2013 YARIYIL TATİLİ İSTANBUL
26 OCAK 2013
Akşamın
yorgunluğunu unuttum bile. Erken kalkabilir, valizlerimi hazırlayabilirim.
Akşamın tatlı yorgunluğu, annemle , arkadaşlarımla keyifli geçen bir gecenin
sabahı. Daha aydınlık bir sabah. Hava kapalı, rüzgar, yağmur birbirine
karışmış. Keyfimi kaçıramaz.
Valizler
elimizde otogardan havaş servisine
gidiyoruz. Saat on bire yetiştik.Dalaman Hava alanındayız. Rüzgarın hızı
artmış. Islık çalıyor. THY uçağı inmemiş alana. İptal edilmiş uçuş. Atlasjet
13.15 uçağı ile gideceğiz İstanbul’a. Rüzgar çok, hava ürpertici. Uçaktayız
kötü düşünceleri kovuyorum zihnimden.Uçak yolculuğunu seviyorum. Yükselmek,
dünyaya uzaktan bakmak, tepeden bakmak güzel.uzakları çabucak yakın etmesi ayrı
bir güzellik.Oğlumu özledim çok, kavuşmalıyım bir an önce.
Akşama
doğru varıyoruz oğlumun evine. Sıcacık, özel ve sevecen bir yemek ve akşam
yaşıyoruz.
27 OCAK 2013 PAZAR
Pazar
sabahları oğlumuzla farklıdır bizim için. Özer’le erken kalkarız, erken
kahvaltı ederiz. Oğlumuz olunca işler değişir.Akşamdan ayarlanır kahvaltı
saati. Özgür fedakarlık ediyor bizim için erken kalkacak(!) ve saat on birde
sofrada olacağız. Özer’in oyalanması
gerekir. Onu pazara gönderiyorum. Sebze, meyve ve otları da çok sevdiğimiz için
seve seve gitti pazara bugün de. Ben de biraz ortalıkla ilgileneyim, sabah
sporum evde olsun. Mükellef bir de kahvaltı soframız olsun.
“Günaydın
annem, öpeyim, doyayım sana. İstanbul yağmurlu, İstanbul karlı, İstanbul soğuk.
Evimiz sıcacık, evimiz gülüyor, evimiz sevinçli…Kahvaltımız keyifli,
kahvaltımız uzun, kahvaltımız bereketli. Artık çıkalım biraz dışarı, dolaşalım,
dost kahvesi içelim. Kahve kokusuna bayılırım.
Evimize dönelim, özlem giderelim, kimse
olmasın çevremizde.
28 OCAK 2013 PAZARTESİ
Oğlumuzun uyumasını izlemek, onu en tatlı sesimizle uyandırmak, öpmek,
koklamak, onun için kahvaltı hazırlamak, kalkıp giyinmesini izlemek,
yumurtasını haşlamak kayısı kıvamında, çayını doldurmak, ekmeğini bölmek,
kapıdan uğurlayıp ”iyi işler” demek. Süre ne çabuk ilerledi.Oğlumuz işine
gitti, biz de biraz ev işi, biraz gezi. Hadi çıkalım.
Fulya
yokuşundan iniyoruz.Yürüyelim, hava biraz soğuk da olsa yürüyelim. Beşiktaş çok
kalabalık. Yaşanmışlık dolu Kabalacı kitap evinde dolaşıp geçiyoruz. Kitap
kokusu almak önemli. Deniz kenarına ilerliyouz.
Dolmabahçe’nin yüksek duvarları, mermer kapıları işlenmiş tarih yaşanmışlık
saklıyor.yürüyoruz, Dolmabahçe’yi gezelim diyoruz.kapıdan giriyor, tarihi
yapıların görkemli gizemiyle saat kulesini, Dolmabahçe kapılarını seyre
dalıyoruz. Pazartesi günleri ziyaret olmadığını öğreniyoruz. Deniz keyfi ile
çayımızı yudumlama kararına varıyoruz. Deniz gri, martılar uçuşuyor vapurlar,
gemiler arasında. Hele duvar kenarında kedilerle martıları bir arada
görüntülemek ayrı bir keyif oluyor.Kalkalım artık. İstanbul’u yürüyerek
solumalıyız.
Yeşilliğin
bol olduğu Yıldız yokuşuna vuruyoruz. Taksim anıtını görüyor Osmanbey’e
yöneliyoruz. İstanbul’un bir başka yönü saklı burada. Yapılar eski, yılların
tanıkları. Gizledikleri güzelliğin gururuyla sakin, dilsiz konuşuyorlar. Cadde
kalabalık , bir arka sokaktan Nişantaşı’nı geçiyor, Şişli’ye dek yürüyoruz.
Sporumuz da yapılmış oluyor böylece.
Evimize dönelim, Özgür’ün işten
çıktığı saat belli. Eve gelince akşam sofrasına oturabilmeliyiz. Ev keyfiyle
içeriz kahve ve çayımızı…
29 OCAK 2013 SALI
Sımsıcak
bir oda, sevimli bir masa, alışılmış kahvaltılıklar, sıcak çay.
Annem köyde yaşıyor. Bizim köy işlerinden, köy
yaşamından kurtulduğumuz için çok mutlu. Evimize geldiği zaman sabah bizden
önce kalkar, çayımızı demler, kahvaltı masamızı hazırlardı. Anne sıcaklığı
demlenmiş çay kokusuna karışırdı evimizde.
Bize de : “Hepiniz yanımda olsanız, her sabah kahvaltınızı hazırlasam,
siz biraz daha uyusanız, ama yine böyle işlerinize gidebilseniz” derdi. Yedi
çocuğunun her biri başka başka şehre dağılmıştı. Şimdi ben de oğluma demek
istiyorum aynı şeyi. Fethiye’de yaşaması zor artık. Yanımda olsa, her zaman
kahvaltısını hazırlasam, demlenmiş çay kokusuna uyandırsam, işine gitse…
Kahvaltı sonrası Özgür’ü işine
uğurluyoruz. Evde alışılmış işler sonrası İstanbul keyfine başlıyoruz.
Bugün 15
yaşımızı yaşayacağız. Serap ve Nimet’le buluşacağız. Semra Yılmaz da katılacak
bize. Taksim’de toplanalım.
Özer’le
Taksim anıtı önündeyiz saat on bire geliyor. Güvercinlerle dans ediyoruz önce.
Nimet görünüyor gülen gözleri ve can sesiyle. Özlemle kucaklaşıyoruz önce.
Serap ve Semra’yı beklememiz gerekecek. Simit sarayına oturuyoruz. Yanık susam
kokusu öğrencilik yıllarımızın dostu. Çay söyleşimizin arkadaşı. Saatin nasıl
geçtiği anlaşılmıyor. Semra ayrılıyor bizden, biz onyedi yaş çılgınlığı ile
yürüyoruz Beyoğlu’nda. Anıtsal yapıların her kıvrımına, farklı farklı
insanların her birinin yüz anlatımına bakarak ve şımarıklıkla hoplayıp
zıplayarak yürüyoruz. Çiçek Pasajına girmeyi ve tavanlara kadar bakmayı
atlamıyoruz. Molamızı Öğretmenevi’nde vereceğiz. Pera Palas ve civarındaki
yapılar ve Öğretmenevi İstanbulda
olduğumuzu zihnimize kazıyor. Büyülü yürünür bu sokaklarda. Eski İstanbul
Efendilerinin kibarlıkları kılıç seslerine karışır zihinlerde.
Öğretmenevi terasta sık sık
yinelediğimiz Adabelen 4-A buluşmalarının birini daha yaşıyoruz. Serap,Nimet
biz hep bir arada olalım ve yaş alıp, yaşlanmayalım. Gülüşümüzü, duruşumuzu,
bir birimizi sarışımızı sürdürelim. Özer de tanıklık edip katılıyor bize.
Akşam bir
başka Adabelenlilere Nilgün ve Sabri Kuşkonmazlara konuk oluyoruz. Zengin, dolu
ve sıla kokusu ile renklenen söyleşimizle gençleşiyoruz. Sabri arkadaşımızı
öğrenciliğini devam ettirdiği için engin birikimi ve çalışkanlığı için tekrar
kutluyorum. Arkadaşı olduğum için de gururluyum.
30 OCAK 2013 ÇARŞAMBA
Oğlum
İstanbul’da kalacak. Oturabileceği, gücümün yetebileceği evlere bakmalıyız.
Ortaklar caddesini yürüyoruz boydan boya. Ali Samiyen Stadı’nın kazındığı
yerine gökdelenlerden birinin daha dikileceği şantiyeyi geride bırakıyor,
Gayrettepe’ye yöneliyoruz. Yeditepeli şehrimizde tepeleri iniyor, tepeleri
çıkıyoruz. Fulya yokuşundan evimize dönmeliyim. Neveserle buluşacağız.
Neveser 1983’te Ankara’da bıraktığım arkadaşım. Beni Dil Tarihli
günlerime taşıyacak. Dile kolay otuz seneyi kapatacağız. Birbirimizin otuz
yıllık öyküsünü dinleyeceğiz.
Cevahir
AVM’nin önünde karşılıyorum Neveser’i. Hemen kahve ile zenginleştire-ceğimiz söyleşimize başlıyoruz.
Neveser
okulu bitiremeden evleniyor, Denizli’ye gidiyorlar. Fahrettin okuldan atanma
haberi beklerken askere gidiyor. Birlikte Malatya’da yedeksubay askerliği
bitiriyorlar ve Fahrettin İstanbul’da
kuyumculuk sektöründe Arap ülkeleri bağlantılı bir işe giriyor. Bu arada
iki çocuğunu özenle yetiştirmeye adıyor kendini Neveser. Başarıyor da. Kızı
Mimar olmuş çalışmaya başlamış. Oğlu da kocaman delikanlı, babanın işi ile
ilgileniyor, kendine işler üretiyor. Dil Tarihli günlerden söz ediyor. Ben
yürüyüşlerimizi, gülüşlerimizi anımsıyorum, Neveser sınıfta uyuduğumdan söz
ediyor. Gece çalışıp gündüz okula gitmenin semeresi. Söz uzuyor, söz uçuyor,
söz coşuyor… Gençliğimizi paylaşmışız, kolay mı?
Akşam
oğlumlayım yine. Onu özlemişim birlikte olabileceğimiz zamanları iyi
değerlendirelim.
31 OCAK 1013 PERŞEMBE
Beşiktaş’ı öğreneceğiz bu gün, semtleriyle. Fulya yokuşunu inmeyeceğiz.
Mecidiyeköy kavşağından Ali Samiyen’den Gayrettepe’ye yürüyoruz. Buralar
İstanbul’un en eski yerleşim yerlerinden. Yapılar çok katlı değil, yaşanmışlıkları
yansıtıyor alabildiğine. Yeni yapılar aralarda. Barbaros Plaza yükseliyor
Dikilitaş’ta. Oğlum burada… İnternet aracılığı ile ulaştığımız evleri
göreceğiz. “Dikilitaş”ı da görüyor, civarında birkaç ev geziyoruz.
Beğendiğimiz evler üç yüz elli ile dört yüz bin lira . Bu durumda ev
almayı erteliyoruz, Özgür kiraya çıkacak.OVİT Mudo Mağazaya giriyoruz.
Dolaşıyoruz, Fulya yokuşundan eve dönüyoruz. Oğlumla gün geçirmek güzel, eve
dönmeliyim. Yemek, ütü, temizlik, yağmur da yağıyor, çamaşırlar geç kuruyor.
1 ŞUBAT CUMA
Oğlumuzu
uğurladık, akşama ne pişireceğimizi ayarladık, yürüyelim bu gün Özer seninle.
Şişli’den metroya atlıyor, Şişhanede iniyoruz. Galata Kulesine doğru
yöneliyoruz. Yüzyıllık yapıların arasından boğaz manzarası ile geçiyoruz.
Galata köprüsünde balık tutanların arasındayız. Oltalar dolu geliyor. Deniz
coşkulu. Vapurlar keyifli, balıkçılar şen. Geceden beri balıkla uğraştığını
söyleyenler var. İri balıklar gece tutuluyormuş. Balıkçıları geride
bırakıyoruz.
Emin
önünde tarihi balık ekmek teknelerine ulaşıyoruz. Kalabalıkla karnımızı da
doyuralım. Zevkle, iştahla, keyifle yiyoruz. Kalabalık içinde yalnızlık da
böyle bir şey mi? Kimseyi tanımıyoruz.
Hadi içerilere dalalım.
Kalabalığa
katılarak Mısır Çarşısı’na geliyoruz. Kapsında 1597-1664 tarihini okuyunca
kılıç sesleri çınlıyor kulaklarımda. Osmanlı bezirganlarını, ağalarını ve tarihi hayal ediyorum. Yüksek, kubbeli
tavanları ile daha çok hediyelik eşya satan dükkanları ile Mısır Çarşısını geride bırakıyoruz.
Mahmutpaşa ‘dayız şimdi. Türk sinemasının, bayram alışverişlerinin
görüntülendiği cadde. Çığırtkanları ve kargacık burgacık, küçük dükkanları ile
ucuz mu ucuz Mahmutpaşa’yı geçiyor,
Kapalıçarşı’ya giriyoruz. Şimdi tam turistik eşyaların sergilendiğini
görüyoruz. Işıl ışıl lambalar, halılar, deriler, bakırlar…
Duvarların, sütunların nemden sıvaları
dökülmeye yüz tutmuş. Yüksek tavanların işlemeleri bozulmakta. Yerli, yabancı
yüzlerce kişi ile dolaşıyoruz uzun, birbirinin aynısı gibi düşünülen farklı
koridorlardan geçiyoruz. Bir kemer alayım, günlük kullanım için. Centilmen
Han’ı tarif ediyorlar. Buluyoruz. Gerçekten de sadece deri dükkanlarının olduğu
üç katlı bir han. Özellikle çanta ve kemer çok. Yeni yapı ama. Çemberlitaş’a
çıkıyoruz.
Tamamen
Bizans, Osmanlı yapıları… Camiler, apartmanlar, dükkanlar. Karşımızda tüm
görkemiyle Sultan Ahmet, Ayasofya, Topkapı…
Sultan Ahmet Camii avlusu, ne kalabalık. Her dilden, her renkten, her ulustan, her
kıtadan insan var. Cami içine giremedik kalabalıktan, daha sakin bir güne
bıraktık iç mimari seyrini.
Topkapı
Sarayına geçiyoruz. Yüzyılların ağırlığı var her yerde. Yapılar yüzyıllık,
ağaçlar yüzyıllık, yollar yüzyıllık, toprak yüzyıllık… giriş kapısı Fatih’in
tuğrası ile yaldızlı. Osmanlının en görkemli dönemini yansımak istiyor. Kapının
görkemi içerisi ile ilgili ön izlenimi veriyor. Kendini cüce sayarak giriyor,
gerekli kontrol noktalarından geçiyorsun. Seninle dünyanın dört bir yanından
akın etmiş dilleri, renkleri, boyları, yaşları, huyları, parmak izleri
birbirinden farklı binlerce kişi giriyor içeri. Sarayın bölümlerini bu insan
zinciri ile dolaşıyor, gözünü gönlünü altına doyuruyorsun. Tahtlar, giysiler,
süs eşyaları… Harem bölümüne geçemiyoruz, süre yetmiyor. Harem bölümünü gezmeyi bir başka güne bırakıyoruz. Tarihin kılıç şakırtılarını at
kişnemelerine, nal seslerine karıştırıyor, İstanbul sokaklarına dönüyoruz.Yürüyelim,
Gülhane parkına dalalım. “Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkında…) Yeşiller
içinde yürümek güzel. Cem Karaca’nın ceviz ağacını ararcasına tüm ağaçları tek
tek inceliyorum.derken sazıyla Aşık Veysel’i buluyorum.Gülhane Parkını Sarayburnu
kapısından çıkıyoruz.Yürümeye devam edelim, Fatma ve Semra’lar bekliyor.
Adabelenli dostlarla buluşmak her zaman çok özel olur. Sirkeci’de çaylarımızı
içiyor, oğlumuza dönüyoruz.
2 ŞUBAT 2013 CUMARTESİ
Özgür’le olmak
çok güzel. Bugün oğlumuzlayız, kararlaştırdığımız saatte uyandırıyorum kahvaltı
soframız hazır. Yumurtamız pişmedi, sıcak sıcak
sofraya gelmali. Herkes yerine oturduğunda, çaylar buğulanırken hem de.
Kahvaltı keyfimiz uzun sürüyor. Söyleşiyor, gülüşüyor, konuşuyoruz... Kahvemizi
Ortaköy’de içeceğiz. Beşiktaş’tan ortaköy’e de yürümeliyiz. Akşam sarıyerde
rakı- balıkla Özgür’ün işini kutlayacağız.
Öğlen
çıkıyoruz, Fulya yokuşunu iniyoruz Beşiktaş’tayız. Tarihi yapılarla gökdelenler
kaynaşmaya çalışıyor ama olası görünmüyor bu. Ortaköy’e yürümek , tarihle
yüzleşmek güzel. Asırlardır ar olduğumuzu da anlıyoruz. Bu caddede ağaçlar
asırlık, saraylar asırlık, köprü asırlık, bahçeler asırlık. Çırağan Sarayı’nın
görkemini, Galatasaray Üniversitesinin
bulunduğu yapılar çarpıyor insanı.Ne büyük bir kent şu İstanbul, diyoruz.
Ortaköy her zamanki gibi cıvıl cıvıl. Çarşısı, kafeleri, kumpircileri ve meydan
dolusu elinde kumpiri ile gençleri… Ünlü Ortaköy Camii selamlıyor herkesi.
Kahveyi daha ileriye bırakıyor, yürümeye devam ediyoruz. Boğaz köprüsünün altından
geçiyoruz.yükseklerde tüm görkemiyle uzanıyor uzadıkça incelerek. Sağımız
deniz, solumuz İstanbul. Sıkışık trafiği, deniz kenarı balıkçıları, yalıları,
apartmanları, gökdelenleri, camileri ve sarayları ile …
Kuruçeşme’de deniz kenarında mola ve kahve keyfi. Suların şıpıtısı ile
yudumluyoruz sade kahvelerimizi. Oğlum anlatıyor biz dinliyoruz.Özeri epey
şaşkınlığa düşüren hesabı ödüyoruz.Araba
mı yürüme mi? Yürümeye devam ediyoruz.balıkçıları geçiyor, yalıları selamlıyor,
boğazdan geçen gemilere el sallıyoruz…Denizde Savarona bize bakıyor, bizi
tanıdık buluyor. Biz de tanıyoruz.Arnavutköy de geride kalıyor Osmanlı
yapılarıyla. Bebek sahillerine ulaşıyoruz. Binelim mi arabaya? Yok,yürüyelim,
Boğaziçinde Manzara’da dinlenelim, diyoruz.Boğaziçi’ne Bebek kapısından
tırmanıyoruz. Akşam olmakta, ufku tatlı bir kızıllık sarmış.her yer yeşil,
yeşillik içindeyiz, önümüz deniz. Merdivenlerden çıkıyor, ünlü Boğaziçi
terasına oturuyoruz. Gemiler geçiyor coşkun boğaz sularından. Kimi Karadeniz’e
kimi Akdeniz’e gidiyor suları yara yara. Karşıda Küçüksu, Kuleli Askeri Lise,
ve adını bilmediğim yerler, yapılar. Özgür öğrenciliğini sürdürüyor diye
düşünüyorum. Öğrencilik güzeldir, bitmese öğrencilik…Güney kampüsten kuzey kampüse
geçiyoruz.Öğrencilik günlerini konuşuyoruz. Ben mezuniyet günü coşkularına
tanıklık etmiştim gençlerin. Onlar neler yaşadılar kim bilir bu alanlarda…
Akşam oldu,
atlıyoruz bir taksiye Sarıyer’e balık yemeye… Yerimiz ayrılmış, önce soğuk
mezeler geliyor. Hep balıkla yapılanları seçiyoruz. Haydi oğlum, şansın açık
olsun, başarılar, mutluluklar, sağlıklar diyorum. Kadehlerimizi Özgür’e
kaldırıyoruz.söyleşiyor, gülüyor, eğleniyoruz…
3
ŞUBAT PAZAR
Erken
başlamalıyız güne. Oğlumun ev işleri de bitecek, gezi de sürecek. Bugün
Akvaryum’a gideceğiz. Ev işleri ile ilgilendikten sonra Özgür’ümü uyandırıyorum
koklayarak.Oturuyoruz , keyif de eklediğimiz eşsiz kahvaltımızı ediyoruz. Şimdi
toparlanabiliriz. Oğlum yorgun, dün alışmadığı kadar çok yürümüşüz. Haftanın
yorgunluğunu da taşıyor, dinlenmeye karar veriyor.Özer’le gideceğiz…