27 Nisan 2015 Pazartesi

KUMLAR İÇİNDE
Akbel-Delikkemer- Patara (Liky Yolu) Yürüyüşü- 05.04.2015
               Pazar sabahı, parçalı bulutlu bir hava var. Yağmur yağmayacak. Geçen hafta ıslanmıştık, bu hafta  serin bir hava bekliyor bizi. Yazın kavurucu sıcakları yok görünürde. Üç servisle yollardayız yine. Özer   Bey de geliyor yürüyüşe, özlemiş yürüyüşçüler ki büyük bir yaygara ile karşılanıyoruz.
        Antalya yolundayız,  Bozyer,Gökben köyüne yöneliyoruz. Bozyer’e çıkarken Fethiye Ovası uzanıyor seraları ile şehir merkezine. Bahçelerde bahar işçiliğinde tek tük çalışanlar var. Bahar iyiden iyiye yerleşmiş, çiçek çiçek her yer. En çok da papatyalar serili  sıcacık. Domuz Ovası düzlüğüne ulaşıyoruz. Asırlık  meşelerin yoğun olduğu yer burası. Meşe ağaçları da uyanmış bahara. Görkemli duruşları ile gövermiş koca toplar. Sayıları azalıyor git gide koca meşelerimizin, yenileri yok dostlar, sahip çıkamıyoruz  ağaçlarımıza.
         Tepeyi aşıyoruz, Kabaağaç, Alaçat Köylerinde  pılıngırlar ekilmiş, nar bahçeleri yapraklanmış, ekili yeşillikler hasada dönmüş.  Antalya yoluna çıkıyoruz.  Çukur İncir’i, Yeşilköy’ü, Kınık’ı naylon ya da cam denizi seraları ile geride bırakıyor Kalkan’a   ulaşmadan  Akbel’de servislerden iniyoruz. İşaretlenmiş  Likya yoluna giriyoruz.  Denize doğru, dağa tırmanış başlıyor. Önde rehberimiz Yusuf Çilenger, her zamanki uyarılarını sıralıyor, artçımız Oğuz Kolak. Dağlar çok yüksek değil. Gevenler, çalılar, menekişlerle makilikteyiz. Çam ağaçları yok. Makiler büyülü  Akdeniz’e  uzanıyor Torosların batı ucundan? Hani biz denizi görelim diye bodur kalmıştı ya çalılar…
                 Çalılar arasında çiçekler içinde dizilmiş, kırkayak  olmuşuz. Yollardaki taş işçiliğine,  su kanalına, su kemerine  bin bir kez hayran kalıyoruz. Asırlar öncesinin tekniği ile döşenmiş su kanalı içinde yürüyoruz bazen. Kayalar özenle oyulmuş, taşlar özenle yerleştirilip sıvanmış ve yirmi iki kilometrelik bir su  yolu oluşturulmuş.  Sağ tarafımızda sera denizi Ova’nın. Sol tarafımız Akdenize uzanan makiler. Makilerde kuşkonmazlar, sığlıcanlar, pürçekler.       Yelerde türlü çiçekler. Mor mor salep çiçekleri; sarı, ak, gök ot çiçekleri, renk renk laleler, yerel dilde “karan” denilen  maki gülleri ak ak, mor mor. Her yer çiçek. Zeytin bahçeleri de çıkıyor karşımıza. Dağlarımızdan yağ damlıyor.
                 Birden uzanıyor özenle örülü taşları ile Delikkemer önümüzde. Suyu bir tepeden öbürüne taşıyan koca bir duvar. Başlangıçta beş yüz metre imiş. İki yüz elli metre kadarı ayakta şimdi. Yüz metrede de bir bölümü yıkılmış. Yıkıntısını fark ettirmeden yay gibi uzanmakta. Suyu taşıyan kanala şaşmamak elde değil. Yüzyıllar öncesinin tekniği ile koca kayalar ince ince işlenmiş, oyulmuş birbirini tamamlayan boru şekline getirilmiş. Özel tekniklerle de sıvanıp suyun akışı sağlanmış. Kaç deprem gördü, kaç sel suyuna meydan okudu, kaç savaş geçirdi? Koca  koca taş blokların işlenip yerleşmesinde kaç insan emeği, yüreği, canı var kimbilir. Yerlerde ortası delik koca taşlar var bir iki. Onların iç içe yerleştirilmiş  halleri su ile umut taşıyor yüzyılların ötesinden. Kanal İslamlar(Bodamya)’daki ana kaynaktan başlıyor. Su yer  yer açık kanallardan geçiyor, Patara’ya ulaşıyor Delikkemer  önünde toplanıyor an’ın  değerini sonsuzluğa ulaştırma çabası ile toplu fotoğraf çekiliyoruz bağırış çığırış.
             Tarihle yolculuk ederken   Koreli yürüyüşçülerle karşılaşıyoruz. Sekiz- on  kadın yürüyüşçü var. Yarım  yarım dille konuşuyoruz  onlarla. Antalya’dan yola çıkmışlar Likya yolunu yürüyorlar.   Bu yollarda her zaman yürüyüşçülerle karşılaşabilirsiniz. Kimi zaman tek tük, kimi zaman grup grup. Yabancılar yürüyor en çok. Bu da üzüyor doğal ki beni. Bu güzellikleri öncelikle bizim  insanımız  yaşamalı.
              Yerler nemli ya baharın bereketi de var. Göbek buluyor birkaç kişi. Otlar toplanıyor. Önce sarıot, körmen, devetabanı. Seval otbilicimiz Arife ile. Şevket-i Bostan’ı tanımaya çalışıyoruz bir de. Yolumuz devam ediyor, artçımız Oğuz Bey: Sorun yok, devam edelim, diyor. Hava serin, tepede esinti başlıyor birden. Deniz tüm enginliği ile önümüzde. Denizi gören koca sarı papatyalar açmış burada. Her yer koca papatya. Sonra çayırlar sarı yonca çiçekleri ile dolu.  Arapsaçı da buluyoruz birer demet. Aşağılarda Patara  Antik kent gözüküyor tüm yapıları ile. Önce kuşbakışı görüyoruz tiyatroyu, Meclis binasını. Daha ayrıntılı bakıyoruz , Zafer Kemeri , Hamam, Zafer Yolu , Hurmalık ve mezarlar seçiliyor tek tek. Fener tepeciğin ardında.
“Patara Likya birliğinin üç oy hakkına sahip altı kentinden biri ve belki de en önemlisidir. Likya birliği toplantıları bu kentte bulunan birliğin meclis binasında yapılır. Hititçe'de Patar, Likya dilinde Pttara olarak anılan kentin MÖ 8. yüzyılda var olduğu yapılan kazılar sonucu ele geçen somut verilerle kesinleşmiştir . İskender'in kuşattığı kentler arasında yer aldığı bilinir. Roma döneminde de çok önemli bir kent olmuş ve Likya eyaletlerinin başkentliğini yapmıştır. Patara limanı, hububat deposu ve sevki açısından önem taşımıştır, Akdenizde bulunan üç hububat deposundan biri (Granarium) burada bulunmaktadır. Bizans döneminde de gelişmesini sürdüren kent, hıristiyanlarca da önemli sayılmıştır. 400 metre genişliğinde ve 1600 metre derinliğindeki Patara limanının kumla dolmaya başlaması  Patara’nın giderek önemini yitirmesine neden olur. Rüzgarın savurduğu kumlar kenti de büyük ölçüde örter. Son yıllarda yapılan arkeolojik kazılarla kent, üzerini örten kumlarından  arınmaya başlamıştır.     Gelemiş köyünden 2 km sonra yol kenarında  kalıntıların en görkemlilerinden Roma Zafer Takı görülür. M.S. 1. yüzyıl sonlarında yaptırılmıştır. Tepeye doğru  Bizans bazilikası ve kutsal alanlar bulunmaktadır. Tiyatro tepenin yamacındadır. Tiyatronun yaslandığı tepede büyük bir sarnıç ile bir anıt mezar bulunmaktadır. Eski liman şimdi sulak alan durumundadır.
           Yürüyüşçülerin bir bölümü kent kalıntılarını geziyor, tiyatroda basamaklarda zıplıyor.  Bir grup da  kumlara yürüyor. Patara denizi ve kumları ile özel bir yer. Kumlar tane tane , rüzgarla öyle çarpar ki ayaklara... Biraz da doğal yapıya bakıyoruz.
           Patara ve xanhtos’un  liman kent olması önemlidir. Eşençay’ın yan kolları  Söğütlüdere’den akan Akçay ile Kemerdeki Akçay(Örençayı)’daki taşların aşınması Patara’nın kumlarını oluşturuyor. Asırlarca taşınan kumlar önce Ova, Kumluova, Karaköy ve Karadereyi oluşturur. Ovadaki göl de Eşençay’ın  beslediği su. Zamanla suyun önü dolar, lagün göl oluşur. Yüzyıllar sonra göl zamanla yer yer de kanallar açılarak  kurutulur. Denize taşınan kumlar güney-batıdan esen rüzgarın etkisi ile kıyıya taşınır.Rodos Adası’ndan gelen  rüzgarlar kumları taşır, geniş bir sığ alan oluşur. Sığ alandan taşınan kumlar sahilde kum dalgaları oluşturur. Taşınma sürer de sürer. Kumlar tepeyi zorlar yıllar içinde antik kentin büyük bölümünü de kumlara gömer. Geniş bir alan çöl kumlarını andırır. Eşençay  denize kum taşımaya , rüzgar da kumları kıyıya atmaya devam ededursun biz yollara düşüyoruz.

                 Gelemiş(Patara) merkezde  çaylarımızla dinleniyouz. Uzun, keyifli bir yürüyüş sonrası mahmurlukla şakalşıyor, bize takılan köpeklerimizi de bisküvitlerle besliyoruz. Servislerde eğlence devam ediyor. Yolunuz uzun çünkü. Karanlıkla evlerimizdeyiz. Atiye KAÇAR

1 Nisan 2015 Çarşamba

BAHAR  BEREKETİ
 (Dalyan-Kaunos- Çandır- Ekincik-Sultaniye Kaplıcaları – 9 km.31.03.2015)
                    Hava yağmurlu. Geceden yağmadı, sabah başlıyor hafiften. Yağmur bereketli bu sene. Bahar bereketi de eklenmiş pazara, keyifli bir gün olacak. Fethiye Dağcılık yürüyüşçüleri  iki minibüsle çıkıyor yola.  Yanıklara doğrulduğumuzda önümüzdeki bulutlar korkutuyor: yağmur yüklü bulutlar.
       Tarihi, yeşili ve maviyi özel bir uyumla birleştiren Dalyan’dan başlayacağız yürüyüşe. Saat dokuz buçukta Dalyan’dayız. Yağmur da bekliyoruz ya acele ediyoruz. Hemen tekne-dolmuşlara yöneliyoruz. Milas’tan konuklarımız da  var , Ortaca’da katıldılar grubumuza.
               Dalyan kanallarında  karşı kayalara oyulmuş kral mezarlerını seyirle yola çıkıyoruz. Yağmur başlamak üzere.    Kanallar sazlıklarla işlenmiş, ağaçlar çiçeklerle süslenmiş. bahçeler Bodrum papatyaları ile renklenmiş.Yerler sulu ; yeşil , sarı , beyaz, mor çiçeklerle bezeli her yer. Karşılarda kayalara oyulmuş anıt mezarlar karşılıklı. Pürçekler topluyoruz, kuşkonmazlar buluyoruz . Her yerde bahar var bereketiyle. Bulutlar yoğun, yağmur yüklü. Çok yağmıyor, çisil çisil serinletiyor yürekleri, Doğa pırıl pırıl,dağlar dumanlı, gizemli. Kaunus Antik kentine yöneliyoruz.        
                  Muğla'nın güneyindeki düzlüklerden başlayıp, Muğla ile Antalya arasındaki dağlara kadar uzanan sahil şeridi, Kaunos'un egemenliği altındaymış. Bu bölgenin tamamında Kaunos'un tapınak türü kaya mezarları var. Kaunos'a adını veren hüzünlü bir aşk öyküsüdür. “Yunan mitolojisine göre, tanrıların tanrısı Zeus, Menderes Nehri kıyısında Tanrıça Leto'yu hamile bırakır. Tanrıça Leto'nun ikizleri olur: Apollon ve Artemis. Apollon'un oğlu Miletos,  Milet kentini kurar, ülkesini genişletir, ülkesine ” Karya”  adını verir. Karya Kralı Miletos'un da ikizleri olur. Erkeğe Kaunos, kıza Byblis adı verilir. Büyüdüklerinde Byblis, erkek ikizine aşık olur. Bu aşk, kardeş sevgisinin çok ötesindedir. Kız kardeşinin yasak aşkına karşılık vermeyen Kaunos, yanına dostlarını alarak ülkesini terk eder, şimdi kendi adıyla anılan yerde yaşamaya karar verir. Kaunos'un gidişine üzülen Byblis, o kadar çok gözyaşı döker ki, hala Dalyan'da akan ve “Calbis”  adı verilen pınarlar, o gözyaşlarından oluşmuştur. Hasrete dayanamayacak hale gelen Byblis, sonunda kendini bir kayadan aşağı atar.”  Bu mitolojik efsane Anadolu'da varlığını sürdürür pek çok yerde akrabalar arası aşklardan hala 'Kaunoş aşkı' diye söz edilmektedir
          Kaunos  kalıntılarını Dalyan seyri ile dolaşıyoruz. Kaleyi  geride bırakıyor, efsaneleri düş gücümüzle tamamlıyoruz.Yağmur çiseliyor, rengarenk yağmurluklarla yollardayız.  Biz yükseldikçe Dalyan uzanıyor.  Tepeler arasında gizlenmiş  İztuzu  Plajı, sazlıklar arasında su kanalları . Bir ucu Köyceğiz gölüne uzanan bu tanrıçalar vadisinde karşıda Pan ve Kızlan dağları .  Biz  Çandır’a yöneliyoruz.  Çandır şanslı,tüm evler dağın eteklerine serpilmiş, boydan boya uzanan Dalyan’ı izleyebiliyor. Çandır’ı yağmurun yalnızlaştırdığı sokakları ile geride bırakıyoruz. Orman yolundayız artık, tamamen yeşiller, incilenen çam ağaçları arasında.  Zeytinlikler  yalnız şimdi bahar bereketiyle. Geçen sene öğrenmiştim yöre halkından buralara “Çalıçukuru” dendiğini. Zeytin toplamak için yapılan derme çatma bağ çadırları boş şimdi
             Azra Erhat’ın , Türkiye’de benzer isimli 20 civarında dağ bulunduğunu söylediği Olympos (Ölemez) dağına  zorlu bir tırmanışa başlıyoruz.  Çam ağaçları keskin yeşil , yapraklar damlacıklarla yüklü. Ege denizi uzanıyor dallar arasında. Deniz koyu kurşun ağırlığında, yağmur çişil çisil…   Yağmurda yürümek, yağmurda  yolculuk, yağmura camdan bakmak, yağmurda ıslanmak,  su damlalarını izlemek. Duygular coşuyor, geride bırakılanlar, güzel ülkemde yaşananlar, biraz acı,  biraz buruk, biraz esrik, biraz coşkun belleklere koşuyor. Yağmuru izleyin, kendinizle baş başa kalın...
               Sümbül Baba doruğunu  aşıyor, Ekincik Köyüne ve koyuna salınıyoruz. İnişimiz de keyifli toprak  ıslak, yumuşak. Söylenceleri arıyorum belleklerde. Tarihle yeşil iç içe burada. Kalıntılar sonsuzluğu, kalıcılığı ölemezliği ansıtıyor. Bir de türkü çığırmaya başlıyoruz, yürüyüş daha bir şenleniyor.
              Ölemez Dağı’nın    güney yüzünde Kaunos Tapınağı ; kuzey yüzünde Leto Termali (Sultaniye kaplıcası) var. Buralar Günlük ağaçları, bıldırcın, arı, kuzugöbeği mantarı yeri. Göbek  mantarı öyküleri dolaşıyor dillerde. Herkes göbek toplamalı bu mevsimde.  Apollon’un  kehanet merkezlerinden birinin de Köyceğiz Gölü’nün güneyinde, termalin önündeki durgun suda gömülen batık adalarda olduğu söyleniyor…  Söylencelere göre  Afrodite, Kaunos dolaylarında iskele rıhtım pazarından Olympos’a çıkar, hamakta sallanır siestasını yaparmış. Yine söylencelere göre  bilge , ozan Apollon   İztuzu taraflarında doğmuş.  Kardeşi bereket tanrıçası Artemis , Dionysos ve ötekiler de. Hepsi bu üç dağın arasındaki görkemli hamakta sallanırlarmış. Sonra yere iner Orientalis (günlük)  ağaçlarının reçinelerinden sağaltılan kremlerle vücutlarını ovarlar sonra da göbek mantarı yerlermiş. Enerjilerini harcamak için Dalaman Çayı’na raftinge , sağlıklarını korumak için de Olympos kıyısına, kaplıcalara giderlermiş.Burası çok yönlü söylencelerin anlatıldığı  bir vadi.
              Ekincik Koyu köpüklü, ince uzun kumsalıyla yaklaşıyor git gide. Denizin uğultusu, ak köpüklerin kıyıya yaslanışı aşağılarda. Bir yanımızda dikenli tel oluyor . Denizin kıyısına saklanmaya çalışan bir yapı. Deniz parsellenmiş, yat limancığı yapılmış. Geçen sene bizi çamur içinde bırakan yol açma çalışmasının bu tesisler için yapıldığını anlıyoruz. Patikamızdan evrilen yol çamur değil şimdi. Denize  inat birden yükselen kayaların önünden, bahçeler arasından geçiyoruz.   Adını bilemediğimiz mor çiçekler ekleniyor bahar bereketine. Çiçekler türkü oluyor dillerde.
                 Ekincik yalnızlığında servislere  biniyoruz. Sakin evleri geride bırakıyoruz. Levhaları takiple kaplıcaların yolunu tutuyoruz.  Köyceğiz Gölü’nün kıyıcığında iniyoruz. Sultaniye kaplıcaları kükürt kokusuyla karşılıyor. Tamirat var kaplıcalarda. Havuzda sıcak su keyfinde önden gidenler. Yağmur çiseliyor, Su sıcak; dışarısı soğuk. Göl kıyısındayız. Deniz kurşun, gök kurşun. Efsanelerle zengin büyülü bir hava. Dinlenmedeyiz. Dışarısı kaç derece olursa olsun su 39 derece. Önce sıcak geliyor, hafiften yakıyor vücutları. Sonra alışılıyor sıcaklığa ve kükürt yumuşaklığı tüm iliklere  işliyor.
              Köyceğiz Gölü doğal bir kanalla denize  bağlanan ayaklı göl. Tatlı su gölü. Nesli tükenmekte olan Nil Kaplumbağalarının  yaşam yeri. Toplamı elli iki kilometre  kare.  Sultaniye Kaplıcaları da Kaunoslar zamanında kullanılmaya başlamış. Bizanslılar tarafından da konaklama yerleri yapılmış. Şifa dağıtan bir yer. Ancak bu döneme ilişkin yapılar sular altında kalmış.
           Şimdi gümüşlü suları ile göl kıyısının tadını çıkarmalıyız. Suya girenlerden buharlar çıkıyor. Yağmurda,  soğukta, sıcakta suya girilen kaplıcadan yararlanmak için bir en az on gün kalmak gerekiyor, bir kür 21 gün sürüyor.                                              
                 Yolumuz uzun, saatlerin geri alınması günümüzü, gündüzümüzü bir saat daha uzatsa da evlerimize dönme zamanı. Servislerde gün yavaştan akşama dönerken deniz, tarih ve dağlar geride kalıyor. Tatlı yorgunlukla gün bitiyor.       Atiye KAÇAR 
          

k