gönlüme.
              Ölüdeniz’den  Faralya yönüne dönüyoruz. Babadağ denize inmiş ya zor  yol vermiş Faralya’ya. Kıvrıla döne deniz, deniz,  diyerek keskin kayaların yol verdiği Kelebekler Vadisi’ni görmeye çalışıyoruz. Uzunyurt da dediğimiz Faralya’da “Faralya camisi” yanında iniyoruz servislerimizden. Açık uçuk mavi bir gökyüzü ; mavi, turkuaz, lacivert bir deniz. Deniz seyri , deniz büyüsü ile deniz kıyısına ulaşmayı amaçlıyoruz.
            Kelebekler Vadisi seyir tepesi, deniz dibimizde. Atlasak mı, uçsak mı? Aşağılarda ince kumları  yalamakta mavi, serin sular yalçın kayalar arasında saklanan yeşil vadisiyle kelebeklerin. Dalganın tatlı şıpırtısını duyumsuyorum, deniz tutkusunda boğulacağım.  Yürüyoruz deniz eşlik ediyor sağımızda, vakur çam ağaçlarının sarı-yeşil dalları arasında. Önümüzde zorlu bir tırmanış. Kayalıklar arsında yer yer emekleterek bizi, ilerliyor patikamız. Hava sıcak, nemli. Yetmiyor gölgede yürümek, toprak kuru, yapraklar kuru, baharın yeşillenen çalılıkları kuru. Yağmura , suya özlem sonsuz. Çoban çeşmelerimizin çoğu da kuru artık. önümüze orman içinde plastik borular, su hortumları çıkıyor yer yer. Dağlarımızın  çoban çeşmelerinin suları taşınıyor bir yerlere. Kabak koyunda hortum demetleri önümüzde. Üzülüyorum.
            Deniz ve dağ eşsiz uyum içinde: Yer yer kayalıklar, küçük koylar, köy evleri , yer yer yol üstü çeşmeleri, bir iki keçi, ara ara çoban yerleşkeleri bizim güzelliğimiz. Faralya’dan Kabak koyuna ve köyüne kadar görmek istediğimiz bu. Doğal yapı bozuldukça yoksullaşıyor, yoksunlaşıyoruz. Çoban çeşmelerimizin su verdiği canlılar yok oluyor, endemik çiçeklerimiz, bitkilerimiz, böceklerimiz, solucanlarımız  yok oluyor. Kuşlarımız yerleşim yerlerine yaklaşıyor yaşam bulmak için, yaşam bulamıyor: SU YAŞAMDIR.
          Çam ağaçları, tepecikler arasına gizlenmeye çalışan, ormanlarımızın bağrını deşerek oluşturulan oteller, moteller, ağaç evler doğal plajlarımızı da, doğal yapımızı da, ormanlarımızı da bozuyor, kirletiyor. Sularımız borularla  saklı yapılara taşınıyor hoyratça. Sonra yaprak kuru, toprak kuru, çevre kirli. Denize bakıyorum:deniz engin, deniz coşkun, deniz özgürlük, hafiflik, sonsuzluk, güzellik. Deniz deniz deniz…
        Aktaşlar’a ulaştık ter içinde. Sular serin, mayolarını giyen atlıyor : Coss! Dinleniyor ayaklarımız, dinleniyor hücrelerimiz. Deniz deniz deniz… (Anadolumda  sobalar yanarken biz denizdeyiz, şanslıyız.) . Yemek molamız da burada  deniz eşliğinde. Yolumuzu yarıladık ama beş altı kilometremiz var daha. Deniz kıyısından, Babadağ eteklerinden devam ediyoruz. Toprak kuru un olmuş, bastıkça adımlarımız savruluyor ince ince.
          Yine deniz, yine yeşil, yine  ağaç evler, yine su boruları, … Kabak bir başka nazlı sonbahar dinginliğinde. Yaz kalabalıklığından kurtulmanın keyfinde. Suları pırıl pırıl, yeşili berrak. Yüzmeden olmaz, yarım saat de bu sulardayız.
           Kabak kalabalıklaşan evleri ile yükseliyor dimdik Babadağ’ın zirvesine doğru yalçın kayaları ile. Zikzak patikayı tırmanmak emek ister. Ağır adımlarla ağır ağır yükselirsin, deniz uzar gider kıvrım kıvrım. Tesislerin arasına dalarsın, yol bulursun. Patikanın günden güne betonlaştığına tanık olursun, değişimi anlatırsın, dinlersin kendin, duyan olmaz. Köye ulaştığında deniz seyri ile oturursun yol kenarı köy evlerinde,içersin çayını,kahveni, ayranını biranı, dinlenirsin. Öyle yapıyoruz, salkım saçak dağılan yürüyüşçüler toplanıyor artık.  Servisler de hazır bekler, dönüşümüz, gün batımı seyri ile. Atiye KAÇAR-  FETHİYE DAĞCILIK.

             

11 Ekim 2016 Salı

                      MAVİ MAVİ MAVİ
SARSALA KOYU- KLEOPATRA HAMAMI- GÜNGÖRMEZ KOYU- 09.10.2016 /12 KM.
          Pazar günleri doğa günü bize. Doğaya sığınma, ter atma, güzellikleri içimize sindirme günü. Yitirme ürküsü ile sarıldığımız dağlarımız, taşlarımız, denizlerimiz, kuşlarımız, yollarımız; uzak, titrek köylerimiz var. Var olduğumuzu bilme, varlığımızı görme, gösterme tutkumuz depreşik. Kötü günler yaşadığımız bu günlerde sarılıyoruz birbirimize. Bir haftalık özlemle “günaydın”  diyoruz  yürüyüş dostlarımıza. Günümüz aydın olsun, güzel yurdumuzun üzerindeki kara bulutlar kalksın, ülkemiz aydın olsun.
          08.30’da toplanıyoruz eski Fethiye Lisemizin karşısında, Mercan Pastanesi önünde. Yolumuz uzun, rehberimiz Yusuf Çilengir listesini kontrol ediyor, üç servisle yollanıyoruz Muğla yoluna, Dalaman’dan  geçip Sarsala Koy’una ulaşacağız.
           Muğla yolundan ayrılıyoruz Dalaman’da, denize çeviriyoruz yönümüzü. Kükürtlü suları ile Tersakan Çayı  keskin kükürt kokusu ile kıvrım kıvrım yanımızda. Ova, portakal ve nar bahçeleri ile gönlümü açıyor. Yapılaşma çok değil henüz. Nar bahçeleri kıpkırmızı meyveleri ile müşteri bekliyor:yok. Ağaçlarda mahzun çatlamaktalar. Kapıkargın köyünü geride bırakıp tepeye vuruyoruz. İki göl beliriyor sağımızda. Sazlıklar arasında bir küçük göl “Baldımaz Gölü”, hemen sonrasında “Kocagöl”. Sabah dinginliği ile kımıltısız suskun uzanıyor. Yeşili almış içine sınırını yutmuş yansıma. Küçük adacığı  da narsist suya yansımasını izlemekte.
           Gölün seyrine dalmışken tepeyi aşıyoruz birden deniz uzanıyor önümüzde. Adalar arasında sanki daha daha koca bir göl. Yelkenlileri, yatları salınmakta mavilerde. Sarsala Koyu aşağılarda nazlı nazlı uzanıyor kumsalıyla. Kıvrıla döne iniyoruz koyumuza. Servis sürücülerimiz Mehmet ve Zafer Beyler çıkarsınlar koyun keyfini ; biz yürüyeceğiz.
          Koyun sağından patikadayız. Denizimiz solumuzda şimdi. Mavi mavi mavi uzanıyor, çağırıyor hoyratça. Patikamız yer yer,  yere uzanmış kayalardan atlatıyor bizi. Çam ağaçları korusa da  güneşten nem epey terletiyor. Akşam yağmur yağmış ki yerler ıslak, taşlar yosunlanmakta. Tepeyi aşınca denizin dibine iniyor patikamız. Şıpır şıpır su sesleri eşlik ediyor uzun süre bize. Teknelerin yaklaştığı bir koya ulaşıyoruz. Hamam koyu diyor çalışanları. Çadır kampları ile yolcularını bekliyorlar. Daha çok da yatların  gereksinimlerinin karşıladığı bir koy. Devam ediyoruz. Kleopatra Hamamı’nda denizimize dalacağız. Mısırlıların kraliçelerini korumak için yaptıkları doğudan batıya, bu koydan başka bir koya  uzanan bugün yer yer yıkılmış koca bir duvar  var. Kapı koyu adı da bu duvardan geliyor. Koca duvar deniz kıyısından yol veriyor patikamıza.  Zeytin ağaçları ve keçiboynuzu ağaçlarının çam ormanıyla harmanlaştığı bu koyda atacağız terimizi.  Yürümek isteyenler bir tepe daha aşıp Güngörmez koyuna ulaşacak.
             Kleopatra’nın tatillerde geldiği bu koyda kullanmak için yaptırdığı hamam kalıntıları denizin içinde. On beş yirmi sene önce hamam kalıntılarının tabanı da sular içindeydi. Sular çekilmiş sanki kalıntılar daha bir su yüzeyine çıkmış. Hamam kalıntıları içine dalıyoruz, renk renk balıklar sularda. Deniz  berrak, serin; irili ufaklı adalar sarmalamış sularımızı; sular  mavi mavi mavi. Kleopatra hala buralarda geziniyor mudur?       
            Güngörmez   yolcuları  ıssız sessiz yalnız konuklarını  bekleyen mavilerde denize giriyorlar. Ulaşım daha zor, daha yalnız kalmış bu koy. Yatlar da uzak buluyor olmalı.
           Dönüşümüz daha kolay sanki. Yolu biliyoruz; tüm yorgunluğumuzu mavilere bıraktık. Ankara Garı’nda yaşanan katliam yıldönümü sessiz sözcüklerde uçuşuyor. Suskunluğumuzda, denizin enginliğine, dağların  doruklarına baktığımızda içimiz acıyor derinlerde.  Anma sırasında da acılar yaşanıyor. Güzel yurdumuzu ölümlerden, yıkımlardan arındıracak  bir ışığa gereksinim duyuyor bellekler. Gençlerimiz "Gün gelecek bu ülkenin kanlı meydanlarını, dağlara ve denizlere açılan tüm sokaklarını, patikalarını özgürlük türküleriyle çınlatacağız" diyorlar, umutlanıyoruz.    Ataol Behramoğlu  “Yaşamak görevdir yangın yerinde…”diyor. Ben de (biz de) bu dürtü ile yazıyor, okuyor, yürüyorum.      
               Dönüşümüzde gün gölgeye dönse de terletiyor seri yürümek. Bir yanda deniz söylemekte en güzel türkülerini, bir yanda dağlarımız yeşilin binbir tonu ile yansıtmakta gün ışıklarını. Yorgunluğumuz Sarsala  Koyu’nun sularında kalmalı. Kumsala ulaşan tatlı bir telaşla mayo derdinde, yürüyüşçülerin öncüleri denize dağılıyor. Su serin dingin yine, yorgun kasları dinlendirme derdinde serinlik serpiyor yüreklere. Gün batımını Fethiye sularında yaşayalım, diyor yollara düşüyoruz. Kızıl narlarda asılı kalıyor son bakışlar.
         Yürüyelim dostlar, doğanın sesini dinleyelim, sağlıklı kalalım, her Pazar sabahı  yollarda olalım. FETHİYE DAĞCILIK