27 Mart 2015 Cuma

HER YER BAHAR
(Likya yolu: Yediburunlar – Bel Mahallesi – Dodurga Parkuru 22.03.2015)
            Havada bahar kokusu var bu pazar sabahı  . Çiçekler bahçede, balkonda, ağçta, taşta . Yollardayız biz yine. Sekiz buçukta toplanıyoruz. Sayımız artmış, dört minibüsle çıkıyoruz yola.
             Bahar kokusu şehir içinde kalıyor, Esenköy’den Gökben yoluna sapıyoruz. Fethiye ovası seraları ve beton yapıları ile geride uzanırken  zeytin bahçeleri içinde tepeye yol alıyoruz. Her yer  çiçek olmuş. Badem ağaçlarının müjdelediği bahar tamamen yerleşmiş baş köşemize. Erik, kayısı, armut ve kiraz ağaçları çiçeğe durmuş. Yerler yeşiller içinde silme papatya; papatyalar arasında sarı kırmızı mor çiçekler, gelincikler. Bir an önce yere basmalıyız.
       Top meşeleri ile Domuz Ovasını geride bırakıyor, Alaçat köyünden Eşen yoluna yöneliyoruz. Bütün bahçeler yaza hazırlanıyor. Ekinler yeşermiş, kavun karpuz ve fasülyeler ekilmiş naylonlar altına. Bahçelerde insanlar tatlı telaşlarında. Dodurga Makasından mahallelere doğruluyoruz.    Dereboğazı, Boğaziçi ve Avlan Mahallelerini geçiyoruz. Dağlarda makiler ,makiler arasında sarı çiçekleri ile azanlar, sütleğenler; daha yükseklerde  koyu yeşil yaprakları, tomurcuklanan çiçekleri ile  sandal ağaçları, kızıl gövdelerini saklanmış yeşiller içine: Her yer bahar! Sonra birden sağ tarafımız puslu deniz oluyor.  Dağlar yol bulmuş denize uzanmış, deniz yol açmış karaya sokulmuş. Engin mavilik yeşille sarmaş dolaş. Gey Mahallesini de geçiyoruz, Yediburunlar mahallesinde iniyoruz servislerden.
            Bir kalabalık, düğün evi yol kenarında, selamlaşıyoruz, konuk oluyoruz içten davete  duyarsız kalamayız. Kazanlarda keşkek ve yemekler. Teyzelerimiz koşuyor hemen ellerinde çanaklar, ikram başlıyor. Köyüm, köylüm cömert, inanıyor ki paylaşılınca lokmalar mutluluk katlanacak. Sevgi dağıtılacak gönüllere. Damadımızı alıyoruz yanımıza, gelinimiz de gelmiş, dernekleri- düğünlerini birlikte yapıyorlar. Kaçmışlar geçen hafta, oğlan evi de geleneğe uygun düğünde. Yaşlarını soruyorum hemen kaçma eylemini duyunca. Çocuk  gelinler, çocuk damatlar; en çok da kocaman adamlarla evlendirilen çocuk gelinler için yanmasın yürekler. Kanayan yaramız depreşmesin. Yirmi bir yaşındalarmış, seviniyor, mutluluklar diyor sonsuzca kutluyoruz. Haydi, diyor rehberimiz Yusuf Çilengir Bey, sıralanıyoruz Bel Mahallesi yönüne gidiyoruz, tabelada 6 km yazıyor. Likya Yolu yürüyeceğiz bugün.
               Likya Yolu Fethiye’den başlayarak Antalya’ya kadar uzanan ve antik kentler arası ulaşımın sağlandığı yol. Dünyanın en iyi 10 uzun mesafe yürüyüş rotasından biri olarak gösteriliyor.  Yol üzerindeki yerleşim yerlerinde,  konaklama olanağı  var.  Likya Yolu’nun birinci bölümünde  Faralya  (Uzunyurt)  Köyü,  Dodurga Köyü, SdymaPınara  Letoon – Xanthos  kentleri ve  Patara yer alıyor. İkinci bölümünde Kaş’tan Antalya’ya uzanan  Antiphellos -  Apollonia - Simena-  Myra -  Limyra- Rhodiapolis- Gagai- Melanippe – Gelidonia – Edrassa -  OlymposChimaera  ve Phaselis kentleri bulunuyor. Yolun birinci bölümündeyiz, Dodurga Köyü, Sdyma Antik kentine ulaşacağız,
                Tarlalar arasında patikadayız. Her yer çiçek, önce papatyalar, sonra minik minik, renk renk çiçekler. Yurdumun  adsız ve kokusu eşsiz çiçekleri. Tarlalar bitiyor, dağlara geliyoruz. Dağlarda keçiler, baharla oğlak sesleri, çobanlar… Öyle güzel set yapmış ki yöre insanımız, kademe kademe düzeltilmiş toprak. Dağlar içinde yol yapılmış, ekim için yer açılmış birer karış.  Birden engin Akdeniz uzanıyor. Önümüzde iç içe geçmiş vadiler, sağımız deniz deniz deniz… İnişteyiz, yürüyüş zor, patikada boş taşlar kayıyor; dikkatli olmalıyız. Yan yan basarak yürüyünüz. Karşımızda uzakta tepeler arasında  bir iki evi ile Bel Mahallesi gözüküyor;  yolumuz zorlu, manzaramız eşsiz. Aşağıda deniz, denize uzanan burunlarla kıvrım kıvrım kıyılar. Sular bir yeşil bir mavi oluyor köpüklerle, sonra Akdeniz turkuazı açılıyor enginlere.. Sular çekici, atlasak denizdeyiz. Ayağımız kaysa yuvarlana döne yine denizdeyiz. Yineliyorum, “Yavaş, dikkatli yürüyün dostlar, yan basın,  taş yuvarlamayın”
          Yol uzuyor, Torosların eteklerinde kıvrım kıvrım ilerliyoruz. Karşı yamaçlarda seslerimiz yankılanıyor. Kuş seslerine karışıyor haykırışlarımız. Molamızı asırlık değil üç asırlık zeytin ağaçlarımızla veriyoruz. Kalıcılığın, yıllara meydan okumanın , geleceğe taşınmanın tutkusunu yaşıyorum koca zeytin ağaçlarıyla. Gövdeye sarılıyor, dallara çıkıyor, ağaçla bütünleşme, ağacı sarıp sarmalama güdüsü ile coşuyorum. Usumda koruymadığımız, kestirdiğimiz zeytin ağaçlarının ince yası var. Yırca köyüne de selam gönderiyorum gönlümce.
           Bel Mahallesi, yeşilleri içinde yaşadığı baharla karşılıyor bizi. Artık dost olup dost saydığımız köylülerimizle de halleşip  Sydma yönüne dönüyoruz. Arkamızda  yine set set işlenmiş yeşiller içinde tepecik, sağımızda solumuzda papatyalar gülen yüzleri ile… Molamız var şimdi yemek için. Tırmanış sonlandı ya mutlu ayaklarımız . Çam ağaçları uğultusu, kuş sesleri ve dost sevgisiyle  öğle yemeğimizdeyiz.

             Orman içine dalıyoruz. Patikamız yosunlarla süslü kayalıkların arasından devam ediyor. Koyun çobanları doğanın gürbüzlüğünü yaşatıyor. Yer yer orman yolu yer yer patika ile Dodurga’nın sivri tepesi eşlik ediyor bize.  Çiçekler çiçekler çiçekler ile Dodurga köy meydandayız. Yayılıyoruz artık. yorgunluk çayı yudumlayanlar ve antik kenti gezenler.
              Sydma antik kentinde , Roma Döneminden günümüze ulaşan tapınak, stoa, tiyatro, hamam, kilise ve gözetleme kulesi kalıntıları var. Tarihsel kaynaklarda kentin kuruluşuna ilişkin kesin bilgiler yok. neredeyse tamamı yıkılmış olan tiyatronun 1.600 kişilik  belirtilen kapasitesi, kentin Roma döneminde küçük ölçekli bir yerleşim olduğuna ait bir fikir veriyor.
                  İ.Ö.168/67 deki Likya Birliğini oluşturan 23 kentin içinde yer alan Sydma Günümüzde  Dodurga köylüleri ile iç içe yaşayan bir antik kentimiz. Evlerin önünde taştan yapılan zeytinyağı sıkma değirmenleri yanında kabartmalı bir taş. Bir sütun bahçede samanlık duvarı içinde. Bir lahit keçi ağılı olmuş. Duvarlarda sıvalar arasında kalıntı taş… Evler öyle zengin tarih yaşıyor. Köy evleri, bahçeleri,  tarlaları anıt mezarlar, hamam ve diğer yapılar arasında kalıyor. Antik kent yolunun defne ağaçları ve yol üzerindeki asırlık meşe ağacı beklemekte.
              Ben kilim dokuyan teyzemi arıyorum. Teyzem  yaşlanmış kilim ağacını kaldırmış. Gelini ile söyleşiyoruz. Sonra  kent kalıntılarına yürüyorum. Papatyalar yol kesiyor, papatyalar arasında kırmızı laleler… Uzanıyoruz çiçekler içine çiçek oluyoruz.: Her yer bahar!
              Köy meydanına toplanalım artık, Teyzemin biri tezgahında dokuduğu kilimleri, oyaladığı tülbentleri ve defne ağaçlarından yaptıkları tahta kaşıkları sergileyivermiş. El işçiliği yaşamalı, birer anı alalım.
               Servislerimize dağılalım artık, yolumuz uzun. Seydikemer kavşağından dönüyoruz Fethiye’ye. Bahar yürüyüşleri devam edecek. Atiye KAÇAR

4 Mart 2015 Çarşamba

KARLI DAĞLARA KARŞI
(Fethiye Dağcılık Grubu, Üzümlü-Kılıçotu-Oyuk-Zorlar yürüyüşü. 22.01.2015)
           Fethiye Dağcılık yürüyüş grubu pazar sabahlarına gün güzelliği ile merhaba, diyor. Bu pazar da saat sekiz buçukta toplanıyor, gün sıcaklığı ile selamlaşıyor. Gereksinimler tamamlanıyor, sayılar tutturuluyor. Üç minibüs ile yola çıkılıyor.
           Üzümlü sabah pusu ile uykuda. Köyü köylükten çıkaran yapıları ile yaz mevsimini bekliyor. Üzümlü, serinliği  ve merkeze yakınlığı ile gözdesi olmuş İngilizlerin ve Fethiyelilerin. Yazlıklarla dolmuş,  kahvede görülüyor köylülerimiz, sokaklarda yabancılar var.. Dokuma tezgahlarında kadınlarımız geleneği renklendirerek sürdürmeye ve bir geçim yolu sağlamaya çalışıyor. Yaz boyu açılacak sergiler için üretim yapılmalı, emek sarf edilmeli.
            Cadianda yol ayırımında iniyoruz servislerimizden, Kılıçotu Mahallesi yönüne ormana giriyoruz. Hava serin, yağmur bekleniyor. Bulutlarla esrik bir gök var. Yerler çam pürçekleri ile dolu yumuşacık. Bastıkça  zıplıyoruz sanki. Patikadan tırmanışa geçiyoruz kırkayak misali. Meyve molası çabuk geliyor  zorlanan ayaklara. Biraz nefeslenip devam, diyoruz, yolumuz uzun on beş kilometre yürüyeceğiz.
             Karlı dağlarla çevriliyiz . Önümüz yanımız yöremiz çam ağaçları, karşımız karlı dağlar. Çok şanslıyız Fethiye’de. Masmavi deniz, yemyeşil orman ve karlı dağlar iç içe.  Sol yanımızda Çal dağı meydan okuyor ak başı ile göklere. Önünde Geyran  Dağı  yoldaş Çal’a. Karşımızda Akdağların  batı ucu sıralanmakta. Ak çerçeve ufuklarda bulutlara karışık. Bulutlar gökyüzü ile yeryüzünü kaynaştırmış. Karlı dağlar karşımızda şiir oluyor, dillere türkü oluyor.
           Dağlar içinde yol buluyoruz, dağlar üstünde , çam ağaçları içinde bir düzlük.Öğle yemeği molamızda dinleneceğiz. Ateşler yakıyor, öbek öbek dağılıyoruz. Yan masa ikramları, ateşe yaklaşanların ızgaraları, termoslarda taşınan sıcak çaylar…  Keyifle bölüşülüyor lokmalar. Sonra yeni dadandığımız kahveler… Ateşler köz olunca cezveler sürülüyor ocağa. Kırk yıl hatırı olan kahve kokusu yayılıyor çam pürçekleri arasına. Haydi devam yürüyüşe…
              Kılıçotu geride kaldı, dağlar zirvesinde yol alıyoruz.  Köyler uzanmakta, Murat Çamcı  bu dağlarda geçirmiş gençliğini. Abdurrahman Ağabey sayıyor. Solumuzda Sazak, Ortaköy, Paşalı Torosların eteklerinde sıralı. Sağımızda Girmeler, Kadıköy, Saklıkent , Yakaköy serpilmiş.Oyuk bahçeleri sıralanmakta.Aralarda bahar coşkusu badem ağaçları ak çiçekte. Çam ormanı tutsak etmiş kendine bizi. Mantar, çıntar, göbek arayanlar var. Kulak buluyorlar. Kulak, kırım kıvrım top olmuş bir mantar çeşidi.
               Oyuk zeytinlerle başlıyor. Ağaçlar düzgün budanmış, bakımlı. Şeftali ağaçları da çiçekte bahçelerde.  Zeytin bahçelerinde çalışanlarla söyleşiyoruz. Budama yapanlar, yabani ot temizleyenler tatlı bir telaş içindeler .
             Bahçelerde çalışanlar ses veriyor. Biri bizim Ramazan Doğan Bey ve eşi Zekiye Hanım. Bu senenin yağmurları ile coşkun akan dere kenarında zeytinlikleri. Pazar gününü değerlendirip bahçeyi şenlendiriyorlar. Çallı Dere diyor önünde söğüt ağaçları arasında kıvrılıp giden dereye. Sularımızın bolluğu kuraklık korkusunu öteledi kaygılı yüreklerde. Çoban çeşmelerimiz de akıyor. Molamızı veriyor, bir yudum sularımızı içiyoruz. Klorsuz kaynaktan çıkan tatlı sulardan şişelerimizi de dolduruyoruz. Necla :”Akşam çay yapacağım bu su ile.” diyor.
             Yollarda da traktörler karşıcı. Kiminde pulluk takılı, çift sürecek.  Kimi kasa ile budanan zeytin dallarını taşıyor. Köyümüzde ben de traktör kullanan biri olarak heyecanla yol kesiyorum;  traktöre atlıyor, yol alıyorum biraz. Sonra traktörü yoluna bırakıyorum. İniş devam ediyor. Ayaklar yoruldu, gözler servislerde.
        Fethiye ovasını sulayan kanal dolu dolu akıyor.  Suyun çekiciliğine dayanamıyor, fotoğraf çekiliyoruz. Servislerin de geldiğini görmüyoruz.
               Şimdi güzel yurdum insanı haberlerini  söyleşmeye başlıyoruz.Yorgunluk kokusu siniyor dolmuşlara. Mutlu  mutlu düşüyoruz  yollara. Haftaya yine görüşme dilekleri uçuşuyor. Atiye KAÇAR


YER DEMİR GÖK BAKIR
(Darboğaz- İblisburnu Yürüyüşü, 01.03.2105)
            Hava yağmurlu kaç gündür. Akşamları çok yağıyor hem de. Yürüyüşe katılım az olur diye düşünüyorum da öyle değil. Dört servisle çıkılıyor yola. Debboy’dan çıkarken Fethiye uzayıp gidiyor. Geceki yağmur yumuş yıkamış tüm doğayı. Yolda  toprak kalmamış, ağaçlarda toz. Pırıl pırıl parlamakta tüm doğa. Çam ağaçlarının iğne yaprakları taşıyamıyor sularını. Damlacıklar inci olmuş uçlarda. Kayaköy   de  yağmur berraklığı ile dingin. Harabeler uykuda. Gemile yoluna devam ediyoruz. Yağmur  bol yağdı ya bu sene göl olmuş Kaya ovasının bir bölümü. Nohutlar daha lezzetli olacak bu sene .
             Darboğaz  sapağında bırakıyoruz servisleri. Sağımız solumuz çam yeşilliği; karşımızda Akdeniz maviliği laciverte kesen. Yusuf Bey önümüzde, başlıyoruz yürüyüşe. Deniz ve dağ coşkusu ile Darboğaz’a yöneliyoruz. Kıvrım kıvrım   köpüklü kıyılar dalga sesleri ve engin Akdeniz. Gemile Koyu sol yanımızda saklıyor kendini. Ölüdeniz tamamen gizlenmiş Nikola Adasının ardına.. Kıdrak kıyıları Kelebek Vadisi kayalıklarına  uzanıyor. Dimdik yükselen Babadağ ak bulutları almış zirvesine, Faralya yolu kesiyor yeşilliğini, evler serpili eteklerinde. Denizin enginliğini İblis Burnu’na uzanan, yarımada- dağ bölüyor.
               Dağı karaya bağlayan boğazda toplanıyoruz iki tarafımız deniz. ( Andrei Konchalowsky’in 1997yapımı “Odyseeia(Odesa)” filminin Türkiyede çekilen bölümleri Ölüdeniz, Darboğaz, İblis Burnu’nda geçiyor.) Filmin başında  Odyessius’un  çobanının iki katlı evinin bulunduğu yerdeyiz. Doğal güzellikler tarihle bütünleşiyor, Fotoğraf çekiliyoruz hep birlikte.  Rehberimiz yürüyüş kurallarını hatırlatıyor, düşüyor önümüze.
              Darboğaz koyuna giden yolu denize girme coşkusuyla bırakıyor dağımıza tırmanmaya başlıyoruz. Hava serin ala bulutlu, deniz mavi, orman yeşil. Durup durup fotoğraflıyor, eşsiz görünümleri kazıyoruz zihnimize. Yerler ıslak, kaygan;dikkatli olmalıyız. Çam ağaçları, sakız ağaççıkları, keçiboynuzları, pıynarlar. Sonra gevenler uzanıyor.  Bahar tüm coşkusu ile uyandırmış doğayı. Yontraşlar ak çiçek olmuş. Papatyalar gülümsemekte her yerde, çiğdemler, laleler. kekikler... Deve hörgücü heybetiyle  uzanan dağımızın ilk düzlüğünde göletlerimiz var hayvanlarımız için. İleri Darboğaz, diyoruz buraya.Meyve molamızla yayılıyoruz.. Dağımızın batı yönündeyiz artık.Papatyalar arasında deniz enginliğinde. Atlasak mı ne, bulutlar yükselmiş deniz pırıl pırıl.  Önümüzde daha küçük bir tepe var. İblis Burnu bu tepenin ucunda. Bu kez çift taraflı deniz seyrindeyiz. Sağımız On İki Adalar ve Fethiye’den  Göcek’e, solumuz Faralya’dan Kaş’a uzanıyor. Önümüzde  uzak,  çok uzakta Rodos Adası belli belirsiz. Gökyüzü ile ufuk sınırını karıştırmış; her yer deniz, her yer gökyüzü… Deniz   dalgalı, deniz mavi. Mavi dalgalarla ebruli… Moladan yararlanarak fotoğraf çekme yarışı. Herkes bu güzelliği sonsuza uzatma peşinda, kalıcı kılma derdinde… Dağdayız, kayaların tepesindeyiz, deniz aşağılarda nasıl da çağırıyor, atlasak mı ne?..
             Yontraç  çiçekleri arasında ikinci tepeciğimize yöneliyoruz. Sandal ağaçları başlıyor şimdi kızıl gövdeleri, ak çiçekleri ile. Eylül ekim aylarında dağ çileği yiyeceğiz bu ağaçlardan. Birden her yer deniz şimdi, burundayız. Kayacıkların, ağaçların arasında bulduğumuz aralıklara yayılıyor, öbekleşiyoruz. Yemek molası… Sağımız, solumuz önümüz deniz. Arkamıza bakmıyoruz artık. Yalçın kayalıkların üzerindeyiz. Deniz aşağılarda dokunamıyoruz sulara.  Karşımızda olabildiğine engin Akdeniz uzanıyor. Önümüzde aşağılarda minik bir adacık ve  bir fener gözüküyor. Kanatlansak uçarız. Dalgalar köpük köpük kıyıları dövmekte. Denizle özgürlük tutkumuzu depreştiriyor. Dünyanın en güzel doğası zıtlıkları çağırıyor usuma: “Yer Demir Gök Bakır” diyorum. 
              İblis Burnu ters akıntıları dev dalgaları ile balıkçıların korkulu rüyasıymış. Dümeni kontrol etmek de zor olurmuş burada.  Fethiye’den  Ölüdeniz’e teknelerle geçmek de bu nedenle  zordur. Hele yağışlı ve rüzgarlı havalarda bu burnu geçmek olanaksızdır. Onun için “İblis Burnu” denmiş buraya zaten. Kaptan olan yürüyüşçüler buralarda yaşadıkları maceraları anlatıyor.
          Dönüşümüz dağımızın batı yönünden. Daha dik yamacımız. Yerler nemli, ıslak, kaygan. Dikkatli olmalıyız. Sandal ağaçları ve pıynarlar, keçiboynuzu ağaçları daha çok şimdi. Sandal ağaçlarının parlak kırmızı  pürüzsüz gövdelerine dokuna, sarıla yürüyoruz. Arada durup denizin keyfini görmeliyiz. Ne çok fotoğraf çektik bu gün. Papatyalarımızdan taç da yaptık, prenses oldu kadınlarımız. Yumuşak kaymalarla başlangıç noktamıza ulaşıyoruz. Gözlerimizi denizde bırakıp piknik için kıyıya gelen konukları da selamlayıp servislerimize biniyoruz. “Yer Demir Gök Bakır” diyorum yine. Gün boyu usumda taşıdığım YAŞAR KEMAL’imizi anıyoruz.  “Işıklar içinde uyu Büyük Usta” diyoruz.
            Yer demir gök bakır, Yaşar Kemal’in bir romanını adı. Çukurovada  toprağın kuruluğunu, güneşin yakıcılığını simgeler. Deyimleşmiştir artık. Çaresizliği, korkuyu, umutsuzluğu anlatır. Kime başvurdumsa elim boş döndüm anlamında çaresizliği anlatmak için kullanılır. Çaresizliğin çaresi aydınlanmadır, bilgidir. Dünyanın okuduğu, yapıtları kırk dile çevrilen dev yazarımız Yaşar Kemal’in kitaplarını okuyalım , okuyalım ki umut olsun, yaşanılası  bir dünyamız olsun. Büyük ustamıza  kulak verelim. O Kasım 2014’te Bilgi Üniversitesi’nin kendisine “fahri doktora “ unvanı vermek için düzenlediği törene sağlık sorunları nedeniyle katılamamış gönderdiği mesajda şöyle demişti: "Bir, benim kitaplarımı okuyan katil olmasın, savaş düşmanı olsun. İki, insanın insanı sömürmesine karşı çıksın. Kimse kimseyi aşağılayamasın.  Kimse kimseyi asimile edemesin. İnsanları asimile etmeye can atan devletlere, hükümetlere olanak verilmesin."Benim kitaplarımı okuyanlar bilsinler ki, bir kültürü yok edenlerin kendi kültürleri, insanlıkları ellerinden uçmuş gitmiştir."Benim kitaplarımı okuyanlar yoksullarla birlik olsunlar, yoksulluk bütün insanlığın utancıdır. Benim kitaplarımı okuyanlar cümle kötülüklerden arınsınlar."      
      Yüz binlerin sonsuzluğa uğurladığı Dev Çınarımızı bir kitabını okuyarak uğurlayalım biz de. Işıklar içinde IŞIK olsun bize. Işıklar içinde uyusun.
        Yürüyüşümüzün yorgunluğunu  Kuyubaşı kahvesinde sıcak  çayımızla  giderme çabasındayız. Servislerde buruk yorgunlukla  iyi haftalar, diyoruz dostlarımıza. Atiye Kaçar.