15 Şubat 2017 Çarşamba

KAR MI YİNE Bekirbeli – Yalya Koru – Guzmuar Beldibi / 12 Şubat 2017 / 15 km Bu gün pazar, ben dağlardayım. Bol oksijen, bol yeşil, bol güzellik. Bir kişi daha ortak olsun bu güzelliğe. Hayırlı pazarlar! Fethiye Dağcılık bir aile oldu. Sevgi ile selamlaşıyor, buluşuyoruz en güzel parkurlarda. Hangi mevsimde hangi dağda olmalıyız biliyor Yusuf Bey. Parkurumuz Bekir Beli’nde başlıyor. Meşe ağaçlarına özlemim gidecek diye düşündüm de kar beklemiyordum, bahar günleri yaşarken. Toplanıyoruz Mercan Pastanesi’nde, grup üyelerine bakıyorum yeni gençler katılmış aramıza. İlkay lise öğrencisi, bu yaşta doğayla bir olacak seviniyorum gençlerimiz adına. Öyle renkliyiz ki yine Amerikalımız, Avusturyalımız , birkaç gencimiz bir de doğa tutkunu yaş almış yürüyüşçülerimiz var. Seksen yaşında da dağ yürüyüşü yapabilme gücü versin Tanrı bize, doğaseverlere. Bekir Beli’nden sağa yürüyoruz, yerler kırağı, dallarda damlalar buzlamış, birer inci olmuş, günün ilk ışıkları pırıl pırıl. Su birikintileri tıkır tıkır buzlu. Çocukluğuma gidiyorum, Seki’de kovalarda buzları kırıp altındaki suyu kullanırdık buz gibi. Sonra evlere girdi çeşmeler, sular da çeşmeden kullanılır oldu. Orman içine dalıyoruz, Yayla Koru yoluna çıkıyoruz. Bin yüz metrelerde başlayan yürüyüşümüz bin üç yüzlere çıkıyor. Yayla Koru yaklaşırken kar birikintileri de başlıyor. Şaşkınlıkla karlara atıyor her bir yürüyüşçü kendini. Ak karlar içimi açıyor. Koru ovasını da karlar altında buluyoruz. Toprak suya doymuş, verimli bir yıl olacak bu yıl, diyorum gönlümce. Kar sert, toprak sert, yol sert diziliyiz karlarda. Erkekler önde olsun izlerinden yürüsün grup. Kaymamak için zorluyorum tüm kaslarımı. Ahmet Bey koşturuyor yardım için bir ileri, bir geri. Uygun eğimli bir yer görüyorum kaymamız gerekli. Hemen birer poşet alıyoruz elimize Seçuk’la, kayıyoruz çığlık çığlığa, kar keyfi bu. Kar topu olmasa da don tutmuş karlarda kayması güzel. Zorlu yürüyüş ısıtıyor, kısa kollu giysilerleyiz. Karakışı yaşayan iç bölge insanlarımız kıskanacaklar. Guz Muar (Kuz Pınar) Nif’i tepeden gören Nif Dağı sırtlarında uzun oluklu bir çeşme. Çoban damları, alacıklar var çevresinde yalnız, sahiplerini bekliyor. Kayalıklar ardıçlar , pıynarlar ve meşeler arasındayız. Yemek molamız burada, biraz da dinlenelim. Ateşçi başımız iş başında pıta pıtalar yakıyoruz, çıtırtılar yalınlar arasında göklere yükseliyor. Korlaşınca ocak, yemek sonrası kahveler pişiyor bakır cezvelerde. Nif’e tepeden bakıyoruz, uzanıyor asfalt orman içinde parça parça yol incecik, karlar geride kalıyor. İniyoruz şimdi, çoban yolu patikalarımızda. Meşelerin kuru yaprakları yığın yığın yumuşacık ayaklarımız altında. Sarmaşıklar hele yosunla yeşeren kayalıklar arasında bahar çiçekleri başlıyor. Kayalarda yosunlar içinde , çalı diplerinde öbek öbek sıklamenler . Patikamız zaman zaman kayboluyor, dağlar arasından yol buluyoruz. Dere yatağında yalçın kayaların kestiği vadideyiz. Taşlar oynak dikkatli olmalıyız derken genç yürüyüşçümüzün ayağı burkuluyor. İlkyardımın ardından omuzları dayanak edip yürüyor yavaştan İlkay’ımız. Kayalara tutunmuş yabani benjaminler koyu yeşille parlıyor vadi boyunca. Karda yorulan ayaklarım dinlenecek inişte diyorum ama öyle değil. İniş de zorluyor ayakları. Yine diziliyiz kıvrılan, uzayan vadide. Tatlı bir yorgunlukla asfaltı buluyoruz Nif’ten aşağıda Beldibi’nde . Sezon açılınca hareketlenecek bu yollar da. Servislerin yanında semaver dumanları arasında çay kokusu ailemizin en saygın üyelerinden, servis sürücülerimiz Zafer ve Mehmet Beyleri de ortak ediyor pazar keyfine. Dönüşümüz Üzümlü yolundan ve akşam olmadan evdeyiz. Atiye KAÇAR

7 Şubat 2017 Salı

ŞANSLIYIZ Karaağaç- Yağlı – Faralya (05. 02. 2017)12 km. Yürümek dağda, ovada , bayırda… Yürümek kuşla, taşla, yosunla, böcekle, yaprakla, yağmurla, karla, papatya-nergis-lale-sarmaşık- menekşe-pıtı pıtı kır çiçekleriyle … Yürümek dostla, canla, yarenle, sevgiyle ve hep birden söylemek en içten türküleri. Fethiye Dağcılık toplandı yine günlerin en güzelinde pazarın erken saatlerinde. Şanslıyız, eşsiz yürüyüş parkurlarımız, ve bu parkurları çeşitlendirip çoğaltan arge ekibimiz var. Şanslıyız, Babadağımız yanında Mendosumuz; karşısında Çal Dağımız,Yaylalarımızda Akdağımız , Toroslarımızın batı ucu uzanıyor. Şanslıyız, kırım kıvrım kıyıları ve Oniki Adaları ile enginlere açılan Akdenizimiz var. Şanslıyız bizi tarihin derinliklerinde yaşatan Likya uygarlığı zenginlikleri içindeyiz. Yanımız yöremiz yüzyılları taşıyan antik kentlerle dolu.Bugün deniz seyri ile Babadağ’dayız. Servislerimizle çıkıyoruz yola. Gençlerimizin katılması ayrı bir güzellik. Selçuk’umuzun yanında oğlum Özgür de yürüyor bu gün. Kaş yolunda Eşen vadisinden Karaağaç köyüne dolaşıyoruz. Minibüslerimiz tırmanırken Babadağ eteklerinden köye doğru Yediburunlar uzanıyor Akdeniz’e, mavinin sonsuzluğuna. Burunların adlarını sayıyoruz, Yediburunbaşı, Kötü, Sancak, İnaklık, Yassı, Kılıç, Zeytin. Hemen hemen bin metrelik dağlarla bölünen burunlar arasında saklı koylarda denize girme hayalini saklı tutuyoruz yaza. Balartlı ve Sancak koylarını, Cennet Koyu’nu yad ediyoruz. Karaağaç köyü içinde çınarımızın yanından patikaya geçiyoruz. Köy evleri kış dinginliği ile arkamızda kalıyor, biz patikamızla Yağlı’ya yöneliyoruz. Hava bulutlu , yağmur geçişleri olabilir. Akdeniz bitkilerinin tümü var şimdi önümüzde. Çam ağaçları arasında, pıynarlar, keçiboynuzu ağaçları, koca zeytinler kızıl gövdeleri ile sandal ağaçları, gevenler, çalılar…Önce denizi daha yüksekten görme adına yükseliyoruz. Bin yüz metrelere kadar çıkıyor, yürüyüş gücümüzü (erk) arttırıyoruz. Yorgunluğumuzu su ve meyve molaları gideriyor. Öğle dinlencemiz Yağlı’da. Yağlı, tepeler arasında çoban yerleşkelerimizin olduğu bir düzlük. Çobanlarımız yok artık buralarda. Kalıntıları var ağılların, alacıkların, çadırların yıkık dökük. Bir de eşeklerimiz konuğumuz oluyor. Dağlarımızda çobanlarımız eksiliyor gün be gün. İnişteyiz artık, işaretli Likya yolları, keyifli patikalar, zikzaklarla kayalar arasından yol buluyor. Önümüzde, aşağılarda yalçın kızıl kayaları ile Kelebekler Vadisi, sonra Akdeniz turkuazı ile tamamlanan Belcekız kumsalı ve yeşiller içinde uyuyan Ölüdeniz. Fethiye körfezi açıkları, adalarla dağlar arasında, İblis Burnu ötesinde. Usumuzda, söyleşimizde düşümüzde taşıdığımız güçle yürüyoruz. Yer yer bir türkü tutturuyoruz… Ozanımız Nazım’la yürümek.“Yürümek; /yürümeyenleri /arkanda boş sokaklar gibi bırakarak, / havaları boydan boya yarıp ikiye /bir mavzer gözü gibi karanlığın gözüne bakarak / yürümek!.. Yürümek; yolunda pusuya yattıklarını, arkadan çelme attıklarını bilerek yürümek... Yürümek; yürekten gülerekten yürümek...” Yürekten gülerekten yürüyoruz. Yağmur geçişi de ayrı bir görsellik sunuyor öğle sonrası. Deniz kurşun oluyor, dağları yutuyor, gök kurşun oluyor denize iniyor. Sisler puslar içinde yağmurun sesine bırakıyoruz kendimizi rengarenk yağmurluklar içinde. Sonra güneş açıyor, pırıl pırıl oluyor yağmur damlacıklarıyla ağaçlar. Faralya’da yol kıyısında servislerimiz beklemede. Yine yorgunluk çayımız var yaşasın.Deniz seyri ile dönüyoruz Fethiye’mize.