25 Haziran 2019 Salı


SWİNDON
        Özgür  İngiltere’de yaşamayı seçti, Swindon’da. Görmeye gidiyorum oğlumu ve yaşadığı yeri. Yarıyıl tatili uygun bir zaman, vize işlemleri tamamlanıyor, bilet önceden alındı. 20.01.2018 sabah yola çıkıyoruz, Londra’da Özgür karşılıyor, öğleden sonra. Sarılıyorum sımsıkı oğluma, bir taksi ile geçiyoruz  evine.
     Küçük , şirin bir ev. Küçük bir mutfak, küçük bir salon ve alt katta bir yatak odası. Özlem gideriyoruz öncelikle. Sabah uyanıyorum  kahvaltı sonrası Özgür işine gidiyor, biraz işlenip sokağa , geziye çıkıyoruz gün be gün.
Swindon küçük bir kent. Old Town’da yaşanmışlık seziliyor. Tarihi kokan evler, geniş mezarlığı olan kilise, asırlık ağaçları da olan parkı. Sonra alışveriş merkezleri, şehir dışına kadar yayılmış. Tren istasyonu, çift katlı otobüslerin garajı(!), ve uzun uzun bisiklet yolları. Şehrin içinde geniş parklar… üç tanesini dolaştık ama daha var. En büyük park kentin dışında: Lydiard Park.
                                                                                                      24.01.2018
         Sabahın aydınlığı ile Özgür bisiklet giysileri  içinde yollanıyor işine. Biz de atıyoruz kendimizi sokağa. Uzun bir yürüyüş bekliyor bizi. West Swindon tabelalarını izleyerek ve navigasyon yardımıyla yürüyoruz. Anayola dik sokaklarla bitişik düzende tek katlı evlerin sıralandığı mahalleler geride kalıyor. Yer yer üç şeride çıkan otoban da dahil, yollar öyle çok geniş değil. Trafik yoğun;  ancak düzenli. Yürüyüş ve bisiklet yolları var uzun uzun, yeşiller içinde ve trafikten uzak. Otoban ile tren yolu arasında. Yaklaşık beş km yürüyüş ardından ulaşıyoruz en büyük parka.
         Ldiard Park Ldyard ailesi malikanesinin çevresi.


MARTTA ADABELEN ÇİÇEKLERİ
Mart geldi mi başka heyecan sarar bizi, beni. Okulumuza gideceğiz, on yedi yaşına döneceğiz, yalnızlaşan okul binalarımıza bir nefes vereceğiz, bir de yemekhanemizde kuru fasulye yiyeceğiz(!??)
Tam on altı marta rastladı bu sene cumartesi günümüz.  Derneğimiz yönetim kurulunun çabaları boşa çıkıyor: Bu sene de okulumuzda tören yok, kuru fasulye yok! Törenimiz Kuşadası Ticaret Odası Salonunda.
Haberleşiyoruz yine, kimler gelecek, kimler törene katılacak, kimler Kuşadası’nda  konaklayacak, kimler , kimler,  kimler….
Ortaklar –Söke yolunda uzaktan gözükünce yemekhane ve labarotuvar binamız içim ısınıyor. Üçyola geliyoruz, arabalar park etmiş epey, önce çeşmemizi ziyaret ediyorum.”KİTAPLAR HİÇ SOLMAYACAK BİTKİLERDİR”.  Cemal Amca’mızın kulübesine ad yazdırarak giriyoruz bu kez. Spor salonumuz daha bir dökülmüş. Yukarıya doğru yürüyoruz gelenlerle kucaklaşa koklaşa. Otlar daha büyümüş, ağaçlar daha kocamış, lojmanları öğretmenlerimizin daha bir dökülmüş. İçinde can taşıyan, bacası tüten iki lojman kalmış. Yürüyorum, sahamızın ortasına yapılan FEN Lisesi binasına başımı bile çevirmiyorum. Adabelen Tepesine, müdür lojmanımıza, kocaman olmuş bakımsız  çam ağaçlarımıza bakıyorum. Papatyalar bu sene coşmamış henüz.
Eski revirimizde doğan umut ışığımız da durmuş. Derneğimizin restorasyon çalışması yarıda bekliyor. Tarım sınıflarımız daha bir yorgun, karşılarında lojmanın birinde yaşam var. Yeni Dersliğimiz kırık camları ile, kütüphanemize camdan bakıyorum; içerisi temiz  duvarda Atatürk’ümüz bekliyor her yıl. Kütüphane yanında  4 Özel A sınıfımız. Toplanıyoruz, sınıftan bu sene on bir kişiyiz. Geçen sene on sekiz idik. Sinema perdesinin arkasına inen merdivenler kapatılmış bu sene. Hadi idare binasının önüne. Eski Dersliğimize de bakalım, önündeki güllerimize de.Atatürk  büstümüz  bekliyor sesimizi her on altı martta. Fotoğraf çekiliyoruz öbek öbek.  Atatürk  büstümüzü sonsuzluğa kazıyacağız.
İdare binasına giremeyiz , çatı çökebilir üzgünüm. Geçen sene üst kattaki sınıfımıza çıkabilmiştik. İdare binasının akası daha otlu.  Bizi görünce güller açacak. Kantinin önünde fransola var yine iki üç tane. Yıllar öncesini taşıyor günümüze her karışı  meydanımızın. Resim Dersliklerimizde Haşmet öğretmenimizin sesi, müzik  dersliklerimizde   Ali Oğuz , Yüksel Eriş, Ahmet Saçan öğretmenlerimizin ezgileri  saklı .
Dönüşümüzde ne kalabalık olurdu yemekhanemiz. Kaşık çalamadık kuru fasulyeye. Böberinden isteyemedik turşunun. Çıktım, dolaştım bomboş yemekhaneyi. Masalara, sütunlara , duvarlara sinen çatal kaşık, tabak seslerini dinledim. Kahkahalarını duydum öğretmenlerimizin ve çocuklaşan arkadaşlarımın.
Dostlar 16 Martlarda okulumuzda çoğalalım. Gün geçtikçe yalnızlaşmasın çökmeye yüz tutan binalarımız, sinema perdemiz, Atatürk büstümüz, kantinimiz. Sayımız azalmasın, katlansın. Okulumuz bizim okulumuz. Yalnız, sahipsiz değil.