6 Ocak 2018 Cumartesi

HER HANGİ BİR GÜN

27 Eyl. 12 Perşembe


           Tembellikten kurtulmalıyım diyerek uyanıyorum birkaç gündür. Tembel de değilim diyorum bir yandan. Sekizde kalkıyorum, tamam bazen uyuşuk, oluyorum. İşe , harekete başlayamıyorum hemen. İşim çok oluyor çoğunda. Yoruluyorum demek ki…
            Gürel Dereli’ye cenazeye gidilecek bu gün. Kahvaltımı edip haberleşmeliyim Rukiyelerle. Araşıyoruz, saat ondan önce orada olmalıyız. Beklenen bir ölüm, bir haftadır yoğun bakımda yatıyor hastamız. Dün öldü.
           Ölüm acı, kanıksanmış eylemlerle karşılanıyor. Evin önünde sessiz hüzün ağırlığı taşıyan bir kalabalık, cenaze arabası… Birbirini epeydir görememiş dostlar da buluşuyor bahaneyle. Göz ucuyla selamlaşılıyor, ev sahipleri, ölen kişinin yakınları aranıyor. Daha bir kızaran gözlerle karşımıza çıkıyor en yakınlarının koltuğunda anne, baba, eş, kardeş, çocuk. Cenaze yıkanıyor, tabutlanıyor , bir dua başlıyor. Sesler kesiliyor, yükselen hoca sesi bütün seslerin üzerine çıkıyor. Herkes iç sesiyle dinliyor hocayı. Dua mırıldanıyor kimileri, kimileri de sessizce yaşıyor ölümü. Helallik de isteniyor, ne demekse. Herkes helal ediyor hakkını. Kimin kimde ne hakkı varsa? İç sesiyle dinlemek isterim insanları bir de. (Ölenin ardından kötü konuşulmaz ama.) dua bitiyor sessiz bir telaş seziliyor. Mezarlığa kimler gidecek? Erkekler mutlaka gidiyor tabii son görev. Kadınlar da bırakmak istemiyorlar, son noktaya kadar görmek istiyor, özellikle yakın duyumsayanlar kendini. Mezarlığa sessiz acı ağırlığı ile bir gidiş, ölen dönmeyecek artık.
           Kalanlar gelenekleri yerine getirme telaşına düşüyor. Gelen gidene  ne ikram edilecek, cesedin üzerinden çıkan giysiler ne olacak, çocuklar- eş yaşamını nasıl sürdürecek, anne baba acıya nasıl dayanacak?
           Metin görünüp işleri yoluna koyan biri çıkar mutlak. Duygularını bastırmış, donuk, anlamsız bakışlarla ortalığı idare eden biri. yalnızlığında doyasıya ağlayacaktır.
          

     

2013 YARIYILI

2013 YARIYIL TATİLİ  İSTANBUL


26 OCAK 2013

            Akşamın yorgunluğunu unuttum bile. Erken kalkabilir, valizlerimi hazırlayabilirim. Akşamın tatlı yorgunluğu, annemle , arkadaşlarımla keyifli geçen bir gecenin sabahı. Daha aydınlık bir sabah. Hava kapalı, rüzgar, yağmur birbirine karışmış. Keyfimi kaçıramaz.
           Valizler elimizde otogardan  havaş servisine gidiyoruz. Saat on bire yetiştik.Dalaman Hava alanındayız. Rüzgarın hızı artmış. Islık çalıyor. THY uçağı inmemiş alana. İptal edilmiş uçuş. Atlasjet 13.15 uçağı ile gideceğiz İstanbul’a. Rüzgar çok, hava ürpertici. Uçaktayız kötü düşünceleri kovuyorum zihnimden.Uçak yolculuğunu seviyorum. Yükselmek, dünyaya uzaktan bakmak, tepeden bakmak güzel.uzakları çabucak yakın etmesi ayrı bir güzellik.Oğlumu özledim çok, kavuşmalıyım bir an önce.
             Akşama doğru varıyoruz oğlumun evine. Sıcacık, özel ve sevecen bir yemek ve akşam yaşıyoruz.

27 OCAK 2013   PAZAR
           Pazar sabahları oğlumuzla farklıdır bizim için. Özer’le erken kalkarız, erken kahvaltı ederiz. Oğlumuz olunca işler değişir.Akşamdan ayarlanır kahvaltı saati. Özgür fedakarlık ediyor bizim için erken kalkacak(!) ve saat on birde sofrada olacağız.  Özer’in oyalanması gerekir. Onu pazara gönderiyorum. Sebze, meyve ve otları da çok sevdiğimiz için seve seve gitti pazara bugün de. Ben de biraz ortalıkla ilgileneyim, sabah sporum evde olsun. Mükellef bir de kahvaltı soframız olsun.
            “Günaydın annem, öpeyim, doyayım sana. İstanbul yağmurlu, İstanbul karlı, İstanbul soğuk. Evimiz sıcacık, evimiz gülüyor, evimiz sevinçli…Kahvaltımız keyifli, kahvaltımız uzun, kahvaltımız bereketli. Artık çıkalım biraz dışarı, dolaşalım, dost kahvesi içelim. Kahve kokusuna bayılırım.
              Evimize dönelim, özlem giderelim, kimse olmasın çevremizde.
           
28 OCAK 2013   PAZARTESİ
              Oğlumuzun uyumasını izlemek, onu en tatlı sesimizle uyandırmak, öpmek, koklamak, onun için kahvaltı hazırlamak, kalkıp giyinmesini izlemek, yumurtasını haşlamak kayısı kıvamında, çayını doldurmak, ekmeğini bölmek, kapıdan uğurlayıp ”iyi işler” demek. Süre ne çabuk ilerledi.Oğlumuz işine gitti, biz de biraz ev işi, biraz gezi. Hadi çıkalım.
           Fulya yokuşundan iniyoruz.Yürüyelim, hava biraz soğuk da olsa yürüyelim. Beşiktaş çok kalabalık. Yaşanmışlık dolu Kabalacı kitap evinde dolaşıp geçiyoruz. Kitap kokusu  almak  önemli. Deniz kenarına ilerliyouz. Dolmabahçe’nin yüksek duvarları, mermer kapıları işlenmiş tarih yaşanmışlık saklıyor.yürüyoruz, Dolmabahçe’yi gezelim diyoruz.kapıdan giriyor, tarihi yapıların görkemli gizemiyle saat kulesini, Dolmabahçe kapılarını seyre dalıyoruz. Pazartesi günleri ziyaret olmadığını öğreniyoruz. Deniz keyfi ile çayımızı yudumlama kararına varıyoruz. Deniz gri, martılar uçuşuyor vapurlar, gemiler arasında. Hele duvar kenarında kedilerle martıları bir arada görüntülemek ayrı bir keyif oluyor.Kalkalım artık. İstanbul’u yürüyerek solumalıyız.
           Yeşilliğin bol olduğu Yıldız yokuşuna vuruyoruz. Taksim anıtını görüyor Osmanbey’e yöneliyoruz. İstanbul’un bir başka yönü saklı burada. Yapılar eski, yılların tanıkları. Gizledikleri güzelliğin gururuyla sakin, dilsiz konuşuyorlar. Cadde kalabalık , bir arka sokaktan Nişantaşı’nı geçiyor, Şişli’ye dek yürüyoruz. Sporumuz da yapılmış oluyor böylece.
          Evimize dönelim, Özgür’ün işten çıktığı saat belli. Eve gelince akşam sofrasına oturabilmeliyiz. Ev keyfiyle içeriz kahve ve çayımızı…

29 OCAK 2013   SALI
             Sımsıcak bir oda, sevimli bir masa, alışılmış kahvaltılıklar, sıcak çay.
              Annem köyde yaşıyor. Bizim köy işlerinden, köy yaşamından kurtulduğumuz için çok mutlu. Evimize geldiği zaman sabah bizden önce kalkar, çayımızı demler, kahvaltı masamızı hazırlardı. Anne sıcaklığı demlenmiş çay kokusuna karışırdı evimizde.   Bize de : “Hepiniz yanımda olsanız, her sabah kahvaltınızı hazırlasam, siz biraz daha uyusanız, ama yine böyle işlerinize gidebilseniz” derdi. Yedi çocuğunun her biri başka başka şehre dağılmıştı. Şimdi ben de oğluma demek istiyorum aynı şeyi. Fethiye’de yaşaması zor artık. Yanımda olsa, her zaman kahvaltısını hazırlasam, demlenmiş çay kokusuna uyandırsam, işine gitse… 
              Kahvaltı sonrası Özgür’ü işine uğurluyoruz. Evde alışılmış işler sonrası İstanbul keyfine başlıyoruz.
              Bugün 15 yaşımızı yaşayacağız. Serap ve Nimet’le buluşacağız. Semra Yılmaz da katılacak bize. Taksim’de toplanalım.
               Özer’le Taksim anıtı önündeyiz saat on bire geliyor. Güvercinlerle dans ediyoruz önce. Nimet görünüyor gülen gözleri ve can sesiyle. Özlemle kucaklaşıyoruz önce. Serap ve Semra’yı beklememiz gerekecek. Simit sarayına oturuyoruz. Yanık susam kokusu öğrencilik yıllarımızın dostu. Çay söyleşimizin arkadaşı. Saatin nasıl geçtiği anlaşılmıyor. Semra ayrılıyor bizden, biz onyedi yaş çılgınlığı ile yürüyoruz Beyoğlu’nda. Anıtsal yapıların her kıvrımına, farklı farklı insanların her birinin yüz anlatımına bakarak ve şımarıklıkla hoplayıp zıplayarak yürüyoruz. Çiçek Pasajına girmeyi ve tavanlara kadar bakmayı atlamıyoruz. Molamızı Öğretmenevi’nde vereceğiz. Pera Palas ve civarındaki yapılar ve Öğretmenevi  İstanbulda olduğumuzu zihnimize kazıyor. Büyülü yürünür bu sokaklarda. Eski İstanbul Efendilerinin kibarlıkları kılıç seslerine karışır zihinlerde.
            Öğretmenevi terasta  sık sık yinelediğimiz Adabelen 4-A buluşmalarının birini daha yaşıyoruz. Serap,Nimet biz hep bir arada olalım ve yaş alıp, yaşlanmayalım. Gülüşümüzü, duruşumuzu, bir birimizi sarışımızı sürdürelim. Özer de tanıklık edip katılıyor bize.
           Akşam bir başka Adabelenlilere Nilgün ve Sabri Kuşkonmazlara konuk oluyoruz. Zengin, dolu ve sıla kokusu ile renklenen söyleşimizle gençleşiyoruz. Sabri arkadaşımızı öğrenciliğini devam ettirdiği için engin birikimi ve çalışkanlığı için tekrar kutluyorum. Arkadaşı olduğum için de gururluyum.

30 OCAK  2013 ÇARŞAMBA
                 Oğlum İstanbul’da kalacak. Oturabileceği, gücümün yetebileceği evlere bakmalıyız. Ortaklar caddesini yürüyoruz boydan boya. Ali Samiyen Stadı’nın kazındığı yerine gökdelenlerden birinin daha dikileceği şantiyeyi geride bırakıyor, Gayrettepe’ye yöneliyoruz. Yeditepeli şehrimizde tepeleri iniyor, tepeleri çıkıyoruz. Fulya yokuşundan evimize dönmeliyim. Neveserle buluşacağız.
                Neveser 1983’te Ankara’da bıraktığım arkadaşım. Beni Dil Tarihli günlerime taşıyacak. Dile kolay otuz seneyi kapatacağız. Birbirimizin otuz yıllık öyküsünü dinleyeceğiz. 
              Cevahir AVM’nin önünde karşılıyorum Neveser’i. Hemen kahve ile zenginleştire-ceğimiz  söyleşimize başlıyoruz.  
              Neveser okulu bitiremeden evleniyor, Denizli’ye gidiyorlar. Fahrettin okuldan atanma haberi beklerken askere gidiyor. Birlikte Malatya’da yedeksubay askerliği bitiriyorlar ve Fahrettin İstanbul’da  kuyumculuk sektöründe Arap ülkeleri bağlantılı bir işe giriyor. Bu arada iki çocuğunu özenle yetiştirmeye adıyor kendini Neveser. Başarıyor da. Kızı Mimar olmuş çalışmaya başlamış. Oğlu da kocaman delikanlı, babanın işi ile ilgileniyor, kendine işler üretiyor. Dil Tarihli günlerden söz ediyor. Ben yürüyüşlerimizi, gülüşlerimizi anımsıyorum, Neveser sınıfta uyuduğumdan söz ediyor. Gece çalışıp gündüz okula gitmenin semeresi. Söz uzuyor, söz uçuyor, söz coşuyor… Gençliğimizi paylaşmışız, kolay mı?
            Akşam oğlumlayım yine. Onu özlemişim birlikte olabileceğimiz zamanları iyi değerlendirelim.

31 OCAK  1013 PERŞEMBE

              Beşiktaş’ı öğreneceğiz bu gün, semtleriyle. Fulya yokuşunu inmeyeceğiz. Mecidiyeköy kavşağından Ali Samiyen’den Gayrettepe’ye yürüyoruz. Buralar İstanbul’un en eski yerleşim yerlerinden. Yapılar çok katlı değil, yaşanmışlıkları yansıtıyor alabildiğine. Yeni yapılar aralarda. Barbaros Plaza yükseliyor Dikilitaş’ta. Oğlum burada… İnternet aracılığı ile ulaştığımız evleri göreceğiz. “Dikilitaş”ı da görüyor, civarında birkaç ev geziyoruz.
              Beğendiğimiz evler üç yüz elli ile dört yüz bin lira . Bu durumda ev almayı erteliyoruz, Özgür kiraya çıkacak.OVİT Mudo Mağazaya giriyoruz. Dolaşıyoruz, Fulya yokuşundan eve dönüyoruz. Oğlumla gün geçirmek güzel, eve dönmeliyim. Yemek, ütü, temizlik, yağmur da yağıyor, çamaşırlar geç kuruyor.

1 ŞUBAT CUMA

              Oğlumuzu uğurladık, akşama ne pişireceğimizi ayarladık, yürüyelim bu gün Özer seninle. Şişli’den metroya atlıyor, Şişhanede iniyoruz. Galata Kulesine doğru yöneliyoruz. Yüzyıllık yapıların arasından boğaz manzarası ile geçiyoruz. Galata köprüsünde balık tutanların arasındayız. Oltalar dolu geliyor. Deniz coşkulu. Vapurlar keyifli, balıkçılar şen. Geceden beri balıkla uğraştığını söyleyenler var. İri balıklar gece tutuluyormuş. Balıkçıları geride bırakıyoruz.     
              Emin önünde tarihi balık ekmek teknelerine ulaşıyoruz. Kalabalıkla karnımızı da doyuralım. Zevkle, iştahla, keyifle yiyoruz. Kalabalık içinde yalnızlık da böyle bir şey  mi? Kimseyi tanımıyoruz. Hadi içerilere dalalım.
              Kalabalığa katılarak Mısır Çarşısı’na geliyoruz. Kapsında 1597-1664 tarihini okuyunca kılıç sesleri çınlıyor kulaklarımda. Osmanlı bezirganlarını, ağalarını ve  tarihi hayal ediyorum. Yüksek, kubbeli tavanları ile daha çok hediyelik eşya satan dükkanları ile  Mısır Çarşısını geride bırakıyoruz. Mahmutpaşa ‘dayız şimdi. Türk sinemasının, bayram alışverişlerinin görüntülendiği cadde. Çığırtkanları ve kargacık burgacık, küçük dükkanları ile ucuz mu ucuz  Mahmutpaşa’yı geçiyor, Kapalıçarşı’ya giriyoruz. Şimdi tam turistik eşyaların sergilendiğini görüyoruz. Işıl ışıl lambalar, halılar, deriler, bakırlar…              
          Duvarların, sütunların nemden sıvaları dökülmeye yüz tutmuş. Yüksek tavanların işlemeleri bozulmakta. Yerli, yabancı yüzlerce kişi ile dolaşıyoruz uzun, birbirinin aynısı gibi düşünülen farklı koridorlardan geçiyoruz. Bir kemer alayım, günlük kullanım için. Centilmen Han’ı tarif ediyorlar. Buluyoruz. Gerçekten de sadece deri dükkanlarının olduğu üç katlı bir han. Özellikle çanta ve kemer çok. Yeni yapı ama. Çemberlitaş’a çıkıyoruz.
           Tamamen Bizans, Osmanlı yapıları… Camiler, apartmanlar, dükkanlar. Karşımızda tüm görkemiyle Sultan Ahmet, Ayasofya, Topkapı…
           Sultan  Ahmet Camii avlusu, ne kalabalık.  Her dilden, her renkten, her ulustan, her kıtadan insan var. Cami içine giremedik kalabalıktan, daha sakin bir güne bıraktık iç mimari seyrini.    
             Topkapı Sarayına geçiyoruz. Yüzyılların ağırlığı var her yerde. Yapılar yüzyıllık, ağaçlar yüzyıllık, yollar yüzyıllık, toprak yüzyıllık… giriş kapısı Fatih’in tuğrası ile yaldızlı. Osmanlının en görkemli dönemini yansımak istiyor. Kapının görkemi içerisi ile ilgili ön izlenimi veriyor. Kendini cüce sayarak giriyor, gerekli kontrol noktalarından geçiyorsun. Seninle dünyanın dört bir yanından akın etmiş dilleri, renkleri, boyları, yaşları, huyları, parmak izleri birbirinden farklı binlerce kişi giriyor içeri. Sarayın bölümlerini bu insan zinciri ile dolaşıyor, gözünü gönlünü altına doyuruyorsun. Tahtlar, giysiler, süs eşyaları… Harem bölümüne geçemiyoruz, süre yetmiyor. Harem  bölümünü gezmeyi bir başka güne  bırakıyoruz. Tarihin kılıç şakırtılarını at kişnemelerine, nal seslerine karıştırıyor, İstanbul sokaklarına dönüyoruz.Yürüyelim, Gülhane parkına dalalım. “Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkında…) Yeşiller içinde yürümek güzel. Cem Karaca’nın ceviz ağacını ararcasına tüm ağaçları tek tek inceliyorum.derken sazıyla Aşık Veysel’i buluyorum.Gülhane Parkını Sarayburnu kapısından çıkıyoruz.Yürümeye devam edelim, Fatma ve Semra’lar bekliyor. Adabelenli dostlarla buluşmak her zaman çok özel olur. Sirkeci’de çaylarımızı içiyor, oğlumuza dönüyoruz.

2 ŞUBAT 2013 CUMARTESİ


       Özgür’le olmak çok güzel. Bugün oğlumuzlayız, kararlaştırdığımız saatte uyandırıyorum kahvaltı soframız hazır. Yumurtamız pişmedi, sıcak sıcak  sofraya gelmali. Herkes yerine oturduğunda, çaylar buğulanırken hem de. Kahvaltı keyfimiz uzun sürüyor. Söyleşiyor, gülüşüyor, konuşuyoruz... Kahvemizi Ortaköy’de içeceğiz. Beşiktaş’tan ortaköy’e de yürümeliyiz. Akşam sarıyerde rakı- balıkla Özgür’ün işini kutlayacağız.
        Öğlen çıkıyoruz, Fulya yokuşunu iniyoruz Beşiktaş’tayız. Tarihi yapılarla gökdelenler kaynaşmaya çalışıyor ama olası görünmüyor bu. Ortaköy’e yürümek , tarihle yüzleşmek güzel. Asırlardır ar olduğumuzu da anlıyoruz. Bu caddede ağaçlar asırlık, saraylar asırlık, köprü asırlık, bahçeler asırlık. Çırağan Sarayı’nın görkemini,  Galatasaray Üniversitesinin bulunduğu yapılar çarpıyor insanı.Ne büyük bir kent şu İstanbul, diyoruz. Ortaköy her zamanki gibi cıvıl cıvıl. Çarşısı, kafeleri, kumpircileri ve meydan dolusu elinde kumpiri ile gençleri… Ünlü Ortaköy Camii selamlıyor herkesi. Kahveyi daha ileriye bırakıyor, yürümeye devam ediyoruz.   Boğaz köprüsünün altından geçiyoruz.yükseklerde tüm görkemiyle uzanıyor uzadıkça incelerek. Sağımız deniz, solumuz İstanbul. Sıkışık trafiği, deniz kenarı balıkçıları, yalıları, apartmanları, gökdelenleri, camileri ve sarayları ile … 
      Kuruçeşme’de deniz kenarında mola ve  kahve keyfi. Suların şıpıtısı ile yudumluyoruz sade kahvelerimizi. Oğlum anlatıyor biz dinliyoruz.Özeri epey şaşkınlığa  düşüren hesabı ödüyoruz.Araba mı yürüme mi? Yürümeye devam ediyoruz.balıkçıları geçiyor, yalıları selamlıyor, boğazdan geçen gemilere el sallıyoruz…Denizde Savarona bize bakıyor, bizi tanıdık buluyor. Biz de tanıyoruz.Arnavutköy de geride kalıyor Osmanlı yapılarıyla. Bebek sahillerine ulaşıyoruz. Binelim mi arabaya? Yok,yürüyelim, Boğaziçinde Manzara’da dinlenelim, diyoruz.Boğaziçi’ne Bebek kapısından tırmanıyoruz. Akşam olmakta, ufku tatlı bir kızıllık sarmış.her yer yeşil, yeşillik içindeyiz, önümüz deniz. Merdivenlerden çıkıyor, ünlü Boğaziçi terasına oturuyoruz. Gemiler geçiyor coşkun boğaz sularından. Kimi Karadeniz’e kimi Akdeniz’e gidiyor suları yara yara. Karşıda Küçüksu, Kuleli Askeri Lise, ve adını bilmediğim yerler, yapılar. Özgür öğrenciliğini sürdürüyor diye düşünüyorum. Öğrencilik güzeldir, bitmese öğrencilik…Güney kampüsten kuzey kampüse geçiyoruz.Öğrencilik günlerini konuşuyoruz. Ben mezuniyet günü coşkularına tanıklık etmiştim gençlerin. Onlar neler yaşadılar kim bilir bu alanlarda…
         Akşam oldu, atlıyoruz bir taksiye Sarıyer’e balık yemeye… Yerimiz ayrılmış, önce soğuk mezeler geliyor. Hep balıkla yapılanları seçiyoruz. Haydi oğlum, şansın açık olsun, başarılar, mutluluklar, sağlıklar diyorum. Kadehlerimizi Özgür’e kaldırıyoruz.söyleşiyor, gülüyor, eğleniyoruz…


3  ŞUBAT  PAZAR

             Erken başlamalıyız güne. Oğlumun ev işleri de bitecek, gezi de sürecek. Bugün Akvaryum’a gideceğiz. Ev işleri ile ilgilendikten sonra Özgür’ümü uyandırıyorum koklayarak.Oturuyoruz , keyif de eklediğimiz eşsiz kahvaltımızı ediyoruz. Şimdi toparlanabiliriz. Oğlum yorgun, dün alışmadığı kadar çok yürümüşüz. Haftanın yorgunluğunu da taşıyor, dinlenmeye karar veriyor.Özer’le gideceğiz…